www.tarihtekerrurdenibarettir.tr.gg www.kizlarnedenevdekalirlar.tr.gg www.yaallyanon.tr.gg www.cekgityuregimuzaklara.tr.gg

ANA SAYFA
ARAYIŞ
KIYAMET ALAMETLERİ
ŞEYTANIN EVLATLARI
DÜNYA BİR ÇARŞIDIR
CEHENNEM EHLİ VE AZABI
BU DüNYA, BU NESiL HER YÖNDEN, HER CİHETTEN KIYAMET ALAMETi
Bizim hayatımız yalan ulan! Bizim hayatımız yalan!
Söylenen başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize inanmadıklarını kesin bir bilgiyle insanlara söyler.
HÜKÜM ALLAH’INDIR EY LANETLENMİŞLER!
E-KİTAP
ziyaretçiler

Bismillahirrahmanirrahiym. Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür!  Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar? Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.  Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar: ‘Allah'ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.  Onlar: ‘Ant olsun, eğer Medine'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler. Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!’ demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimsenin ölümünü ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Sadakallahül-Azıym.

[Münafikun Suresi]

 

 

BU DüNYA,  BU NESiL HER YÖNDEN, HER CİHETTEN KIYAMET ALAMETi!

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Artık onlar, kıyamet-saatinin kendilerine apansız gelmesinden başkasını mı gözlüyorlar. İşte onun işaretleri gelmiştir. Sadakallahül-Aziym.

[Muhammed suresi, 18. ayet]

 

Şeytan devamlı vesvese vermekle kalpler de bulunan inkâr kuvvetini arttırır. İnsanların inkârları o dereceye varır ki, cehennem hakkında anlatılanları yalnız korkutmak için, cennet hakkında söylenenleri ise, asılsız teşvikler zannederler. Arzu ve şehvetlerine uyarlar. Şeriata uyanlara ahmak ve hakir gözüyle bakarlar ve bunlara; aldatılmışlar, tuzağına düşmüş derler.

[Kimya-yı Saadet, İmam Gazali, sayfa 84]

 

Çoğu insan kıyametin kopacağına ciddi anlamda ihtimal vermez.

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım. Sadakallahül-Azıym.

[Kehf Suresi, 36. ayet]

 

Kıyamet alametleri birbirini takiben meydana gelir. Bir dizideki boncukların art arda kopması gibi.

 [Ramuz El E-hadis, sayfa 277, Camiü’s-Sağır]

 

Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.

[Buhari, Tecrid’i, sayfa 16]

 

İmam Buhari, İmam Müslim ve diğerlerinin Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayetlerinde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz;

“Gözlerin zinası mahremi olmayan kadınlara bakmaktır. Kulakların zinası; dinlenmesi yasak olan sözleri dinlemektir. Dilin zinası; konuşulması haram olan şeyleri konuşmaktır. Elin zinası; haram olan bir şeye dokunmaktır. Ayakların zinası da gidilmesi yasak olan yere gitmektir. Kalbin de zina temennisi ve arzusu vardır” buyurmuşlardır.

 

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsayan mahiyettedir. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde açıktır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve vücut hatları belli olmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir.

 

Ya Esma, kadın, kız ergenliğe girdi mi onun artık yüzü ile elinden başka yeri gözükmemesi gerekir.

[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 493]

 

Ey kadınlar! Ancak nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba olan erkeklerle konuşun. Olmayanlarla konuşmayın.

[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 469]

 

Erkekler kadınlara benzeyecek, kadınlar erkeklere benzeyecek.

[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 451]

 

Erkekler kadınlar gibi süsleniyor, giyiniyor bu zamanda; bakımlı olmak düşüncesiyle. Kadınlarda erkekler gibi pantolon, takım elbise giyiyor, saçlarını kısacık kestiriyor.

 

Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet olsun!

[Hakim]

Sanat adı altında sanatçılık yapanlar her türlü kılığa giriyor bu zamanda. Erkekler kadın kılığına, kadınlar erkek kılığına giriyor.

 

Erkeğe benzemeye çalışan kadın, kadına benzemeye çalışan erkek bizden değildir!

[İ. Ahmed]

Kadınların birçoğu erkekler gibi davranmaya çalışıyor; kendilerini güçlü gösterebilmek, kendilerini kanıtlayabilmek için. “Ben buyum, ben de güçlüyüm, ben farklıyım” diyebilmek için. Erkeklerden de kadınlara benzemeye çalışanlar var değil mi? Herkesin hayatı kendine, herkesin kararlarını ve yaşayış şeklini seçme hakkı var bu zamanda.

 

Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına lanet olsun!

[İmam Buhari]

 

Erkeklere benzeyen kadınlara ve kadınlara benzeyen erkeklere ALLAH lanet etsin!

[İmam Taberani]

 

Erkekler kadınlara benzeyecek, kadınlar erkeklere benzeyecek.

[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 451]

 

Erkekler bile makyaj yapıyor; özellikle sanatçılar, modernliği savunanlar. Her türlü bakımı yaptıranlar bile var. Kadınlar da saçlarını kestiriyor erkekler gibi. Hz. Eyyub Aleyhisselam zamanında kadınların saçları tek bir sebeple kesilirdi. Sadece zina eden, kocalarını aldatan kadınların saçları kesilirdi. Bu zamanda herkes kendi saçını kendisi kestiriyor değil mi? Kadınların el ve yüz hariç tüm vücudu mahrem olduğu halde herkes başını açıyor göz zinasına sebep oluyor; üstüne birde saçını kestiriyor, boyatıyor. Modern çağda yaşıyoruz ama hepimiz, modernlik böyle oluyor artık, herkes böyle giyiniyor değil mi?

 

Hz. Esma Radıyallahu Anha anlatıyor: ‘’Bir kadın Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e gelerek: ‘’Kızım çiçek hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim, peruk takayım mı?” diye sordu. Aleyhisselatu Vesselam:

‘’ALLAH takana da taktırana da lanet etmiştir!’’ diye cevap verdi.

[Buhari, Libas, 83,85; Müslim, Libas, 115, 2122. Hadis; Nesai, Zinet 71; Kutub-i Sitte]

 

Peruk takıyorlar değil mi bir de? Hem erkekler hem de kadınlar peruk takıyor.

 

İbn-u Abbas Radıyallahu Anh dedi ki: ‘’Peruk takan, taktıran; kaşları incelten, kaşlarını incelttiren, dövme yapan ve dövme yaptıran lanetlenmiştir.’’

[Ebu Davud, Tereccül 5, 4170. Hadis, Kutub-i Sitte]

 

Allah, süslenmek için yüzünü boyayıp yolana da, yoldurana da [makyaj yapıp, yüzündeki tüyleri alana] lanet etsin.

[Ravi: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

 

Moda ve güzellik için, hoş görünmek için, modern olabilmek için; erkeklerin bile kaşlarını incelttirmemesi gerekirken, hem kadınlar hem de erkekler kaşlarını inceltiyorlar değil mi? Modern çağdayız! Bilgi çağındayız!

 

Hangi bir kadın ki, koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir cemaatin yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı yüklenir.

[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 178]

 

Sokağa çıktığımızda hangi bayanın yanından geçsek parfüm sürmüş oluyor ve parfüm kokusunu duyuyoruz. Hem kokuyu sürene hem de kokusunu duyana zina günahı yükleniyor. Erkeklere sorarsanız ezberlemişler şu cümleyi; “erkeklerin günahı kadınlardan sorulacak”, umurlarında bile değil gerisi. Kadınlara sorarsan istediklerini yapmakta serbestler.

 

Zina da devam eden adam putperest gibidir.

[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 236]

 

Bir beldede zina ve faiz meydan alırsa, o belde halkı Allah'ın azabına hak kazanmış olurlar.

[Ravi: Hz. İbn-i Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 54]

 

Gerek yere batmak, suret değiştirmek ve gerekse taş yağmak zaruridir. Dediler ki; "Ya Resulallah bu ümmete mi?" Buyurdu ki: “Evet, onlar şarkıcı cariyeler edindiklerinde, zinayı helal saydıklarında, faiz yediklerinde, Harem [Mekke]de avlanmayı ve ipek giymeyi helal saydıklarında ve erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde.”

[Ravi: Hz. İbn-i Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 464]

 

Zina yapan kimse, zina ederken mümin değildir. Şarap içen de içerken mümin değildir. Hırsızlık yapan da hırsızlık yaparken mümin değildir, yağmacılık yapan bir mevki sahibi kimse de yağmacılık yaparken mümin değildir. Öyle bir yağmacılık ki; o adamın cüretine hayretten dolayı insanların gözü ona dikilir. [Müslim’in Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayetinde "Sizden biriniz ganimetten bir şey çaldığında mümin değildir. Aman sakının! Sakının!" ilavesi vardır.]

[Ravi: Hz. Abdullah İbn-i Evfa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 488]

 

Zina yapan kimse, zina ederken mümin değildir. Bu hükme göre, sürekli başı açık olan, göz zinası işleyen kadınlar kâfirdir! Sürekli zina işlerler çünkü! Dille ne kadar Müslümanlık iddia etseler de gırtlaklarından öteye geçmez Müslümanlıkları, sadece lafta kalır.

 

Allah, dinen örtülmesi gereken yerlere bakana da baktırana da lanet etsin.

[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

 

Allah Resulü aynen şöyle buyuruyor:  “Cehennem ehlinden olan bir grup var ki, bunlar bir takım kadınlardır.”

“Nasıl kadınlar Ya Resulallah?”

“Üzerlerine bir elbise giymişler ama [üzerlerinde bir elbise var, anadan doğma çıkmamışlar, tamam], açık giyinmişler, örtünmüş, giyinmiş ama tıpkı çıplak bir kadınmış gibi herkesin gözünü üstüne çekiyor. Tıpkı çıplakmış gibi erkeklerin bakışlarını çekiyor bu kadın. Mesela daracık bir pantolonu bacağına geçirmiş, vücudunu alçıdan bir kalıba koymuş gibi, önden ve arkadan apış arasının kalıbını bütün gözlere ve kaldırımlara dökmüş bu kadın. Hatta pantolon giymese bile, ne giyerse giysin, ne kadar elbise giyerse giysin; vücudunun kalıbı, endamı önden veya arkadan vücut hatları meydana çıkıyorsa ALLAH bu kadına örtünmüş demiyor, çıplaktır hükmünü veriyor! Bu haliyle ne oluyor? Meylediyorlar bu kadınlar? Kime? Kendileri çıplak olarak dolaştıkları için, başka erkekler bize baksın diye meylediyorlar! Bu kıyafette çıkan kadın, ‘Bakalım herkes bana bakıyor mu?’ diye, o kadın da başkasına bakıyor. Hep göz görüyor musunuz? Gözlerden fırlayan küfür, etrafı kasıp kavurmaktadır bugün! Bu haliyle bir kadın; kıyafetini, elbisesini onun bunun dikkatini çeksin diye giyinen bir kadın, sırtına kadar soyunan bir kadın, ince elbiseler ve şile bezlerinden gömlekler yapıp giyen bir kadın,… Çıplak dolaşmış hükmü doğan bu kadının, bu kıyafetiyle, bu tavrıyla, bu edasıyla ALLAH’a isyan için açılan bir isyan bayrağından farkı yoktur! ALLAH kapatın, örtünün, gizleyin dediği halde kadın açılıyor, dökülüyor, dekolte oluyor. Bu haliyle ne diyor? “Ey ALLAH, sen istediğin kadar örtünün deyin, ben seni ALLAH kabul etmiyorum, soyunup çıkıyorum, kendi kıyafetimi sana isyan bayrağı olarak kullanıyorum” diyor! Böyle bir hale Müslüman nasıl razı olabilir? Kendisi durmadan meylediyor! Ona, buna bakıyor, erkekleri kendisine meylettiriyor! Bakmaya mecbur bırakıyor! Dikkatini çekiyor! Şehvetini çekiyor! Bu kadınların başları, saçları, kafaları aynen devenin hörgücü gibi şekil şekil alır. [kuaför salonlarında kimisi saçlarını kabartıyor, kimisi taratıyor, kimisi döküyor, kimisi şişiriyor, her çeşit…] aynen tarif etmiş Resulullah. Arkasından hükmünü belirtiyor. Bu gidişlerinden, kıyafetlerinden, günahlarından tövbe etmedikçe, vallahi bu kadınlar cennete giremeyecekler! Cennetin kokusunu ALLAH onlara göstermeyecek, baktırmayacak, duyurmayacak! Bakışlar ne kadar korkunç görüyor musunuz? Bakışlar ne kadar müthiş! Bakışlar ne kadar öldürücü! Bu hükümlerin hepsi göz üzerinde meydana geliyor görüyor musunuz? Göz üzerinde meydana geliyor!

 

Üniversiteyi bitirmişler. Neyi halleder ki üniversite? ALLAH’ın hükümlerine itaat etmedikçe 100 tane üniversiteyi bitirse hiçbir değer ifade etmez! Bakınız bizim değer hükmümüz budur! Müslüman böyle inanmak zorundadır! Çırılçıplak dolaşan yahut bacağına giydiği kot pantolonla apış arasına kadar vücudunun kalıbını ortaya koyarak; onun bunun şehvet nazarını çeken bir kıza sordum! Bir münasebetle sordum! Dedim ki ‘Kardeşim, vücudunuzda bütün mahrem noktaları gösteriyorsunuz. Hatta apış aranıza kadar ortaya koymuşsunuz. Her şeyinizle meydandasınız. Niçin böyle yapıyorsunuz? Siz kimin emrindesiniz? Seni yaratan ALLAH’ın emrinde misin? Yoksa senin düşmanın Avrupalı modacıların emrinde misin?’ Sustu. Avrupalı moda evleri emir veriyor! Onların emirlerine göre bunlar elbise alıyorlar. Avrupalı modacılar emrediyor, ne diyorlar? “Üstünüzdeki elbiseyi çıkaracaksınız, o elbisenin yerine şu model de bir elbise giyeceksiniz” diyorlar. Bizimkilerde hemen itaat ediyorlar.  Aradan 4 ay geçiyor, bir emir daha çıkıyor, “Üzerinizdeki elbiselerin modası değişti, demode oldu. O elbiseleri atacaksınız, şu tipte bir elbise giyeceksiniz” diyorlar, hemen onlara itaat ediyorlar. Niye bizim kadınlarımız, kızlarımız Avrupalı kâfirlerin, Avrupalı modacıların birer hamalımıdır? Hamal gibi yüklen indir, yüklen indir; onlara hamal mı olacaklar? Onlar emredecek, kadınlarımız, kızlarımız giyecekler, onlar çıkarın diyecek; kadınlarımız kızlarımız giydiklerini çıkaracaklar, böyle şey olamaz! Biz ALLAH’ın emrine boyun eğmek zorundayız! Avrupalı emrediyor, “Üstünüzdeki elbiseyi çıkarın. Modası geçti bunun, mini etek giyeceksiniz, midi etek giyeceksiniz, maxi etek giyeceksiniz, bluz giyeceksiniz, … Şunu giyeceksiniz, bunu giyeceksiniz.” diyor. Emir Avrupa’dan geliyor, kızlarımız, eşlerimiz yüzünü bile göremediği o kâfir, o müşrik, o münkir, o edepsiz, utanmadan yoksun Avrupalıların emrine körü körüne itaat ediyor. Buna nasıl razı olabiliyorsunuz? Yüzünü bile görmediğiniz bir Avrupalı modacının emrine mi uyacaksınız? ALLAH’ın; sizi yoktan yaratan ALLAH’ın emrine mi uyacaksınız? Niçin düşünmüyorsunuz? Hollywood’dan emir gelecek, Broadway’den emir gelecek, Paris’ten emir gelecek, Londra’dan emir gelecek ve ondan sonra kostüm değişecek, etek değişecek, elbise değişecek. Niye? Senin amirin onlar mı? Senin ALLAH’ın onlar mı? Senin yaratıcın onlar mıdır? Onun için o kıza dedim ki; o genç kıza dedim ki, “%100 ALLAH’a yemin ederek söyleyebilirim ki, siz istediğiniz için şu elbiseyi giymiyorsunuz, Avrupalı modacılar istediği için giyiyorsunuz!” “Efendim günü modası böyle, ister isteyeyim, ister istemeyeyim mecburum giymeye.” diyor. Kimdir seni mecbur eden? Bir kanun maddesi mi var? Ceza kanunlarında, Avrupa”nın moda sahnesine koyduğu elbiseyi giymeyenler hapse atılacak diye bir ceza kanunu var mı? Kot pantolonu giymeyen kadınlar hapse atılacak diye bir kanun var mı? Kim? Kim? Kim? Kim zorluyor sizi? İşte ey çıplak dolaşan kadınlar, ey çıplak dolaşan genç kızlar! Üzerinizde ki bu çıplak elbiseyi, istediğiniz için değil; Avrupalı modacı patronlar emrettiği için giyiyorsunuz! Siz onların emrindesiniz! Size taşıyın dediler, taşıyorsunuz! Çıkarın dediler, çıkarıyorsunuz! Siz Avrupalıların hamalısınız! Hamalısınız! Hamalısınız! Avrupa hamalları! Yüklen diyorlar, yükleniyor! Boşalt diyorlar, boşaltıyor! Hamal mısın sen? Seni yaratanın emrine niçin uymuyorsun? Tepeden tırnağa örtün diyor ALLAH[c.c.]! Namaz da bile emir veriyor! İslam hukukuna göre; namaz da bile bir kadın, mutlaka ayrı bir tavırla gelecek! Bir Müslüman kadın namaz kılacak! Namaz kılmayan kadın olabilir mi? Hz. Mevlana feryat ediyor! Bir Müslümanın karısı eğer namaz kılmıyorsa; o namaz kılmayan kadınların pişirdikleri yemeklerin içinde vallahi ALLAH’ın rahmet ve bereketi yoktur! O yemek şifa değildir! O yemek deva değildir! Namaz kılmayan kadınların pişirdiği yemekler; insanın ruhunu zedeleyen birer zehirdir! Müslümanın karısı namaz kılacak! Seni namazdan geri koyan nedir? Seni ibadet etmekten geri koyan nedir? Namaz kılacaksın! Namaz kılarken de ilahi emirlere uyacaksın! Hepiniz biliyorsunuz, bir Müslüman kadın namaza dururken erkekler gibi durabilir mi? Erkekler iftitah tekbirini alırken, namaza başlama tekbirini alırken; erkekler ellerini kulaklarına kadar kaldırıp “ALLAHU EKBER” derler. Kadınlar böyle yapamaz! Kadınlar namaza dururken, tekbir alırken ellerini göğüslerinin hizasına getirip öyle tekbir alacaklar ve göğüslerinin üzerine kapatacaklar! Ne demektir bu? ALLAH ferman ediyor, emir buyuruyor! “Ey Müslüman kadın! Benim huzurum da bile, benim huzurum da dahi, erkekler gibi ellerini kulağına kaldırıp koltuk altını gösterme! Seni cehennemde odun gibi yakarım” diyor ALLAH[c.c.]! Koltuk altını göstermeyeceksin! Kadın kolları koltuk altına yapışık bulunarak, göğsü hizasında tekbir alacak ve göğsünün üstüne kapatacak! “Ey kadın! Sen benim huzurum da bile örtünmek zorundasın! Göğüslerini açık bırakma! Dimdik göğüslerini dikip namaza durmayasın; elini aşağıya değil, göğsünün üzerine bağla! Göğüslerini açık tutarsan seni cehennemde göğüslerinden yakar, azap ederim” diyor ALLAH[c.c.]! Ya şimdi sokakların hali nedir? Müslümanın karısı, ALLAH’ın, yaratıcısının huzurunda bile göğsünü açamaz! Koltuk altını gösteremez! Ya sokaklar da nasıl? Sokaklar da! Şaka mı zannediyorsunuz meseleyi? Bunun içindir ki, örtünme konusunda Osmanlı İslam devri zamanındaki âlimlerimiz; Müslüman kadınlara nasıl bir elbise giydirelim ki, koltuk altı bile görünmesin demişler. Nasıl bir elbise? Sokağa çıkarken nasıl bir elbise giydirelim ki, kollarını kaldırmak zorunda olduğu zaman, Müslüman kadının koltuk altı görünmesin! Nasıl elbise yapalım diye düşünmüşler. En sonunda en uygununu, en mükemmelini çarşaf olarak ilan etmişlerdir. Koltuk altı bile görünmeyecek!

 

Peki,  bugün hâlimiz nedir? Kızlarımız, sahipsizdir, yalnızlık korkusuyla hastadır. Erkekler ise azgınlığın sınırlarını zorlamaktadır. Şimdi, çıktık açık alınla, 10 günde 15 kızla!

İslam’da kadının yeri, evinin en saklı yeridir. Günümüzde kadının yeri, hosteslik, sekreterlik ve genel evlerdir. Kızlar, çıplak kadın gazeteleri ve magazin programları yoluyla pazarlanır. Çağdaşlık makinesinin zevk verici bir parçası olur. Örtünüp kendilerini saklamaları yasaklanır. Kızlar cilve yapar, erkeklerde sellektör yapar! Saçlarını kırmızıya boyarlar! Çorabından tokasına kadar giydiği her şey cırtlak renklerdedir. Baş açık! Kollar açık! Bacaklar açık! Vücudunun en mahrem yerlerini bile, dar kıyafetlerle örtmek suretiyle açmıştır! İnsanda hayvanî bir şehvet uyandırmaktan başka hiçbir cezbeye sahip değildir. Sesi, karşı köydeki çobana bağırır gibi yüksek perdedendir. Kahkaha atarken, boğazından çıkardığı müthiş sesler, civardaki tüm erkeklerin dikkatini çekmektedir.  Yanındaki erkeklerle konuşur, dövüşür, çekişir. Kaba bir ses, donuk bakışlar, zarafetini kaybedip kabalaşmış el hareketleri vardır. Kendisini güzelleştirmek çabasıyla, dışarıdan dikkat çekebilecek tüm organlarını açmış, içerden ise kendini erkeklerin gözlerine peşkeş çekmek suretiyle, ruhunu öldürmüştür.

 

Eşyanız sizi kurtaramayacak! Malınız sizi kurtaramayacak! Hiçbir şey sizi kurtaramayacaktır! Kim geçici malına aldanıyorsa bilsin ki, hiçbir kıymeti kalmayacaktır! “O gün çok olacaksınız! Fakat Müslümanlar; sanki bir sel geliyor da; yağmurlar yağdıktan sonra seller akmaz mı? O akan selin sürükleyip götürdüğü çöpler gibi, çöplük gibi vallahi kıymetsiz olacaksınız” diyor Resulullah Aleyhisselatu Vesselam! O selin önüne katıp götürdüğü çöpler gibi, çöplük gibi olacaksınız! Şahsiyetiniz olmayacak! Kâfirler sizden korkmayacak! Çünkü onların seline kapıldınız! Çünkü hayatınız kâfirlerin hayatına benzedi! Çünkü kızınız, karınız onlara benzedi! Çünkü eğitim sisteminiz onlara benzedi! Çünkü kaldırımınız, caddeniz, sokağınız hepsi onlara benzedi! Bugün bizim caddelerimizden kâfirlerin selleri akıyor! Sokaklarımızda abdestsiz kimse dolaşmazken; bugün sokakta dolaşan gençlerin %90’ı cünüp dolaşıyor! Cünüp dolaşıyor Ya Rabbi! Yıkıldı memleket! Ecdadımızın kan vererek aldığı topraklar! Şehitlerimizin can vererek aldığı topraklar da sırtına kadar soyunup dolaşan, satılık mı nedir? Binlerce, yüz binlerce kadın sokak sokak şehvet panayırına, kadın pazarına çevirdiler sokakları! Sel önüne düşmüş giden çöplük gibiyiz sanki! Olaylar bizi sürükleyip götürüyor! Kimse dur demiyor! Kimse ne oluyor demiyor! Nesillerimiz sürükleniyor! İnsanımız sürükleniyor! Kadınlarımız, kızlarımız bir kasırga gibi sürüklenip gitmektedir! İslam ahkâmına göre; bir Müslümanın kızı sırtını, karnını, göbeğini, diz kapağından yukarı da kalan apış aralarını, baldırını vallahi öz babasına gösteremez! Öz babasına hiçbir müslümanın kızı sırtını gösteremez! Bir baba kızının çıplak sırtına bakarsa, kızının baldırına bakarsa vallahi zina etmiş gibidir! İslam budur! Ama sokaklarda görmüyor muyuz? Sırtına kadar soyunmuş binlerce kadın, hayvani bir iştahla sokak sokak sürünüp dolaşıyor! Bu ümmeti bu hale getirenler hesap verecek! Bu ümmetin namusunu kaldırımlara dökenler, namusumuzu ve utanma duygumuzu sanki bombardıman edip yok edenler, bu ümmetin neslini utanmadan yoksun ve namussuz, vahşi bir iştah ile sokaklarda müşteri haline getirenler, Bu ümmeti bu hale getirenler hesap verecek!  Sokaklarda sırtına kadar soyunup dolaşanlar acaba sokakları ne zannediyorlar? Bir Müslüman kadın sırtını, karnını ancak ve ancak nikâhlısına gösterebilir. Sadece kocasına gösterebilir! Sadece helaline gösterebilir! Bir Müslüman kadın sırtını, göğsünü, diz kapağından yukarısını vallahi babasına gösteremez! Ne demek oluyor bu? Demektir ki bu sırtına kadar soyunan kadınlar sokaklarda ki bütün erkekleri kendi kocaları zannediyorlar! Böyle şey olmaz! ALLAH Resulü Aleyhisselatu Vesselam böyle buyuruyor! “Sanki sellerin önüne katılıp götürdüğü çöpler gibi olacaksınız. Çöplük gibi olacaksınız! Kâfirler burnunu silip, çöp tenekesi gibi size atacak” diyor Resulullah Aleyhisselatu Vesselam.

 

Örtülü olan çıplaklara ve erkek gibi giyinen kadınlara ve kadın gibi giyinen, süslenen erkeklere lanet olsun!

[Tergib-üs-Salat ]

 

Örtülü olan çıplaklara:

Örtülü olan çıplaklar kimlerdir? Sanatçılar, mankenler, şarkıcılar, artistler değil mi? Bu saydıklarımızın örtüleri paradır. Onların örtüsü yoktur aslında! Ne kadar çok para alırlarsa o kadar çok soyunurlar. Onların dini imanı paradır. Şan, şöhret ve alkış toplamaktır. Onlara sorarsan sanat için yaptıklarını söylerler. İnsanlara göstermeye çalıştıklarına göre sanat için, gerçekte para, şan, şöhret ve övülme için soyunurlar. Bir de derler ya biz halka mâl olmuş insanlarız diye. Mâl ve mal oldukları doğrudur aslında. Şeytana mâl olmuşlardır. Şeytanın malıdırlar. Örtülü çıplaklar kimlerdir? Birçok kimsenin bildiği halde uygulamadığı dini hükümlerin öngördüğü şekilde bedenlerinin örtünmesi gereken yerlerini örtmeyenlerdir. Erkeklerde diz ve göbek dâhil mahrem olan diz ve göbek arası örtülü olmayanlar örtülü çıplaktır. Kadınlarda el ve yüz hariç tüm vücudu örtülü olmayanlar örtülü çıplaktır.  Sadece saçı açık olanlar bile örtülü çıplaktır.

Yobazım değil mi? Hangi devir de yaşıyorum. Modern çağ da, bilgi çağında böyle düşünülür mü? Günümüz insanlarının düşüncelerine göre modern çağ da yaşıyoruz, gerçekte ahir zamanda yaşıyoruz. Cehennemliklerin sayılamayacak kadar çok, cennetliklerin ise; cehennemliklerin yanında parmakla sayılacak kadar az olduğu zamanda yaşıyoruz.

Saçının bir tutamının bile açık olması göz zinasına girdiğinden; saçı açık olan kadını gören her erkek göz zinası işlemiş oluyor. Saçı açık olan kadın da onu gören erkeklerin sayısı kadar zina günahı yüklenmiş oluyor. Daha ilkokul sıralarından itibaren, kız kardeşlerimiz, ablalarımız, kızlarımız başları açık olarak okula alınıyor değil mi?

 

Müslüman olduğunu iddia eden devletler, kâfir devletler dini hükümleri hiçe sayarak hükmediyorlar. Kız öğrencilerin başları kapalı olursa fitne çıkarmış. Büyüdükleri zaman ahlaksızlık çıkıyor ama kimsenin umurunda değil ki! Sonra diyorlar bir de bu nesil neden bozuldu.

 

Saçı başı açık olması yetmiyormuş gibi, bir de güzellik adına makyaj yapıyorlar ya. Süsleniyorlar, iltifat duymak, güzel görünmek, aynı ortamda bulunduğu diğer kadınlar arasında farklı olabilmek için. Yapmayan çok az kaldı değil mi? Çok nadir. Bazıları da modernlik adına, kendini kanıtlayabilmek, kendine güvendiğini gösterebilmek adına yapıyor. Makyaj yapmayan birini gördüklerinde küçümseyerek bakanlarda var tabi, ‘hangi çağda yaşıyorsun, bakımsız kadın olur mu’ diye. Herkes yapıyor, yapmayan da bir süre sonra yapmaya başlıyor bu zamanda.

 

Domuz eti yiyen dinden çıkar, kâfir olur. Peki, domuz neden haramdır? Neden bu derece de yasaktır? Domuz, kendi pisliğini yiyen tek hayvandır yeryüzünde ve eşini de kıskanmayan tek hayvandır. Makyaj malzemelerinin içinde domuz yağı bulunur, domuz yağı katkılı maddeler bulunur. Ne bulunursa bulunsun değil mi? Zorunlu haller dışında evden bile çıkmamaları gerekirken kadınlar için güzellik, beğenilme her şeyden önce gelir.

 

Kadının Cihadı Evde Durmaktır! Bu konuda varid olan hadisler şu şekildedir;

 

İbn-i Ömer Radıyallahu Anh, Ümmü Seleme Radıyallahu Anha ve Aişe Radıyallahu Anha’dan rivayet edilen hadiste buyrulur ki;

"Kadınların cihadı evde oturmaktır."

[hasendir. İbni Ömer'den: Ebu Ya'la; İbni Hacer, Metalibu Aliye(1591); Ümmü Seleme'den: Taberani, Evsat(6/198); Ebu Ya'la; İbni Hacer, Metalibu Aliye(1590); Aişe'den: Ahmed(6/68); İbni Kesir(4/1953); İbni Kayyım, İ'lamul Muvakkiin(4/221); Ebu Vakıd el-Leysi'den: Ahmed(5/218); İbnül Cevzi, el-Hadaik(2/336)]

 

Enes Radıyallahu Anh'dan; Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam kadınlara buyurdu ki;

"Sizin evlerinizdeki zahmetiniz, Mücahitlerin Allah yolundaki ameline ulaştırır." [hasendir. İbni Hacer,Metalib(1595); Ebu Ya'la(6/140); Bezzar; İbni Ebi Şeybe, Mecma(4/304); Maksadu Ali(770); Dürrü Mensur(2/153); Busayri,İthaf(3919); Kenz(45146); İlelül Mütenahiye(2/631); Taberani,Evsat(3/163); Mizanul İtidal(3/91); İbni Adiy(3/143); Mecruhin(1/299);Beyhaki, Şuab(8742-3); Lisanul Mizan(2/468);Camiüs Sağir(9162); isnadındaki Ruh Bin el-Müseyyeb hakkında İbni Main ve Bezzar güvenilir dediler. Esma Binti Yezid ra'dan benzer bir rivayet için bakınız; İbni Abdilberr,el-İstiab(4/1788);İbni Hacer,el-İsabe(4/229); İbni Sa’d(8/319); İbnül Esir,Üsdül Gabe(7/19);Halebi, İnsanul Uyun(1/149); Heytemi,ez-Zevacir(2/121);Tergib(3/53); sahih kaydıyla: Hakim, Taberani, Bezzar, İbnül Cevzi,Ahkamun Nisa(65); İbnül Cevzi,Telkihu Fuhum(s158)]

 

İbni Ömer Radıyallahu Anh'dan;

"Kadınların zaruret dışında sokağa çıkmaktan nasipleri yoktur. Onların kenarlar hariç yollardan da nasipleri yoktur."

[Taberani, Kenz(45062); Camius Sagir(7657); Mecmauz Zevaid(2/200); İbni Adiy(3/454)]

 

Ebu Amr Bin Hamas Radıyallahu Anh ve Ebu Hureyre Radıyallahu Anh'dan;

"Yolun ortası kadınlar için değildir."

[Hasendir. İbni Hibban(1969); Deylemi(5255); İbni Adiy(1/192); Beyhaki, Şuab(7821-23); İbni Ebi Hatim, Cerh veTa'dil(1/2/73); Heysem Bin Küleyb, Müsned(1/190); Elbani, Sahiha(856); Sahihul Cami(5425); Feyzul Kadir(7658); Busiri, İthaf(2670); Metalibu Aliye(2685); Taberani(3/158); Semerkandi, Bustan(854); Nevafihul Atire(1630)]

 

"Allah'a ve Ahiret gününe iman eden bir kadının, bir gün bir gecelik yolu yanında mahremi bir erkek olmadan gitmesi helal olmaz."

[Buhari(Mescidu Mekke, 6); Müslim(hac, 423); Darimi(2681); Ebu Davud(1724); Tirmizi(1170); İbni Mace(menasık, 7); Ahmed(3/7); Malik(1884); İbni Hibban(2714); Beyhaki(3/138); İbni Huzeyme(2523); Tahavi, Müşkil(2/113); Tayalisi(2317); Kayravani, Cami(256); İbni Hacer, Rahmetül Gaysiyye(s142); Leys Bin Sa'd, Erbaun(36)]

 

Buraya kadar kadınların ancak zaruret halinde kocalarının izniyle dışarı çıkabilecekleri, çıktıklarında yolun kenarından gitmeleri, sefer mesafesini ise yalnız gitmemeleri gerektiği anlatıldı.

 

İmam Şerahsi, İmam Muhammed'in Kitab-ul Kesb'ini açıklarken der ki;

"Erkeklerin kadınlara su taşımaları için bazı kaplar temin etmeleri gerekir. Çünkü kadın abdest almak ve su içmek için suya muhtaçtır. Abdest yerine teyemmüm etse bile su içmeden edemez. Nehirlerden, kuyulardan ve havuzlardan su almak için çıkması mümkün olmaz. Bismillahirrahmanirrahiym. Hem namusunuzu korumak için evlerinizde durun da önceki cahiliyet devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü'ne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor. Sadakallahül-Azıym. [Ahzab Suresi 33.ayeti] ile kadınlar evde oturmakla emir olunmuşlardır. Bunları getirmek erkeğin vazifesidir. Şeriat nafaka teminini erkeğe yüklemiştir."

[Şerahsi, Şerh-u Kitab-ul Kesb, sayfa 89]

 

İfadeye dikkat edilirse; içme suyu bulunan kadının abdest için evden dışarı çıkamayacağı belirtiliyor. Artık kadınlar, şehir şebekesinin de bulunduğu günümüzde ne gibi sebeplerle dışarı çıkmalarını gerektireceğini hesap etsinler.

 

Kadının evinin balkonundan bir şey almak için dahi dış elbise [çarşaf veya pardösü] giymeden çıkması haramdır.

[Faruk Beşer, Hanımlara Özel Fetvalar(1/82)]

 

"Gençlik delilikten bir şube ve kadınlar da şeytanın tuzaklarıdır"

[sahihtir. İbn-i Ebi Şeybe(8/162); Ebu Nuaym, Hilye(1/138); Heytemi, Zevacir(2/450); Zübeydi, İthaf(7/280); Dürrü Mensur(2/225); Keşful Hafa(1528); Münavi, Camiül Ezher(2/334); Mekasıdu Hasene(586); Temyiz(92); Deylemi(3665); Camiül Kebir(10985); Feyzül Kadir ve Camius Sağir(4928); Darekutni(4/247); Fethul Vehhab(38); Lalkai, Sünne(1058); Beyhaki, Medhal(786); Kudai(56); Tergib(4/298); el-Amiri; sahih dedi, Suyuti ve İbnül Gırs hasen dediler] buyrulmuştur.

 

Zamanın ucubelerindendir; belden daraltmalı, rengarenk, hatta yarım pardösüler, süslü, çiçekli, yaldızlı eşarplar dış elbisesi olarak giyilmekte, pantolon giyen, makyaj yapan, elini yüzünü açtığı yetmezmiş gibi dış elbise de giymeyen, yırtmaçlı etek giyen, peruk takarak çalışan ve kendilerinin bütün bunlarla örtülü olduğunu zanneden bayanlar var. Vallahi bunların hepsi Kuran'daki ve hadislerdeki örtülü emrine aykırıdır! Namaz kılanların namazı bile kabul olmaz! Kendi tercihiniz ile şeytanın tuzağı haline gelmeyiniz!

 

Ebu Şakra Radıyallahu Anh'dan;

"Başlarını deve hörgücü gibi yapan kadınları gördüğünüzde onlara hiçbir namazlarının kabul olmayacağını bildiriniz"

[Ahmed(2/223); Taberani(22/370); İbni Hacer, el-İsabe(7/206); Camius Sagir(644); Mecmauz Zevaid(5/137); Berika (5/346); Dümeyri, Hayatül Hayevan(s133); isnadında bulunan Mahled Bin Ukbe hakkında bkz: Buhari,Tarih(7/437); Cerh ve Ta'dil(8/348); İbni Hibban, Sükat(9/185); İbni Hacer, Lisan(6/9)]

 

Zorunlu haller dışında evden bile çıkmamaları gerekirken onlar için güzellik, beğenilme her şeyin önünde gelir. Yedikleri, içtikleri her şeye; dudaklarına sürdükleri rujlarda bulunan domuz yağı karışır, domuz yağı midelerine gider. Dinden çıkarlar. Kâfir olurlar. Hâlbuki saçının bir tutamının görülmesi bile zina olduğu halde, saçlarını açarlar, kestirirler, boyarlar; üstüne makyaj yaparlar. Ama kullandıkları makyaj malzemelerinde domuz katkısı olduğunu önemsemezler. Girdiği ortamlarda güzel kokabilmek adına parfüm kullanırlar. O ortamdaki erkeklerin hepsine zina günahı yüklenir onun yüzünden ve o ortamdaki erkeklerin sayısınca zina günahı yüklenir kendisi. Ama güzellik, modernlik her şeyin başında gelir kadınlar için.

 

Hangi bir kadın ki, koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir cemaatin yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı yüklenir.

[Ravi: Hz. Ebu Musa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 178]

 

Takılar takınıp süslenirler üstelik!

 

Sevban Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın yanına Fatıma Bintu Hübeyre, elinde altından iri yüzükler olduğu halde gelmişti. Aleyhisselatu Vesselam, kadının ellerine vurmaya başladı. Fatıma da hemen [oradan sıvışıp] Resulullah’ın kızı Fatımatu’z-Zehra’nın yanına girdi. O’na Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın kendisine olan davranışını anlattı. Bunun üzerine Hazreti Fatıma Radıyallahu  Anha boynundaki altın zinciri çıkarıp: ‘’Bunu bana Hasan’ın babası Ali hediye etti’’ dedi. Zincir daha elindeyken Resulullah Aleyhisselatu Vesselam yanlarına girdi ve şunu söyledi. “Ey Fatıma! Halkın: ‘’Resulullah’ın kızının elinde ateşten bir zincir var!’’ demesi seni memnun eder mi?’’ dedi ve böyle diyerek oturmadan geri dönüp gitti. Bunun üzerine Fatıma Radıyallahu Anha zinciri çarşıya gönderip sattırdı, parasıyla bir köle satın aldı ve onu azat etti. Bu olanlar Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a anlatılınca: ‘’Fatıma’yı ateşten kurtaran ALLAH’a hamdolsun!’’ buyurdular.

 [Nesai, Zinet 39, [8,158]; Kutub-i Sitte, 2105. hadis]

 

Ebu Hüreyre Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Bir kadın Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’a gelerek sordu:

“2 altın bilezik hakkında ne dersiniz, [takayım mı?]”

“Ateşten iki bileziktir, [takmayın!]” buyurdular. Kadın devamla:

“Peki, altın gerdanlığa [ne dersiniz?]’’ diye sordu. Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam’dan yine:

“Ateşten bir gerdanlık!” cevabını aldı. Kadın yine sordu:

“1 çift altın küpeye ne dersiniz?”

“Ateşten 1 çift küpe!”

….

[Nesai, Zinet 39, [8,159]; Kutub-i Sitte, 2104. hadis ]

 

Süslenip dururlar, kıyafetlerine aksesuar olarak takılar takarlar değil mi? En çok altın takmayı severler ama! Modaymış.

 

Bir de tırnak uzatıp boyarlar ya.

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz tekrar başka mevzua geçti ve [şeytana] şöyle sordu:

 

“Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?”

“İnsanların tırnakları arasında [gölgelendiririm]”

[Muhyiddin-i Arabi, Seceret’ül Kevn]

 

Şeytanların gölgelenmesi için uzattıkları ve üstüne boya sürdükleri tırnaklar. Bir de yemek yerler o uzun tırnaklı elleriyle, üstüne yemek de yaparlar. Modaymış. İlericilikmiş, Medeniyetmiş.

 

Leş parçalamış akbabalar gibi kıpkırmızı dudaklarla gezerler. Görenlerin içleri gider ya bir de. Bön bön bakarlar. Gerçekten de leş parçalıyorlar aslında, bilmezler ve kabullenmezler ama. Marka takıntısı vardır bazılarında, ille de yabancı markalar olacak onlar için, dünya modası. Moda diye gezerler ya. Yabancı ürünler aldıklarında dünyada ki Müslümanlara harp eden, Müslümanları öldüren ve öldürülmesine vesile olan kâfirlerin ekonomisine katkıda bulunurlar. Ne olursa olsun güzellikten vazgeçmezler. Son moda olan makyaj malzemeleri de gerçek Müslümanlara zulmeden kâfirlerin ürettikleridir.

Kapalı olanlara gerici gözüyle ve aşağılayıcı bir şekilde bakarlar ya, kendi aşağılıklarını, işledikleri günahları bilmezler. Açık-saçık giyinip vücutlarını sergilerler.

 

Modern çağ da yaşıyoruz değil mi? Modern çağ. Eskiden kâfir, müşrik, dinsiz, putperest kadınlar bile bırakın bedenlerini sergilemeyi saçlarını bile açmazlardı. “Hadi ya o kadar film var eskilere dair, nasıl olur?” Filmlerin senaryoları düzmecedir. Tarihi bir film olsa bile kıyafetleri, konuşmaları senaristler kendi kafalarına göre yazarlar. Birçok senaryo da sadece tema, ana konu ve karakterlerin isimleri doğrudur. Gerisi hep düzmecedir.

 

Bu zamanda başı açık olanlar, bedenlerini her türlü sergilemekten kaçınmayanlar arasında bile Müslümanlık iddiasında bulunanlar var değil mi? Müslümanlık ne dille, ne de kimliklere Müslüman yazmakla olur. Müslümanlık özle, kalpte olur. Kalpte.

 

Başı açık olan, bedenlerini sergileyecek şekilde ve vücut hatlarını gösterecek şekilde giyinenler; sürekli göz zinası işlediklerinden dolayı fahişedir. Bu şekilde giyinmelerine izin veren, ses çıkarmayan; aile büyükleri, ağabeyleri, kardeşleri, eşleri birer pezevenktir! Ama bu yönetim sistemleri, yöneticiler bu şekilde olmasını istiyor, bu şekilde olması için kanunlar koyuyorlar değil mi? Pezevenkler dünyamız...

 

Hakikatte gerçekten Müslüman olan ve ALLAH’a inanan bir erkek; bırakın açık-saçık giyinen kadını, sadece başı açık olan bir kadınla bile evlenmez. Tabi sözde değil, özde Müslümansa! Çünkü işlediği günahlardan ve kapaması, gizlemesi gerektiği halde, mahrem olduğu halde saçları açık olarak; her girdiği ortamda zina günahı yüklendiği için; başı açık olan kadın bile kâfirdir!

 

Hz. Ali Kerremullahu Vechehü anlatıyor: Resulullah Aleyhisselatu Vesselam “Gençlerinizin haktan saptığı, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?” diye sormuştu.

[Kutub-i sitte; Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid]

 

Gençlerin haktan sapması: gençlerin nereye gittiğini; gençlerin kendileri bile bilmiyor ki büyükler nasıl bilsin. Sadece heveslerini tatmin etmeye çalışıyorlar. Günü birlik yaşıyorlar. Önlerine ne gelirse, akıllarına ne eserse onu yapmak istiyorlar. Akıllarına eseni, etrafında gördüklerini yapıyorlar.

 

Kadınlar almış başını gidiyor; herkes kendi isteklerine göre hareket ediyor. Herkesin kendine göre doğruları var değil mi? Herkes kendi doğrusuyla, kendi bildiği doğruyla yaşamaya çalışıyor. Gerçek doğrular ise göz ardı ediliyor ve gericilik olarak adlandırılıyor. Herkes arayışını bulmaya çalışıyor ama neyi aradığını ve nerde araması gerektiğini bilmiyor. Herkes özgür değil mi? Bu zamanda özgürlük var. Herkes istediğini yapmakta serbest! Ama kimse ne istediğini ne yapmak istediğini tam olarak bilmiyor. Bir şeye takılıp gidiyor, onu yaptıktan sonra başka şeylere yönlendiriyor kendini. Çünkü yarım kalan yanı bir türlü tamamlanmıyor. Neyi aradığını bilmediği için, gerçekte aradığını bulamıyor çünkü.

 

“Ben var ya ben!”. Bu “ben” var ya. Herkes “ben” diyor değil mi? Herkes kendine göre yalnız. Herkes kendi doğrularını bulmaya ve kendi nefsinin istediği şekilde kurallar koyarak, kendi aklınca, kendi hevesince yaşamak istiyor, yaşamaya çalışıyor hayatını. Ve kendi istediği şekilde kurallar koyarak yaşadığı hayatına İslami hükümleri de eklemeye çalışıyor kendi aklınca! Ve ne yapmış oluyor? Kendine özel yeni bir din ortaya koymuş oluyor! Ben özgürüm. Sadece özgürüm demeler.

 

Hür olduğunu, özgür olduğunu; her istediğini yapmaya güçlü olduğunu iddiaya yeltenirsen sana ilk vurulacak damga: “Sen kâfirsin. ALLAH’ı inkâr ediyorsun!”

[Abdülkadir Geylani, Futuhul-Gayb]

 

Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır.

[Ramuz-el E-hadis,448/8; Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

 

Erkek erkeğe ilişkiye girenler, gaylar, homoseksüeller, Türkçe de ipne’ler. Kadın kadına ilişkiye girenler; lezbiyenler. Hayvanlarla ilişkiye girenler! Bu yaşadığımız çağda, bizlerin modern çağ ve bilim çağı olarak adlandırdığı çağ da; gerçekte ahir zaman olan çağ da, yaptığımız sapıklıklardan sadece bir tanesini yaptığı için helak edilen kavimler var bilir misiniz? Nerden bilelim, bunlardan bahsedilmiyor ki! Bahsedildiğinde de dinlemek istemiyoruz.

 

Âlimler ilmi sırf para kazanmak için öğrendiğinde [ilim yani<okumak ile veya görmek ile ve dinlemek ile elde edilen bilgi> para kazanmak için öğrenilip, para kazanmak için öğretildiğinde]. Dini dünyalık karşılığında sattıklarında, hükmü sattıklarında kıyamet yaklaşmış olacaktır.

[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

 

Âlimler yani bizim deyimimizle öğretmenler. Para karşılığında eğitim veriyorlar. ALLAH onlara akıl vermiş onlarda akıllarını kullanıp bundan faydalanıyorlar. ALLAH’ın hükmünü hiçe sayıp, maaşlarını aldıkları devletin öngördüğü bilgileri öğretiyorlar. Eski âlimler, eğiticiler, öğrencilerinden bırakın para almayı, onlara eğitim verebilmek için onların bütün ihtiyaçlarını karşılarlardı. Öğrencilerinin geçimlerini temin ederlerdi. “Bu kadar öğrenci var nasıl olabilir ki bu zamanda?” değil mi? Bu zaman da ki ilimlerin hepsi boş ilimler. Hepsi akılları karıştırmak, kurcalamak, boş yere beyinleri yormak ve birçoğu da sadece öğretmen olmak isteyen öğrencinin öğrenmesi ve öğretmenlerden başka kimsenin işine yaramayan bilgiler. Dünyanın bütün incelikleri için her türlü konu da ilim var bu zamanda. Ama din bakımından, gerçekler bakımından doğru dürüst bir eğitim sistemi yok! İlkokul 4. sınıflardan itibaren yabancı dil, İngilizce eğitimi verilir mesela Türkiye’de! Neymiş efendim? İngilizce dünya diliymiş. Ama üniversiteye gelinceye kadar; üniversitelerde de Arapça bölümü seçilmezse Arapça öğretmezler değil mi? Kutsal kitabımız, Kuran’ın dilini öğretmezler. Ama lafa gelince Müslüman bir ülkedir Türkiye. Bir de iddia ederler ya; en gelişmiş Müslüman ülke Türkiye diye! Kâfirlere gelince, onlarda dinlere saygı deyip dururlar, görünüşte öyledirler, gerçekte dine İslamiyete savaş açmışlardır.

 

Ahir zamanda kurt okuyucular olacak! Kim o zamana yetişirse, onların kötülüklerinden ALLAH’a sığınsın. Onlar çok kirli insanlardır. İnsanlar ikiyüzlü olacak, ikiyüzlülük ve gösterişten utanılmayacak.

[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

 

İkiyüzlülüğe devam eden adam puta tapan gibidir.

[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 236]

 

İmam dediklerimiz, âlim dediklerimiz bile okudukları, dini bilgileri oldukları halde; her türlü günahı işliyor. Sürekli haberleri çıkıyor. İkiyüzlü davranıyorlar. Halka iyiliği söylüyor gibi görünüp, kötülüğü emredenleri olduğu gibi, birçoğu da gizli günah işlemek bir yana açık açık herkesin gözü önünde işliyor. Onlar bile yapıyorsa normaldir ama diğer insanların da yapmaları.

 

Ahir zaman da öyle adamlar çıkacak ki, dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. Bunlar yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbi gibi katı olacaktır.

[İmam Tirmizi, Zühd, sayfa 60]

 

Âlimler din eğitimi için ücret alıyorlar, fetva vermek için. Televizyonlar da görüyoruz ya; onlara göre İslam’ı anlatmak için ekrana çıkıyorlar ve bunun karşılığında ücret alıyorlar. Kendi menfaatleri için dini kullanıyorlar.

 

Camilerin içinde ALLAH’a isyan içinde olanların, günah işleyenlerin seslerinin yükselmesi, dinen yasak olan şeyleri işleyenlerin, dinin emrettiklerini yerine getiren samimi müminler üzerine galip olup onlara zorla hükmetmeleri kıyamet alametlerindendir.

[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]

 

Günahkâr olanlar ileri gelenler oldukları için, halk içinde mertebe ve rütbe sahibi oldukları için mescitlerde, camilerde istedikleri gibi konuşup duruyorlar, yönlendiriyorlar herkesi. Birçoğu da gelmiyor, ama bir şekilde karışıyor!

 

İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki zenginler seyahat için, orta halliler ticaret için, onların âlimleri ikiyüzlülük ve gösteriş için, fakirleri ise dilenmek için hac ederler.

[Ramuz-el E-hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

 

“Hacı” desinler diye hacca gidenler, milletin gözüne dindar görünebilmek için hacca giden yöneticiler. Sırf reklam yapmak için dini istismar etmekten kaçınmayan şarkıcılardan, sanatçılardan, aktörlerden bile hacca, umreye gidenler var.

 

Ahir zaman’da ümmetim içerisinde en az bulunacak şey helal para ve kendisine güvenilir arkadaştır.

[Suyuti, Camiü’s-Sağır]

 

Çalışıyoruz ama neye çalıştığımızı bilmiyoruz. Kundakta ki bebek nasıl olur bilirsiniz! Emziği verirsin ağzına, ağlayıp sızlayınca yedirip içirirsin. Koca koca bebekleriz hepimiz gerçekte. Sadece devletin izin verdiği şekil de ve devletin öngördüğü ücretlerde çalışıyoruz. Devlet izin verirse ya da ekonomiyi düzeltebilirse yiyoruz, içiyoruz. Kundakta ki bebekler gibiyiz hepimiz. Ağlayan bebekleri ağlamasın diye pış pışlarlar ya. Bizi de öyle pış pışlıyorlar. Para gelsin de nasıl gelirse gelsin diyoruz. Alın teri döküyoruz ama ne için alın teri döktüğümüzü bile bilmeden, sırf alın teri döktüğümüz için aldığımızda helal olduğunu düşündüğümüz ücretler karşılığında her türlü işte çalışıyoruz. Ürettiklerimizin ya da çalışmamızın neye gittiğini, ne için çalıştığımızı bilmiyoruz. Sadece para için çalışıyoruz. Helali aramadan. Sadece para gelsin diyoruz. Yeter ki gelsin.

 

Bu zaman, ahir zamandır. Bu zamanda çoğu insanların mabudu[ilahı], paradan ibarettir. Bu zaman insanlarının çoğu, Musa Aleyhisselam’ın kavmine benzedi. Yahudilere benzedi. Onlar, altın buzağıyı kendilerine mabut[ilah] edinmişlerdi. Bu zamanın insanının altın buzağısı da paradır. Parayı kendine mabut edinmişsin, ilah edinmişsin. Paraya tapıyorsun! Senin taptığın para!

[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

 

Parasız hiç bir şey olmuyor ama değil mi? Bu dünya parayla dönüyor, parayla işliyor. Attığımız adım, içtiğimiz su bile parayla! Satılması haram olan şeylerden birisi sudur. Her yerde satılıyor ama! Parasız su bile vermiyorlar değil mi? Aldığımız nefes bile parayla! Para, olmazsa olmazlarımızın en birincisi olmuş!

 

Bu zamanda bırakın başka bir insanı; kendi ana-babamıza, kardeşimize; hatta kendimize bile güvenemiyoruz ki; güvenilir bir arkadaş nerede bulalım. Bir süre güvendiklerimizde bizim istediğimiz şekilde davranmıyor değil mi? Her şeyin ve herkesin kendi istediğimiz şekilde olmasını istiyoruz.

 

“Ben” diyoruz başka bir şey demiyoruz. Bu “ben” var ya; bizim içimizde taptığımız nefsimizdir.

 

Kıyametin önü sıra tanıdık kimselere selâm vermek âdet olur. Ticaret meydan alır, o derecede ki, kadın erkeğine yardımcı olur. Akraba yoklamaları kalkar ve yalancı şahitler çıkar, gerçek şahitlik gizlenir, yazarlar ise çoğalır.

[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 121]

 

Kıyametten hemen önce yalancı şahitlik yaygınlaşır, hakka şahitlik ise gizlenir.

[Ramuz-el E-hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

 

Yakın arkadaşımız bir hata yaptığında ya da kusur işlediğinde “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” oluyor ya da yaptığı halde yapmadı diyoruz. Onu savunuyoruz, yalan yere. Arkadaşlığımız, samimiyetimiz bozulmasın diye. Kendi içimizde, benliğimizde sürekli yalnız olduğumuzu düşündüğümüz halde, değer verdiğimiz insanların yaptıklarını; yapmamış olarak gösteriyoruz. Bir de tanımadıklarımızın yaptıkları var. Görüp, şahit olduğumuz halde gizliyoruz, lafını bile etmiyoruz. “Aman ne işimiz var, var yoluna git. Dertsiz başına bela mı arıyorsun?” demeler. Gölgemizden bile korkuyoruz kimi zaman. Gerçekleri söylemekten kaçıyoruz. Her şeyi çevremizdeki insanlara ve kendi doğrularımıza göre yorumluyoruz. Yararı dost bildiklerimizden, zararı düşman bellediklerimizden biliyoruz.

 

Senin kendisine güvenip ümit bağladığın her şey, senin ilahındır, mabudundur. Kendisinden korktuğun veya kendisine ümit bağladığın her şey senin ilahındır, mabudundur. Esas sebep olan ALLAH’ı tamamen unutarak, zararın da, faydanın da kendisinden kabul ettiğin her şey, senin ilahındır, mabudundur.

[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

 

İftiranın yaygınlaşması kıyamet alametlerindendir.

[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 450]

 

En basit olarak; bir ortamda bir suç ya da kabahat olduğunda bile ilk aklımıza o ortamda sevmediğimiz ve istediğimiz şekilde davranmayan kişiye yükleniyoruz değil mi? İlk onu itham ediyoruz. Onu suçluyoruz! Araştırmadan, düşünmeden ilk onu yargılıyoruz. İftira etmiş oluyoruz.

 

Selam halka değil de özel insanlara verilinceye kadar kıyamet kopmaz.

[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 470]

 

Kişinin yalnız tanıdıklarına selam vermesi kıyamet alametlerindendir.

[Ramuz-el E-Hadis, 121/4, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

 

Hangi birisine selam verelim, sokağa çıktığımızda insan kaynıyor. Hem selam versek garip garip bakarlar “Tanışıyor muyuz?” diye.  Her önüne gelene selam versek gideceğimiz yere yetişemeyiz. Adım atsak selam vermemiz lazım.

 

Aramızın bozuk olduğu ya da dargın olduğumuz, konuşmadığımız insanlara bile selam vermiyoruz. Selamı kesiyoruz. “Benden uzak olsun da, kime yakın olursa olsun” diyoruz!

 

Yahudilerin selam verdiği gibi selam vermeyin. Zira onlar elle, başla işaretle selam verirler.

[Ravi: Hz. Câbire Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 474]

 

Bizler el işaretleriyle, araba kornalarıyla selam veriyoruz değil mi?

 

İkiyüzlülük hâkim olacak, ikiyüzlülük ve gösterişten utanılmayacak.

[Ölüm- kıyamet ve diriliş, sayfa 470]

En sağlam bildiğimiz, en güvenilir bildiğimiz bile bizi sırtımızdan vuruyor. Herkes ikiyüzlü davranıyor. Kendimiz bile yapıyoruz ikiyüzlülük ama farkında olamıyoruz ya da olmak istemiyoruz. İşimize gelmiyor!

 

Şu 3 şeyle karşılaşılmadıkça ümmet güzel bir yol üzere olacaktır. İyilik kalkmadıkça, ahlaksız çocuklar çoğalmadıkça, aralarında “Essekkarun” ortaya çıkamadıkça. Dediler ki; “Essekkarun nedir?”

Cevap verdiler: “Ahir zaman’da gelecek bir nesildir ki, aralarındaki selamları birbirlerine sövüp saymak olacaktır.

[Kıyamet Alametleri, sayfa 141-142]

 

Son zamanlarda türeyen, birbirleriyle karşılaştıkları zaman selamları lanetlemeden, küfürden ibaret olan sarhoş bir nesil ortaya çıkmadan kıyamet kopmayacaktır.

[Ahmed bin Hanbel// Hakim, Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 54]

 

Gençler arasında argo[küfürlü] konuşmak hat safhada bu zamanda; ahir zamanda. Deyyus, dürzü, ipne, orospu, fahişe, … demeler. Hatta ağza alınmayacak küfürler, sövmeler.

 

Benden sonra ümmetim içinde fetret devri olacak. O devirde herkes helali aramadan mal talebinde bulunacak, kanlar akıtılacak ve şiir Kuran’a bedel tutulacak.

[Deylemi; Geleceğin Tarihi; Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 456]

 

Şiir Kuran’a bedel tutulacak. Şiirler ve şiirlerin müzikli hali şarkılar, türküler.

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. Şeytan cevap verdi.

 

“Rabbından neler talep ettin?”

“10 şey talep ettim.”

“Nedir onlar, ya lain?”

“Şunlardır:

4-benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı.

5-istedim ki; benim için bir ezan vere; ahenkli bir şekilde okunan kasideleri, ilahileri verdi.”

[Muhyiddin-i Arabi//Seceret’ül Kevn]

 

Şeytan, yeryüzüne atıldıktan sonra, "Ya Rabbi bana ev ver" dedi. "Hamamlar senin evin olsun" buyruldu. "Meclis" istedi, "Çarşılar ve yol ağızları" verildi. "Yemek" istedi, "Besmelesiz yenen yemekler senin olsun" dendi. Müezzin istedi, "Çalgıcılar müezzinin olsun" buyruldu. "Kuran" istedi, "şiir" verildi. "Yazın dövme, hadisin yalan olsun, resulün de bakıcılar, falcılar olsun, öksen, tuzağın da kadınlar olsun" buyruldu.

[Ravi: Hz. Ebu Ümâme Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 110]

 

İslam âlimleri buyuruyor ki!

 

İbn-i Hibban’ın bildirdiği hadis-i şerifte, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam, develerin boyunlarındaki çanları çıkarmıştır. Hâlbuki çan şehveti tahrik etmez. Çan bulunan yere rahmet melekleri girmiyor. Artık çalgıyı, çalgı aletlerini siz düşünün.

 

Şeyh-ul-İslâm Ahmed İbn-i Kemal Efendi Hazretleri 40 Hadis kitabında buyuruyor ki:

“Bütün çalgı aletlerini kırmak ve domuzları öldürmek için gönderildim” Bu hadis-i şerif, her çeşit çalgıyı ve domuz eti yemeyi yasak etmektedir.

 

Hazret-i Ebu Bekir, iki küçük cariyenin def çalıp şarkı söylediklerini gördü ve onları azarlayarak “Şeytanın çalgısını mı çalıyorsunuz?” dedi.

[Buhari]

 

İbn-i Ömer hazretleri, ihramlı bir toplulukta şarkı söyleyen birine, “Allah senin ibadetini kabul etmesin” dedi.

[İbn-i Ebid-Dünya]

 

Ashabı Kiram’dan Enes bin Malik hazretleri “En pis kazanç, şarkı ve çalgı aletleriyle kazanılandır” dedi.

[İbn-i Ebid-Dünya]

 

İbn-i Abbas Hazretleri, “Çalgı aletleri haramdır” dedi.

[Beyheki]

 

Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, “Yazıklar olsun sana. Bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı” dedi ve onu çıkardılar.

[Buhari]

 

Fudayl bin İyad Hazretleri, “Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir” dedi.

[İbni Ebid-Dünya]

 

Şeyhül İslam Ahmed İbn-i Kemal Paşazade, Risale-i Münire’de buyuruyor ki:

Cevâhir-i Fetâvâ kitabında “Raks [oyun], şarkı ve çalgı haramdır!” diyor. İstihsân kitabında çalgı dinlemenin haram olduğu bildiriliyor. Hidâye kitabının sahibi, “Şarkı söyleyenin şahitliği kabul edilmez” diyor. Tefsir âlimlerinin büyüklerinden İmam-ı Kurtubi, şarkı söylemek, ney çalmak ve raks etmek icma ile haramdır diyor. Abdülkadir-i Geylani’nin “Raksa[dansa, şarkı söylemeye] helal diyen kâfir olur!” fetvası vardır.

[Vesiletü'n Necat kitabı]

 

Şeyh Muhammed Rebhami Hazretleri buyuruyor ki:

Saz, tambur, tef, ney ve diğer çalgı aletlerini çalmak, ALLAH’ın emrini tutmamak olur.

[Riyad-ün-Nasıhin]

 

İmam-ı Şarani Hazretleri buyuruyor ki:

“Hakim-i Tirmizi’nin Nevadiru’l Usul adındaki kitapta rivayet ettiği hadis-i şerifte Resul-i Ekrem Efendimiz, “Her kim şarkı sesine kulak verirse, onun ruhanileri dinlemesine izin verilmez!” buyurdu. Oradakilerden biri tarafından, “Ya Resulallah, ruhaniler kimlerdir?” diye soruldu. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam da, “Cennet ehlinin okuyucularıdır” buyurdu.

[Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi]

 

İmam-ı Birgivi Hazretleri buyuruyor ki:

Saz dinlemekten kulaklarını korumalıdır.

[Risale-i Birgivi]

 

“Şarkı ve müzik, şeytani duyguları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir”

[Mecmu-ul Fetava]

 

Şarkı, Kitap ve Sünnetle yasaklanmıştır.

[İmam-ı Kurtubi]

 

Şarkı ve müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır.

[İbn-i Salâh]

 

İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Şami, Mültekıt kitabında “Hiçbir âlim, ahenkli bir şekilde okunan ilahiye, kasideye, şarkıya, … günah değildir demedi.” buyurdu.

[Mektubat-ı Rabbani, 266]

 

Kuran’ı şarkı söylercesine okumak haramdır.

[Fetava-i Bezzâziyye]

 

Çalgı çalmanın haram olduğu icma ile bildirildi.

[Makamat-ı Mazheriyye]

 

Çalgı çalarak veya oyun arasında Kuran okuyan kâfir olur.

[Tergib-üs-salât]

 

Dümbelek, ney, saz çalmak haramdır.

[Tahtavi şerhi]

 

Kuran’ı makam ile okuyan bir imamın arkasında kılınan namazın tekrar kılınması gerekir.

[Halebi]

 

Kuran’ı, Arap şivesine uygun, tecvit ile ve güzel ses ile okumalıdır. Ebu Davud’daki hadis-i şerifte, “Kuran’ı güzel sesle okuyun!” buyuruldu. Yani "ALLAH’tan korkarak okuyun" demektir. Bu da, tecvit ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa harfleri, kelimeleri değiştirerek, manayı, nazmı bozarak makam ile okumak haramdır.

[Berika]

 

Makamlı okumak, şarkı söylemek, çalgı aletleri haramdır.

[Tıbb-ün-nebevi]

 

Kuran’ı makamlı, şarkı söylercesine okumak ve dinlemek haramdır. Burhâneddin-i Mergınânî hazretleri buyurdu ki:

Kuran’ı makamlı, şarkı söylercesine okuyan hafıza, ne güzel okudun diyen kimsenin imanı gider. Tekrar kelime-i şehadet getirerek Müslüman olması gerekir. Kuhistânî de, böyle yazmaktadır.

[Dürr-ül-Müntekâ]

 

Makamlı şarkı söylemek ve dinlemek haramdır. Tekkelerde ilahiler okuyarak raks etmek, oynamak, dönmek haramdır. Şimdi, dinden haberi olmayan münafıklar, böyle tarikatçılık yapıyorlar.

[Fetava-yı Hindiyye 5/352]

 

Allame Zahirüddin bin Cafer diyor ki:

Mevlitte çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur!

[Mektubat]

 

Kitab-ül-Kırare’deki hadis-i şerifte, kıyamet alametleri sayılırken, Kuran çalgılardan okunur, [şarkı söylercesine, makamlı okunur] buyuruluyor.

[Tergib-üs-Salât]

 

Ney de, diğer çalgılar gibi asla caiz değildir. Eğlence ve para kazanmak için şarkı söylemek haramdır. Her çalgıyı çalmak ve dinlemek, raks etmek caiz değildir.

[Redd-ül Muhtar]

 

ALLAH aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi ve raks etmedi. Zikrin kalp ile sessiz olacağını Mesnevi’de bildirmektedir.

[Saadet-i Ebediye]

 

Şarkı, çalgı ile başkalarını eğlendiren şahit olamaz, şahitlik yapamaz!

[Mecelle m. 1705]

 

Her çalgı haramdır.

[Ahlak-ı Alaiyye]

 

Tef, tambur ve her çeşit çalgıyı evinde, dükkânında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile, satmak, hediye etmek, kiraya vermek haramdır.

[Berika]

 

Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır.

[Dürr-ül Mearif]

 

Harama helal diyen ve haramı ibadete karıştıran kâfir olur.

[Saadet-i Ebediye]

 

Her çeşit çalgı dinlemek haramdır.

[Fetava-i Bezzaziyye, Hadika, Ahlak-ı Alaiyye]

 

Müzik bütün dinlerde büyük günahtır.

[Dürr-ül-Münteka]

 

İncilin yasakladığı müziği, sonradan papazlar Hıristiyanlığa soktu.

[Mevahib-i Ledünniyye Şerh-i Zerkani]

 

Müfessirler, İsra suresinin 64. âyetinde şeytana, (Vestefziz... bi savtike [Sesinle oynat]) demenin çalgı ile oynat demek olduğunu, bu âyetin, her çeşit çalgıyı haram ettiğini bildirmişlerdir.

[Şeyhzade]

 

Lokman suresinin 6. âyetindeki “lehv-el hadis” ifadesini âlimler şarkı, çalgı aleti olarak bildirmiştir. İbn-i Mesud Hazretleri yemin ederek “lehv-el hadis”ten kasıt, çalgı aleti ve şarkı olduğunu söylemiştir.

[Tefsir-i İbn-i Kesir, Tefsir-i Medarik//İbni Mesud gibi büyük bir zata inanmayan cahillere ne denir ki?]

 

İlk makamlı okuyan, şarkı söyleyen şeytandır.

[Taberani]

 

Sesini şarkı söyleyerek yükseltene şeytan musallat olur.

[Deylemi]

 

Rahmet melekleri çan, zil, çıngırak bulunan yere girmez.

[Nesai]

 

Melekler köpek ve çan bulunan topluluğa yaklaşmaz.

 [Müslim; Ebu Davud; Tirmizi]

 

Çan şeytanın çalgı aletidir.

[Müslim; Ebu Davud; Nesai]

 

Şarkıcı kadını dinlemek, yüzüne bakmak haramdır.

[Taberani]

 

ALLAH [c.c.] Zurna, gırnata, ut, tef gibi bütün çalgı aletlerini, cahiliyet döneminde tapınılan putları kaldırmamı emretti.

[İbn-i Ahmed]

 

Bir zaman gelecek, zina, içki ve çalgıyı helal sayanlar çıkacaktır.

[Buhari]

 

Şarkı kalp de nifak meydana getirir.

[Beyheki]

 

Suyun otu büyüttüğü gibi, şarkı, oyun ve eğlence kalp de nifakı büyütür.

[Deylemi]

 

Rabbim içkiyi, kumarı, darbukayı ve şarkıcı kadınları haram kıldı.

[İbn-i Ahmed]

 

İçkilere başka isim verilerek içilir. Çalgılarla eğlenirler. ALLAH onları yere batırır, domuz ve maymun haline getirir.

[İbni Mace]

 

Şunlar zuhur ederse, ümmetimin helaki hak olur: Lanetleşmeler, içkiler, çalgılar ve erkeğin erkekle, kadının kadınla ilişkiye girmesi.

[Deylemi, Hâkim]

 

Çalgı aletlerini, putları yok etmek için gönderildim.

[İbn-i Ahmed; Ebu Nuaym; İbn-i Neccar]

 

Şeytana “Çalgılar müezzinin, yazıların dövme, elçin kâhinler ve falcılardır” denildi.

[İbn-i Ebid-Dünya; İbn-i Cerir; Taberani]

 

İki ses lanetlidir: Nimete kavuşunca çalgı, musibete maruz kalınca feryat.

[Bezzar]

 

Nimete kavuşunca çalgı çalmak ilahi gazaba sebep olur.

 [Deylemi]

 

Şarkılar, içkiler yayılınca, yere batmalar görülür.

[Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace]

 

Kuran çalgı aletleriyle okunmadan önce hayırlı amel işlemekte acele edin.

[Taberani]

 

Kuran çalgı aletleriyle okunduğu zaman ölebilirsen öl.

[Taberani]

 

Kuran’ı çalgı aletlerinden okuyanlara ALLAH lanet eder.

[Müsamere]

 

Belaya maruz bırakan 15 kötü âdetten biri çalgıların yayılmasıdır.

[Tirmizi]

 

Gözün zinası [harama] bakmak, kulağın zinası [haram şeyleri] dinlemektir.

[Müslim]

 

Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.

[Begavi]

 

Tabiinin büyüklerinden Nafi anlatır: Abdullah ibn-i Ömer ile beraber gidiyorduk. Ney sesi işittik. Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaştık. “Ney sesi daha işitiliyor mu?” dedi. “Hayır, işitilmiyor” dedim. Parmaklarını kulaklarından ayırdı. “Resulullah da böyle yapmıştı” dedi. Nafi, sonra dedi ki, ben o zaman çocuk idim. Bundan anlaşılıyor ki, Nafi’ye kulaklarını kapamasını emretmemesi, çocuk olduğu için idi. Çünkü çocuk isteyerek dinlese de ona günah olmaz. Yoksa Abdullah takvası sebebi ile kulaklarını kapattı demek doğru değildir. Nafi, böyle yanlış anlaşılmaması için, çocuk olduğunu bildirdi.

[Eşiat-ül-Lemeat]

 

Tasavvuf müziği diye bir şey yoktur. Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır.

[Dürr-ül Mearif]

 

Arkadan çekiştirmek veya devamlı ipek giymek yahut devamlı çalgı dinlemek gibi günahlara devam etmek kalbin kararmasına yol açar.

[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 580)

 

İçki içmek ve çalgı dinlemek gibi, kul hakkı ile ilgili olmayan günahların hepsine tövbe etmek gerekir.

[İhya-u Ulumiddin, İmam Gazali 4/65]

 

Herkes dünyadaki işine göre diriltilir. İçki içenler, sarhoş olarak, çalgıcı, çalgı çalarak diriltilir.

[Dürre-tül Fâhire fî-Keşf-i Ulûm-il-Âhıre – Kıyamet ve Ahiret, sayfa 36]

 

Çalgı dinleyenin veya ipek giyenin şahitliği kabul edilmez.

[İhya-u Ulumiddin, İmam Gazali 4/41]

 

Davet edildiği yerde günah bir şey varsa, mesela duvarda canlı resimleri varsa yahut çalgı çalınıyorsa, kadın erkek karışık ise böyle bir davete gidilmez.

[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 207)

 

Ut ve saz çalmak haramdır.

[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 231]

 

Çalgı aletlerinin üretiminden kaçınmak, zulümden kaçınmak olur.

[İhya-u Ulumiddin, İmam Gazali, 2/218]

 

 

Mevlana Celaleddin Rumi ve Musiki

 

Sual: Mesnevi’de, [Dinle neyden…] deniyor. Buradaki ney’den maksat çalgı mıdır, yoksa bir benzetme mi yapılmıştır?

CEVAP

Ney çalgıdır; fakat buradaki ney çalgı değildir. Çalgının her çeşidi haramdır. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri buyuruyor ki:

 

Mesnevinin birinci beytinde, [Dinle neyden, nasıl anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor] deniyor. Burada neyden maksat, İslam dininde yetişen kâmil, yüksek insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuştur. Zihinleri her an, ALLAH’ın rızasını aramaktadır. Ney, Farsça’da, “yok” demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden meydana gelmektedir. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden, ALLAH’ın ahlakı, sıfatları ve kemalatı ortaya çıkmaktadır. Ney’in üçüncü manası, kamış, kalem demektir ki, bundan da, kâmil insan kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri ve sözleri de, hep ALLAH’ın ilhamı iledir.

[Mesnevi Şerhi]

 

KISACA CELALEDDİN MUHAMMED RUMİ: Evliyanın büyüklerindendir. Mekatibi Şerife’nin 107. mektubunda diyor ki, Mevlana Celaleddin Rumi, Ehl-i sünnet Evliyası’nın büyüklerindendir. 1207 de Belh şehrinde doğup, 1273 de Konya’da vefat etti. Babası Sultan-ül-Ulema Muhammed Behaeddini Veled büyük âlim ve Veli idi. Daha çocuk iken babasının kalbindeki ilimlere kavuştu. Nefehat da diyor ki, Beş yaşında iken Kiramen Katibin meleklerini, Evliyanın ruhlarını ve sokakta dolaşan cinleri görürdü. Babası, oğlu ile Hicaz’a, sonra Şam’a ve Konya’ya geldi. Babası ölünce, oğlu ders verirdi. Önce Babasının halifesi olan Seyyid Bürhaneddin Tirmüzi’den 9 sene ilim öğrendi. Seyyid Bürhaneddin Kayseri’de defnedilmiştir. Bundan sonra, Şemseddini Tebrizi gelip irşat eyledi. Ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları, sonra gelen cahiller uydurdu. Divan-ı Kebir den 30 bin, Mesnevi de 47 bin beyt vardır. Farisidirler. Türkce şerhleri çoktur. Nakşibendi tarikatının büyüklerinden Abdullah-i Dehlevi hazretleri, “3 kitabın eşi yoktur. Bunlar Kuran, Buhari Şerif ve Celaleddini Rumi’nin Mesnevi’sidir” buyurdu. Yani, Evliyalık yolunun faziletlerini bildiren kitapların en üstünü Mesnevi’dir. Evliyalık ve nübüvvet yollarının faziletlerini ve inceliklerini bildirmekte ise, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mektubâtı’nın eşi yoktur. Görülüyor ki, tasavvuf büyükleri, birbirlerini sever ve överlerdi. Abdullah-ı Dehlevi Hazretleri, 107. mektupta buyuruyor ki: “O, Evliyanın büyüklerinden ve Ehl-i sünnet ve cemaat âlimlerinden idi.”

 

Şimdi Sünnet Seniyye Hadis'i Şerif ve Kuran’a ve Ehl-i Sünnete bu kadar bağlı olan bir büyük zatın diğer Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere, hadislere ve Kuran’a aykırı olarak müziğe helal dedi demek çok büyük bir iftira ve cahilliktir. Bunu yapanların bilmesi gerekir ki Mesnevi'deki ney'den kasıt Kendini ALLAH [c.c.] da yok eden “Kâmil İnsan” demektir. Ney, Farsça’da, yok demektir.

 

Bu kadar açık ve net olan Ney kelimesini tutup Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri müziğe helal dedi diye anlamak apaçık cahillikten başka bir şey değildir. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerine ait olmayan bir sözü Mevlana Celaleddin Rumi söylemiş gibi göstermek, iftira atmak düpedüz Ehl-i sünnete ve Peygamber Efendimiz’e ve ALLAH’a iftira atmak olur. Çünkü Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri yukarıda da Müziğin haram olduğunu beyan eden yüzlerce hadis, yüzlerce Ehl-i sünnet âlimi ve Kuran’a aykırı davranmaz, her sözü diğer âlimler gibi bu yola uygundur.

 

ALLAH’ın rızası, haram ettiği, yasak ettiği şeylerde olmaz, yani haramları işleyerek Allah’ın rızası kazanılmaz. Aksine, bu haramları terk ederek kazanılır.

 [Tam İlmihal / Dinimiz İslam]

 

10 şey vardır ki, Lut kavmi onları yapmış ve o yüzden helak edilmiştir. Ümmetim ise onlara bir de kendisi katar: erkek erkeğe ilişkiye girmek, fındık gibi topaç taşlarını sapanla atmak, güvercinle oynamak, tef çalmak, içki içmek, sakal kesmek, bıyık uzatmak, ıslık çalmak, el çırpmak [alkışlamak], ipek gömlek giymek. Bir tane de ümmetim ilave eder ki, o da kadın kadına ilişkiye girmektir.

[Ravi: Hz. Hasan Radıyallahu Anh, Ramuz El-Ehadis, sayfa 315, Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevi]

 

Sadece tef çalmak bile şeytanın ezanı. Tef çalmak bile. Şarkılar, kasideler, fasıllar, ilahiler şeytanın ezanlarıdır. Ama ilahiler dini içerikli, huzur veriyor değil mi? Gaflet uykumuzdan uyanmamamız için şeytan böyle oyalıyor değil mi bizleri? Şeytanın ezanı olan ilahiler. Şiirler şeytanın okuma kitabıdır. Her yerde şiirler var değil mi? ilahiler; ALLAH’ın adının,  peygamberlerin adının, islami konuların işlendiği ilahiler. Laf eğlencesi yapıyorlar. 7 gün 24 saat, televizyonlarda, radyolarda, sokaklarda, arabalarda, hatta cep telefonlarında bile şeytanın ezanlarını dinliyoruz. Nefsimize, kulağımıza hoş geliyor çünkü. Bu nesil şeytanın ezanları olan şarkıları, ilahileri, kasideleri dinleyen kulaklarıyla şeytana tapıyor. Şeytanın okuma kitabı olan şiirleri okuyan dilleriyle, şeytana tapıyor. Kalbine galip gelmesiyle de kalbiyle şeytana tapıyor. ALLAH’ın kitabı Kuran’ı okumuyoruz, ama şeytanın ezanlarını 7 gün 24 saat okuyup dinliyoruz. Müslüman olmayanlarsa zaten Kuran’dan habersiz!

 

Bismillahirrahmanirrahıym. Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, bilmeyerek ALLAH yolundan saptırmak ve onu alaya almak için laf eğlencesi satın alırlar. İşte bunlara alçaltıcı bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.

[Lokman suresi, 6. ayet]

 

Davet edildiği yerde günah bir şey varsa, mesela duvarda canlı resimleri varsa yahut çalgı çalınıyorsa, kadın erkek karışık ise böyle bir davete gidilmez.

[İmam Gazali, Kimya-yı Saadet, sayfa 207]

 

Hangi davette günah işlenmiyor ki bu zamanda? Düğünlerde kadın erkek bir arada dans ediyor, karşılıklı oynuyor. İçki içiyor. Kutlamalarda yapılmayan rezillik kalmıyor. Ailemiz, arkadaşlarımız olduğu için gidiyoruz değil mi ama? Bakalım cehennemden bizi kurtarabilecekler mi o kıramadığımız insanlar? Beraber odun niyetine yanarız cehennemde ne güzel:)

 

Kuran okurken ağlayın, eğer ağlayamazsanız ağlar gibi yapın.

[Sa’d Bin Ebi Vakkas’Tan, ibn-i Mace//İhyau Ulumi’d-din, 1.cilt, Rub’ul- İbadat, İmam Gazali]

 

Kuran okurken, dinlerken ağlamak sevaptır. Anlamıyoruz ama değil mi? Ama falan şarkıcının, falan sanatçının ağır ve duygulu şarkıları seslendiren sanatçıların şarkılarını dinlerken ağlarız, duygulanırız. Kutsal kitabımız Kuran’ı anlayamıyoruz ama şiirler, şarkılar direkt kalbimize hitap ediyor. Hislerimize tercüman oluyor. Bir de hareketli şarkılar eşliğinde oynayanlar, dans edenler var. Eskiden köleler, cariyeler efendilerine dans edip şarkı türkü söylerdi. Şimdi herkes nefsinin kölesi, cariyesi; şeytanın kölesi, cariyesi olmuş kendi kendine söyleyip dans ediyor. 7 gün 24 dört saat her yerde çalıyor. ‘Madem yasak, haram, madem şeytanın ezanları; niye her yerde çalıyorlar? Günah olsaydı çalmazlardı değil mi?’ Söyleyenlerde, çalanlarda şeytanın kulları, köleleridir. Onların taptıkları paradır. Para gelsin de nasıl gelirse gelsin umurlarında mı onların! Kuran’ı anlamayız, okumayız ama şiirler, şarkılar kalbimize ve kulağımıza hoş gelir. Ama Müslüman olduğunu iddia edenlere göre hepimiz Müslümanız. Sözde Müslüman özde şeytana tapan, şeytana kulluk eden putperestler dünyam. Kâfirler zaten kendi nefsine, dünya zevklerine tapıyor.

 

Kıyamet yaklaşınca o devrin en itibarlıları yaltaklık ve dalkavukluk yapanlardır.

[İmam Taberani; Deylemi, Son Zamanlarla İlgili Hadisler]

 

Bu zamanda bir yere geleceksen, bir makama yükseleceksen; ya torpilin olacak ya da yalakalık yapacaksın üstlerine, amirlerine. Doğruluktan kazanan olmuyor nasıl olsa. Doğrular kaybetmeye mahkûm. Yanlış olanlar, dalkavukluk, yalakalık yapanlar iyi işlerde çalışıyor, iyi yaşıyor.

 

İspiyoncuların, arkadan çekiştirenlerin ve alaycıların artması kıyamet alametlerindendir.

[Beyhaki, İbn-i Neccar; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 11]

 

Arkadan konuşanlar, arkadaşlarının hatalarıyla alay edenler, taklitçilik yapanlar. Taklitçiliğe hal ve hareket girmez sadece. Falan sanatçı şu şekilde saç yaptırıyor, falan şekilde giyiniyor. En sevdiğimiz sanatçı da o! Ona benzemeye çalışıyoruz. Onun gibi giyinmeye, onun gibi olmaya çalışıyoruz. Sanatçılar her şeyle alay ediyorlar değil mi? İslami değerlerle, boşu boşuna laf eğlencesi yapıyorlar; sırf para alabilmek için. Para için! Taptıkları para için, alkış, şan, şöhret için!

 

Gerçekte, filmler, diziler de taklittir. İnsan davranışlarının ve olaylar karşısında verdikleri tepkilerin taklit edilerek canlandırılmasıdır. Her türlü olayın canlandırılmasıdır.

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır. Sadakallahül-Azıym.

[Kehf Suresi, 56. ayet]

 

Kim gülerek günah işlerse, ağlayarak Cehenneme girer.

[Ravi: Hz İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 400]

 

Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin eden bir takım insanlar ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz.

[İmam-ı Ahmed; Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 15]

 

“Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi”

Bunlar ilk başta şarkıcılar, sanatçılar, aktörler, aktrislerdir. Para için, şan için ağızlarında geveleyip durular. Şanları, şöhretleri biraz daha artsın, cepleri biraz daha dolsun diye. ALLAH güzellik vermiş kimisine, kimisine de ses vermiş. Mesleklerinin ismi “sanat’dır.” Aktörler, aktrisler her şekle giriyor. Laf olsun diye yemin edenler, yalan konuşanlar, her türlü yalanı konuşanlar. Ama onlar mesleğini yapıyor değil mi? Böyle bir meslek yok ki gerçekte! Onlara sorarsan önemli şahsiyetlerdir. Ama gerçekte kukladırlar! Parayı verirsin, “şunu söyle” dersin, söylerler, “şöyle giyin” dersin, giyinirler, “şu şekilde davran” dersin, davranırlar. “Açıl” dersin, açılırlar, “soyun” dersin, soyunurlar. “Yatağa yat” dersin, yatarlar, “” dersin, açarlar. “Küfret” dersin, küfrederler. “Yemin et” dersin, yemin bile ederler. Sanatlarını yapıyorlar ama kendilerine göre. Kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan, kimin kiminle düşüp kalktığı belli olmayan sanatçılar. Para için, şan için, şöhret için dinlerini imanlarını bırakıp, paraya, şana, şöhrete, makama taptıklarını gizleyen sanatçılar. Bir de halkımız kendi dinine, kitabına, ALLAH’ına, peygamberine, din kurallarına sahip çıkmaz, ama sanatçılara, aktörlere, şarkıcılara sahip çıkarlar değil mi? Onları savunurlar. Çünkü onları seviyoruz.

 

Allah lanet etsin, halkanın ortasına oturana. [Yani güldürmek için, eğlendirmek için sahneye çıkana.]

[Ravi: Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

 

ALLAH dışında her şey, bir puttur. Kişi ALLAH’tan başka neye bağlandı ve neye gönül verdiyse, kimi sevdiyse o onun putudur.

[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

 

Kişi sevdiği ile beraberdir! Cehennem de sevdiğimiz sanatçılarla beraber odun olarak cehennem ateşini alevlendririz o zaman!

 

Süveyd İbn-u Gafle Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Ali Kerremullahü Vechehü dedi ki: ‘’Ben size Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’dan bir hadis söyleyince, ALLAH’a yemin olsun Aleyhisselatu Vesselam’ın söylemediği bir şeyi söylemektense gökten [yere]  atılmayı tercih ederim. Ancak benimle sizin aranızda meydana gelen şeyler hakkında konuşunca, bilesiniz harp hiledir. Zira ben Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın şöyle söylediğini işittim:

‘’Ahir zaman’da akılca kıt bir takım imamlar çıkacak. Yaratılmışların en hayırlısının sözünü söylerler, Kuran okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar. Onlara nerede rastlarsanız onları gebertin[öldürün]! Zira onları öldürene, kıyamet günü ALLAH’ın vereceği sevap var.’’

[Buhari, Fezailu’l-Kur’an 36, Menakıb 25, İstitabe 6; Müslim, Zekat 154, 1066. hadis; Ebu Davud, Sünnet 31, 4767.hadis; Nesai, Tahrim 26, <7,119>; Kutub-i Sitte 4780. hadis.]

 

Bu hükme göre söyledikleri gibi amel etmeyen, fetvalarına uymayan imamları öldürmemiz gerekiyor. Sadece dini kötüye kullanan, kendi menfaati için kullanan imamlara ölüm hükmü varsa; para için dinini satan, üstüne dinini kullanan, üstüne üstelik İslam’ın neslini bozan sanatçıların, aktörlerin, artistlerin, şarkıcıların görüldükleri yerde kellesinin vurulması gerekir! Ama insan hakları var değil mi? İnsan öldürmek günah! Hangi çağ da yaşıyoruz. ALLAH’ın ve Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in emirlerinden daha çok biliyorlar değil mi bu sistemleri oluşturanlar? ALLAH’tan daha merhametliler o zaman. ALLAH’ın hükmünün uygulanmadığı yerde Müslümanlık olmaz! Öldürsek içeri alırlar değil mi? İşkence yaparlar! Hapse atarlar! Ahiret de bizi cehenneme atacaklar ama bu dünyada, fani dediğimiz bu hayatta, dini hükümlerin uygulanmamasına itiraz etmiyoruz. Masumlar öldürülünce kimse kılını bile kıpırdatmıyor. Ama lafa gelince Müslüman olduğunu iddia edenler için; “hepimiz Müslümanız” demeler.  Şuan Afganistan’da, Irak[IraQ]’da, Filistin’de ve Ortadoğu çevresinde öldürülen gerçek Müslümanlar insan değil mi? Hani insan öldürmek çok büyük günahtı? Sebepsiz yere ülkeleri işgal edilip sebepsiz yere öldürülüyorlar kimse ağzını açmıyor, ama İslam’ın neslini bozanlara sıra gelince insan hakları ve özgürlük var! Bütün Müslümanlar kardeştir! Bu zamanda kişinin kendi öz kardeşinin yaptığını düşmanı yapmıyor ama değil mi? Müslüman olunsaydı yapmazdı! Ne yapabiliriz? Kanunlar, kurallar var!

 

Yarın huzuru mahşerde bize ne buyuracaklar biliyor musunuz? “ALLAH, yarattığı kullarının, aralarında hükmetmeleri için koyduğu kanunları bilememiş mi ki; siz başka kanunlar koyarak, başka kanunlarla hükmettiniz?”

 

Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerinin temin eden bir takım insanlar ortaya çıkmadıkça,.

Şairler, yazarlar, gazeteciler, amirler, memurlar, öğretmenler, … Daha doğrusu geçimlerini sadece konuşarak ve yazarak kazananlar var ya. İşte bunlar sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin ederler. Güç kullanmadan, sadece konuşarak ve yazarak geçimlerini sağlarlar.

 

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, adam bir topluluğun içinde oturacak ta kendisini dile alacaklar korkusuyla kalkamayacak.

[Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 30; Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 504]]

 

Girdiğimiz ortamlarda yanlış bir konu konuşulduğunda, kalkmak istesek de kalkamıyoruz değil mi bazen? Doğru olmayan bir konuda açıklama yapmıyoruz, gerçeği söylemiyoruz, karışmak istemiyoruz, herkes istediğini yapmak ta, istediğini söylemekte özgür nasıl olsa! Hele bir de arkadaşlarımız söylüyorsa o yanlışları, bizde onaylıyoruz. Yorum yapmaktan da kaçıyoruz bazen. Susup dinliyoruz! Susarak da söylenenleri kabullenmiş ve onaylamış oluyoruz. İçimizden farklı düşünüyoruz ama. Doğrusunu bildiğimiz halde susuyoruz. Konuşmayacaksak terk etmemiz gereken o ortamı bile terk etmiyoruz.

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler, bir kavim başka [bir kavimle] alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlarda kadınlarla [alay etmesin], belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Sadakallahül-Azıym.

[Hucurat Suresi,11.ayet]

 

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!

 

Dünya üzerindeki İslam ülkeleri arasında en medeni olan ülke Türkiye gösteriliyor. Her türlü özgürlük var nasıl olsa! Kimin kiminle ne yaptığına bakılmadığı için moderniz, medeniyiz. Yaptığımız işlerin “helal mi? haram mı?” olduğuna önem vermeden; yeter ki para gelsin de, nasıl gelirse gelsin deyip, her türlü yoldan para kazanmaya çalıştığımız için moderniz. 7 gün 24 saat her yerde şeytanın ezanları okunup söylendiği için moderniz. Okullarda bile şeytanın okuma kitabı olan şiirlerin bulunduğu kitaplarla moderniz. Dinen yasak olan her şeyi, haram olan her şeyi helal saydığımız için moderniz. Dünya üzerinde İslamiyet en güzel Türkiye de yaşanıyor ama değil mi?

 

Vah sizlere! Üzerinizde İslam’ın yalnızca ismi var, bu isim Müslümanlığı size fayda vermez.

 [Abdülkadir Geylani- Fethur Rabbani]

 

İran da, Afganistan da, kadınlar çarşafla geziyorlarmış. Ne gericilik değil mi? Modern çağda her şey serbest. Daha doğrusu modern çağ dediğimiz ahir zaman da, bütün haramlar, haram olan ne varsa serbest! Haram olan ne varsa yapıldığı için, hepsinin yapılmasına izin verildiği, göz yumulduğu için gelişmişiz. Ama diğer İslam ülkeleri geri kalmış. Şeriat ile yönetilenler zaten fi tarihinde yaşıyor değil mi? Medeniyet diye dilendiğimiz şey İslam’dan, dinden, imandan vazgeçmekten başka bir şey değil!

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın [arkasından çekiştirmesin.] Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. ALLAH’tan korkup-sakının. Sadakallahül-azıym.

[Hucurat Suresi,12. ayet]

 

Hepimiz herkesin kendi istekleri doğrultusunda olmasını, o şekilde davranmasını istiyoruz ya; kendi doğrularımızın aksi bir hareketi yapan kim olursa olsun, isterse eskiden çok yakın arkadaşımız olsun; yine onun hakkında konuşup, anlatıyoruz. Onun arkasından konuştuğumuz yetmiyormuş gibi, kendimizde eklemeler yapıyoruz. Gıybetin anlamını bile bilmiyoruz ki. Yapıyoruz ama! Gıybet kişi hakkında söylenen; duyduğunda ya da duymuş olsa, hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemektir. Bizim sözlüğümüzde öyle bir kelime yok ama değil mi? Ya da bizim sözlüğümüzde o kelimenin anlamı o şekilde değil!

 

”Sizin aranızda kolera ve şarbon gibi ölümcül hastalıklar yaygınlaşacaktır.”

[Sahih-i Buhari]

 

Ölümcül hastalıklar, salgınlar.

Mektuplarla şarbon virüsü gönderildi bir ara. Çin de ‘’SARS’’ virüsü ortaya çıktı. Bir de “kuş gribi” tabi. Türkiye’nin Ağrı ilinde dezenfekte kıyafetler giyen kâfirler, tavuklara enjektörlerle kuş gribi diye adlandırılan dizanteri mikrobunu aşıladılar. Uçaklarla havadan dizanteri mikropları bırakıldı Türkiye’nin üzerine. Milletvekillerinden biyolojik savaş diye açıklama bile yapıldı, ama kimse kurcalamadı. Her zaman olduğu gibi üstün körü konusu geçti. Üstü kapandı. Ama özgür bir ülkeyiz değil mi? Hayvancılığı da bitirdiler artık.

 

Gelelim “domuz gribine”.

 

Şimdiye kadar üç firma üretim yapmış:

 

GlaxoSmithKilne firmasının Pandemrix, adlı aşısı.

 

Baxter International’ ın H1N1aşısı.

 

Her ikisinin de henüz lisansı yok. Avrupa ilaçlar kuruluşu tarafından onaylanmamış.

 

Novartis tarafından üretilen Influenza A (H1N1) 2009 Monovalent.

 

Amerika’nın bazı eyaletlerinde zorunlu aşılamaya karşı tepkiler artıyor. Aşılardan ölümler meydana gelmekte. İngiltere ülkesinde kesinlikle böyle bir uygulama yapmayacağını söylüyor. Diğer ülkelerde de durum farklı değil.

 

Bu aşılar yapıldığı takdirde:

 

-Guillain-Barre sendromu

 

-Vaskülit

 

-Felç

 

-Anafilaktik şok

 

-Ve ölüme neden olabileceği duyuruluyor.

 

Ayrıca Novartis firmasının geliştirdiği ilacın yan etkilerini Novartisin kendi laboratuvar sonuçlarından okuyabilirsiniz.

 

1-Domuz gribi aşısının içinde domuz kanı var.

2-Bu aşının içinde kısırlık meydana getiren yan etki var.

3-Bu aşının içinde insanın genetik yapısını bozan maddeler var.

4-Bu aşının içinde dünya da bir numaralı kansorojen madde özelliği taşıyan formaldehit bulunuyor. Yani Amerika yasaklı, Avrupa da yasaklı olan bir madde!

[Amerika’da bu aşı vurulan bir vatandaş devlete dava açtı]

 

Şimdi işin sosyolojik boyutu!

 

1-Almanya’ da hükümet yetkilileri bürokrasi kesimi civasız aşıyı kullanırken, halka civalı aşı kullandılar. Bu haber Almanya’da duyulunca halk ayaklandı. Türkiye’ye gelen ilk parti aşı [500 bin aşı] civalı idi!

 

2-Kuş gribi hastalığının ilacı olan Tamifulu ilacının firma sahibi Donald Rumsfeld [Amerika’nın 3. etkili adamı] idi ve 2 milyar dolar kazandı. Domuz gribi hastalığının ilacını üreten firmaların hepsi Yahudi firmasıdır!

 

3-Türkiye de ciddi olmamasına rağmen sözde birkaç ilde eskilerin ajan Lawrence’leri gibi Türkiye’ye sokulan sözde sanal hastalık ile halkı kandıran ülke yöneticileri, haberlerde yapılan domuz gribi haberleri ile halkı psikolojik baskı altına alıp kendilerince alınacak 43 milyon aşının, yani 1 milyar dolarlık aşının bahanesini oluşturdular!

 

4-Hiçbir ülke de, hatta ölümlerin yaşandığı ülkelerde bile, ülke halinde bu kadar aşı talebi olmazken, neden Türkiye kobay ülke olarak denendi?

 

5-Domuz gribi hastalığını kendi kendine oluşabilecek bir evresi olmayan bir hastalıktır! Yani özel labaratuvar da özel hazırlanması gereken bir hastalıktır!

 

Şimdi asıl düşünülmesi gereken şey!

 

1-Tevrat’ta İsrail’in “Armegeddon Savaşı” yapacağı ve dünya da sadece 144 bin kişinin kalacağı yazıyor! Bu savaşın sadece silahla olacak bir savaş olmadığını düşündüğümüzde, bu salgın hastalıkların hepsi labaratuvar da hazırlanan hastalık olduğunu düşündüğümüzde ve ilaç firmalarının hepsinin Yahudi kuruluş olduğunu düşündüğümüzde, … Sizce sonuç ne çıkıyor?

 

2-Hacca gideceklere aşı vuruldu. Şimdi hacı adaylarına, Diyanet İşleri Başkanlığı’na soralım. “Haramla tedavi olunmaz!” hadisi varken ve domuz gribi aşısının içinde domuz kanı varken, bu aşıyı alan hacı adaylarının haccının kabulü ve sağlıkları nasıl hiçe atılabilir?

 

Domuz gribi denilen safsata çıkmadan önce ilacı üretilmişti. Bu ilacı satmak için bir hastalık icat edilmeliydi ve domuz gribi adında bir virüsü [mikrobu] halka bulaştırdılar. Domuz gribinin adı bile yokken Türkiye’ye geliyor diye haberleri gelmişti. Bu haberlerin ne amaçla verildiğini belliydi. Kasten yapılan uygulamalı hastalıklardan biride bu şimdi.

 

Hatırlarsınız zehirli kenelerde bu şekilde Türkiye’ye sokulmuştu, köy evlerinde olan keneler yüz yıllardır kimseyi öldürmemişti. Yine gündemi meşgul etmek için, halkı başka yöne çekmek için bir müddet kenelerle oyalanıldı. Tüm medyalarda zehirli kene vardı. Kavanozlarla getirip piknik yerlerine dökmüşlerdi. Şimdide domuz gribini insanlara bulaştırıp panzehiri olan aşıyı sattılar. Sağlık ocaklarında bebeklere yapılan aşıların gerçek içeriğinin ne olduğunu ne kadar biliyoruz?  Onlarca aşı türü var, hangisi gerçek sağlık amaçlı, hangisi DNA’yı değiştirmek için yapılmıştır? İşte bunlar muamma!

 

Yurt dışından gelen 3 öğrenci getirmiş ve okul karantinaya alınmış, hatta velilere de geçmiş. Kılıf hazır! Yazık! Çok yazık ki insanlarımız kobay olarak kullanıldı!

İnternet kullananlar iyi bilir, anti virüs programı [mikrobu engelleyen program] satmak için önce virüs icat edilir, bunu tüm internet âleminde yayarlar. Böylece ya format atarsınız bilgisayarınıza veya o virüsten kurtulmak için anti virüs programını satın alırsınız. İşte bunun aynısı insanlar üzerinde de uygulanıyor.

 

Doktorlar, "Sakın aşı olmayın" diyor!

Biz, 27 Eylül 2009 tarihli Yeniçağ’da, “Domuz gribi aşısı neden ilk olarak Türkiye’de?” diye sorarken Türk halkının kobay olarak kullanıldığını belirtmiştik. İki hafta sonra eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş, aynı zamanda bir tıp doktoru olarak, testleri yapılmayan aşının Türkiye’de denenmesini kınamış ve grip salgını karşısında bağışıklık sistemini güçlendirecek tedbirler alacağını ama ailece aşı olmayacaklarını söylemişti.

 

Sağlık Bakanlığı ise hâlâ ısrar ediyor. Bu arada Ankara’daki salgının, grip aşısının geldiği günlere denk gelmesi de anlamlıydı! TRT halkı paniğe sevk edecek yayınlar yaptı!

 

***

Sistem içinde bulunan doktorlar alenen aşıya karşı çıkamadı! Fakat el altından bütün doktorlar, “aşı olmayın, tehlikeli yan etkileri var” diye yakınlarını uyardı!

 

Osman Durmuş, Sağlık Bakanlığı’nın aldığı aşılardaki alüminyum ve skualen maddelerinin öldürücü ve felç edici etkileri bulunduğunu açıklamıştı.

 

Bir aşının testinin yapılmış sayılması için üç milyon kişi üzerinde denenmiş olması gerekiyor. Bazıları, ABD’de aşılama kampanyasının başladığını iddia ediyor ama durum hiç de öyle değil. New York’ta aşı yaptırmaları zorunlu kılınan sağlık görevlileri, aşıların yeterince test edilmediğini belirterek aşı kampanyasını durdurmak için dava açtı.

 

Washington’daki Federal mahkemede açılan davanın dilekçesinde, “Bir domuz gribi salgınını önlemeyi bırakın, zayıflatılmış canlı virüs içeren burun aşıları bir H1N1 salgınını tetikleyebilir” denildi.

Turner, şikâyetlerinin kabul edilmesi halinde aşının ülke genelinde dağıtımının durdurulacağını kaydetti.

 

ABD’de zayıflatılmış canlı H1N1 virüsü içeren 2.4 milyon doz burun spreyi şeklindeki domuz gribi aşısı eyalet ve yerel sağlık idarelerine dağıtılmıştı.

 

Avustralya’da ise domuz gribi aşısının uygulanmasına başlandı. İlk etapta, en riskli gruplar olan sağlık çalışanları, hamile kadınlar ve kronik hastalar aşılandı. 10 yaşın altındaki çocukların ise aşının denemelerinin devam etmesi sebebiyle henüz aşılanmayacağı kaydedildi.

 

Görüldüğü gibi durum tartışmalı!

 

***

 

Peki, bir hükümet, nasıl olur da kendi halkının, ilaç şirketleri tarafından kobay olarak kullanılmasına razı olur?

Görüldüğü üzere İktidar Partisi’nin beyin takımının, sadece Türkiye ile değil, Müslümanlık ile de bir sorunu var! Ermenistan ile barışacağım diye Azerbaycan bayrağını yasaklamaya kalkışabilen bir iktidarın, Türkiye’deki insanların kobay olarak kullanılmasından rahatsızlığı da olmaz! Nitekim sonunda Bakü’deki Türk şehitliğinden Türk bayraklarının indirilmesi sonucunu elde ettiler!

 

***

 

SİYASET - SON DAKİKA

Eski Sağlık Bakanı'ndan domuz gribiyle ilgili şok açıklama!

 

MHP Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş, kendisini ve ailesini domuz gribi salgınından korumak için koruyucu tedbirlere başvuracağını, ancak, aşı olmayacağını söyledi.

 

Durmuş, MHP Afyon Milletvekili Abdülkadir Akcan ve MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy ile birlikte domuz gribi salgını ve alınacak aşıyla ilgili basın toplantısı düzenledi.

 

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın "Şubat, mart aylarında eğer grip aşısı yapılmazsa 21 milyon kişi hastalanacak, 5 bin 300 kişi ölecek" şeklinde kehanette bulunduğunu ifade eden Durmuş, kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla toplantı yapma ihtiyacı duyduğunu belirtti.

 

Domuz gribi pandeminin laboratuarlarda üretilen bir virüs olduğuna dair resmi beyanların BM Genel Kurulunda ifade edildiğine dikkati çeken Durmuş, dünyada 60’ı aşkın grip salgını yapan virüs bulunduğunu kaydetti.

 

Her yıl mevsimsel grip salgınlarından dünyada 250-500 bin, Türkiye’de ise 17 bin kişin hayatını kaybettiğini vurgulayan Durmuş, domuz gribi nedeniyle 1 yılda ölen hasta sayısının tüm dünyada sadece bin 500 kişi olduğunu söyledi.

 

Osman Durmuş, "Domuz gribi daha hızlı yayıldığı halde mevsimsel gripler kadar korkutucu ve öldürücü değildir. Peki, niçin toplum paniğe sevk edilmekte? ’aman elinizi çabuk tutun ve hemen aşı olun’ denilmekte? Küresel krizin faturası gelişmekte olan ülkelere bu şekilde ödettiriliyor" dedi.

 

-"İNSANIMIZ DENEK OLARAK KULLANILACAK"

 

Körfez Savaşı sırasında Amerikalı askerlere yapılan şarbon aşılarına katılan skualen ismi verilen doymamış yağ asidi ilave edildiğini, bunun sonucunda askerlerin yüzde 95’inde vücudu tahrip eden hastalık ortaya çıktığını bildiren Durmuş, Sağlık Bakanlığı’nın aldığı Smith Klein, Pastör ve Novartis aşılarında alüminyum ve skualen maddesinin bulunduğunu kaydetti. Durmuş, aşının gerekliliği, etkinliği ve hem de öldürücü ve felç edici etkilerinin, bilim çevrelerinde isteksizliğe yol açtığını vurguladı.

 

Osman Durmuş, medeni ülkelerde ilaç veya aşı üretildikten sonra laboratuarda etkinliğini, yan etkileri, biyolojik olarak hayvan deneyleriyle güvenilirliği test edildikten sonra insan üzerinde Faz-1 [üçüncü dünya ülkelerinde gönüllülere ve özendirme] ile Faz-2 [geri kalmış ülke insanları üzerinde denenmesi] uygulamalarına gidildiğini anlattı.

 

Türkiye’ye alınan aşıların henüz Faz-1 ve Faz-2 sonuçlarının bulunmadığına dikkati çeken Durmuş, "Yani insanımız denek olarak kullanılacak!” dedi!

 

Sayın Bakan, firma yetkililerinin aşıyı Sağlık Bakanlığı’na vermeyeceklerini, kendi personelleri menfaatiyle Türkiye’de aşılama yapacaklarını’ ifade etmiştir.

 

Eğer bu bilgi doğru ise bunun anlamı ’biz 40 milyon denek üzerinde Faz-1 uygulaması yapacağız’ demektir. Türkiye’deki insanların üçüncü dünya ülkesi vatandaşı gibi kobay olarak kullandırmak, bu Sağlık Bakanı’na ne gibi bir itibar kazandıracaktır" diye konuştu.

 

-"AŞI OLMAYACAĞIM"-

 

New Jersey’de 1976 yılında askeri personel arasında çıkan domuz gribi salgınında 1 kişinin öldüğünü, bunun üzerine herkesin aşılanması gerektiğinin söylendiğini belirten Durmuş, 40 milyon Amerikalının aşılandığını, bu aşıya bağlı olarak ise 25 kişinin öldüğü ve 532 kişide sinir felcine yol açan Guillian-Barre sendromu görüldüğünü anlattı. Bunun üzerine aşılamanın durdurulduğunu belirten Durmuş, "Dürüst bir devlet adamı olan dönemin ABD Başkanı Gerald Ford, aşılamayı durdurmuş, ihracını yasaklamış ve her ülkenin kendi ulusal aşı programını başlatmasını istemiştir. Ben de Başkan Ford’u ciddiye alıyorum. Kendimi ve ailemi grip salgınından korumak için koruyucu tedbirlere başvuracağım, ancak aşı olmayacağım" diye konuştu.

 

Durmuş, Sağlık Bakanlığının 43 milyon doz aşı sipariş verdiğini, bunun için 500 milyon TL ayrıldığını bildirdi.

 

Selçuk Üniversitesinde veteriner Prof. Dr. Osman Erganiş’in "50 milyon TL’ye Türkiye’nin 10 yıllık aşısının üretilebileceğini" ifade ettiğini belirten Durmuş, "Yani yıllık ihtiyaç 5 milyon TL ile karşılanabilecek iken, 500 milyon TL veriyoruz. Bunun yorumunu vatandaşlarıma bırakıyorum" dedi.

 

Durmuş, 1977’deki "Rus Gribi" olarak anılan H1N1 virüsüyle 32 yaşın üzerindeki bazı insanların karşılaştığını, bunun için direnç kazandıklarını belirterek, 2009 yılı itibariyle Türkiye’de domuz gribinden ölen olmadığını anımsattı.

 

Bilkent’te laboratuar okulunda 4 vakayla ilgili "salgın başladı" gibi paniğe gerek olmadığını söyleyen Durmuş, okullara, laboratuarlara sıvı sabunlukların yerleştirilmesi, el yıkama, ağız ve gözün korunmasıyla ilgili hijyenik bilgilerin basın, yayın yolu ve okullardaki eğitimle öğrencilere verilebileceğini belirtti.

 

Durmuş, "Milli Eğitim Bakanı, orta öğretim müfredatına ilk yardım ve sağlık bilgileri dersi koymalıdır. Böylece Bakan tarafından yaratılan krizin bir rant fırsatına dönüştürülmesinin yerine, halkımıza da doğru ve faydalı bilgi verilir" dedi.

 

Hastalığa ayrılan 500 milyon lirayla 250 yataklı 25 yüksek ihtisas hastanesi yapılabileceğini veya yeni kurulan 20 üniversitenin tüm derslikleri, laboratuarları ve idari binaların yaptırılabileceğini kaydeden Durmuş, 50 bin TL’ye 10 yıllık güvenli aşı üretilmesi mümkün iken, bunun neden yapılmadığını sordu.

 

Osman Durmuş, "500 milyon lirayı bu kadar kolay harcayan Sağlık Bakanı, Tarım Bakanı gibi firma mı kayırıyor? 3 ayrı firmaya da aşı siparişi verilerek firmaların susturulması mı amaçlanmıştır? Piyasa araştırması yapılmış mıdır? 500 milyon liralık aşıyı pazarlıkla ve farklı fiyatlarla alan Bakan için savcılar işlem yapabilecek midir? Savcıların içinde sürülme tehdidi var mıdır? Sağlık Bakanlığı bu vesileyle grip aşısını rutin aşı programına mı almış oluyor. Sağlık Bakanlığı personeline hibe edilen grip aşısı neden kullanılmamıştır. Bir bakan halk sağlığını korumak yerine, toplumu salgınla korkutup virüsten ve zararı faydasından çok, pahalı aşıyla, ithalatçısından yana tavır koyar mı?" sorularının cevaplandırılmasını istedi.

 

-"Üretilmeyecek aşı varsa hesabını benden sorun! "-

 

MHP Afyon Milletvekili Abdülkadir Akcan, salgınlara karşı tedbir alabilecek, aşı üretimi yapabilecek enstitü ve araştırma merkezlerinin 58. Hükümet tarafından kapatıldığını belirterek, "Bu tesisler kapatılıp, her şeyi özel sektör marifetiyle yapma anlayışıyla hareket ediliyor. 10 milyon liraya 10 yıllık aşınızı üretecek potansiyelimiz var. Eğer ülkemizde üretilemeyecek aşı varsa gelin hesabını benden sorun. Tüccar zihniyetiyle ülke yönetmekle, insan sağlığı kurban edilmektedir" dedi.

 

Akcan, domuz gribi aşısının 6 ayda bir yenilenmesi gerektiğini belirterek, her yıl 35 milyon liralık aşının ithal edilebileceğini söyledi.

 

MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy ise 2 yıl önce kene vakalarının gündemde olduğunu ve o dönemde de yolsuzluk olduğunu ileri sürdüklerini belirterek, "Müfettişlerin hazırladığı haksız kazanç sağlandığına ilişkin raporlar kabul edilmedi. Başka firmalara haksız kazanç sağlanmaktadır" dedi.

 

 

SiYONiZM TEHLiKESi

 

Tüketiciler Birliği’nin boykot karar aldığı bazı firmalar hakkında kısa bilgileri paylaşalım!

 

STARBUCKS

 

Starbucks Kafe zincirinin dünya çapında 4.709 şubesi vardır.

 

Howard Shultz, Starbucks'ın genel müdürü aktif bir siyonisttir. 1998'de Aish HaTorah'ın Jerusalem Fonu "ABD ile İsrail arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde oynamış olduğu anahtar rol"den dolayı kendisini "İsrail'in 50.yılı Siyon Dostları Övgü Ödülü" ile onurlandırmıştır. Aish HaTorah'ın Jerusalem Fonu, Cenin kasabı General Shaul Mofaz’ın başkanlığını yaptığı İsrail ordusu fuarını ve Siyonist propaganda web sitesi olan honestreporting.com 'u finanse ediyor.

 

Shultz'un çalışmaları, İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından İsrail'in uzun dönem başarıları için anahtar rol oynadığı belirtildi.

 

İsrail ordusu Filistinlileri, Cenin, Bethelem ve Nabulus'ta katlederken, Shultz Filistinlileri terörist olmakla suçladı ve Intifada'nın Anti-Semistism' in bir göstergesi olduğunu ve buna karşı insanların İsrail'in arkasında olması gerektiğini söyledi.

 

Diğer büyük şirketleri İsrail ekonomisinin kötüleşmesi üzerine ülkeden çekilirken, Starbucks İsrail'de kalıp sallanan ekonomiye yardım etme kararı aldı. Bu yanlış işletme kararından sonra Starbucks ağır bir zarar aldı ve 2003'te İsrail'deki 6 şubesini kapatmak zorunda kaldı.

 

Starbucks hala İsrail'e olan para yardımlarını sürdürmektedir. Aynı zamanda Amerikan yönetiminin Afganistan ve Irak[IraQ]'ta sürdürdüğü işgal politikasını da desteklemektedir. Buna destek olabilmek için Afganistan'daki işgal güçlerine destek ve hizmet etmek üzere şubelerini açmıştır.

 

Coca Cola

 

Coca Cola 1966'dan bu yana İsrail'in sadık bir savunucusudur.

 

1997'de, İsrail hükümeti ekonomi kurulu bu şirketi İsrail Ticaret yemeğinde İsrail'e olan 30 yıllık desteğinden ve Arap Birliği’nin boykot kararını reddettiği için onurlandırıldı.

 

2001 yılında, Coca Cola merkez bürosu, Amerika-İsrail Ticaret Odası ödülleri galasına ev sahipliği yaptı ve en büyük sponsoruydu.

 

Coca Cola Şirketi çalışanlarına İsrail-Arap çatışması konusu da dâhil değişik konularda eğitim programları düzenlemektedir. Bu eğitim programlarının içeriği İsrail Ajansı ve İsrail Hükümeti tarafından oluşturulmaktadır.

 

Şubat 2002'de, "İsrail Dostları" adlı bir grup oluşturdu ve Minnesota Üniversitesi'nde ünlü Siyonist Linda Gradstein'a bir seminer verdirdi.

 

Temmuz 2002'de, Coca Cola milyonlarca dolarla Filistin'in çalınmış toprakları üzerinde yeni bir fabrika inşa edeceğini ilan etti.

 

Ekim 2005, Tavor Winey’in %51 hissesini alarak İsrail'deki yatırımlarını da arttırmış oldu.

 

 

Nestle

 

Bir İsviçre şirketi olan Nestle, İsrail gıda firması Osem'in %50.1'ine sahiptir. Aralık 2000'inde Nestle, İsrail'de milyonlarca dolarlık global bir Ar-Ge merkezi kuracağını duyurdu.

 

Nestle Siderot'ta fast-food üretim fabrikaları kurdu. Nestle'nin birçok ürünü bu fabrikalarda üretiliyor.

 

1998 yılında, Nestle İsrail Başbakanı Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en büyük ödülü "Jubilee Award"ı aldı. Bu ödül, İsrail ekonomisine en yüksek katkıyı sağlayan kişi ve şirketlere devlet adına veriliyor.

 

 

Danone

 

1998 yılında, Franc Riboud Danone adına İsrail Başbakanu Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en büyük ödülü "Jubilee Award"ı aldı. Bu ödül, İsrail ekonomisine en yüksek katkıyı sağlayan kişi ve şirketlere devlet adına veriliyor.

 

Danone Enstitusune ait bir Ar-ge 1998'te İsrail'de kuruldu.

 

 

NOKIA

 

Nokia yoğun bir şekilde İsrail'de yatırım yapıyor.

 

Nokia genel müdürü Lars Wolf The Jerusalem, Post ile yaptığı bir konuşma da [4 Mart 2001] "Biz İsrail konusuna bütün yönleriyle önem veriyoruz. Çünkü bizim İsrail Projesi olarak adlandırdığımız dâhil bir projemiz var. Bu projeyle İsrail'e bir network perspektifinden, 'Nokia Venture Organizasyonu' ve Nokia Araştırma Merkezi perspektifinden bakıyoruz"

 

Nokia Venture Organizasyonu, Aralık 2000'de yeni bir 500 milyon dolarlık fon kurdu ve bunun bir kısmının İsrail şirketlerine gönderdi. Nokia Araştırma Merkezi de İsrail ile yeni çalışmaları başlatmak da görevli bir nokta.

 

Nokia Networks, bir yıl önce Rosh Ha'ayin'de mağaza açtı. Nokia genel müdürü Lars Wolf “Çalışanların sayısını sıfırdan kırka çıkardığını, alt yapı tamamlandığında bu sayının katlanarak 3 ile 4 ay içinde 80 ile 100 sayısına ulaşacağını” söyledi.

 

Wolf ayrıca amaçlarının İsrail'i Internet Protokol hareketinde, radyo ve net erişiminde lider haline getirmek olduğunu söyledi.

 

Johnson&Johnson

 

Şirket, İsrail firması Biosense için 400 milyon$ ödedi. Biosense, Hayfa merkezli bir tıbbi malzeme şirketi.

 

Johnson & Johnson, Shfayim yakınlarında ofisini açtı.

 

1998 yılında, Roger S. Fineon Johnson& Johnson adına İsrail Başbakanı Netanyahu'nun elinden devlet olarak verdikleri en büyük ödülü "Jubilee Award"ı aldı. Bu ödül, İsrail ekonomisine en yüksek katkıyı sağlayan kişi ve şirketlere devlet adına veriliyor.

 

Yakın bir zamana kadar, DNA, içine girilmez bir alandı. Ama bugün çok net biliyoruz ki, genetik sarmallar rahat açılabiliyor ve istenildiği gibi kromozom dizilişine eklemeler, çıkarmalar yapılabiliyor.

 

Genetik yapısıyla oynanmış gıdalar, doğrudan genetik yapıyla ilintilenen aşılar, tıpkı bilgisayarımıza şu veya bu şekilde giren virüs programları gibi, kendini sistemle entegre eden programlarla pekala insan genini değiştirebiliyor, yapısını bozabiliyor ve hatta yavaş yavaş ölümüne yol açabiliyor

 

Dolayısıyla, bugün pratikte yapılmasa da, kanatlı atların, insan formunda hayvanların, domuzlaştırılmış varlıkların, yarı maymun yarı insan yaratıkların ortaya çıkması an meselesidir. Çünkü bunun mümkün olabileceği artık biliniyor. Yapılmıyorsa sebebi; İsrail’deki din adamlarının gücü, Hıristiyan ruhanilerinin ahlaki istinat duvarlarıdır!

 

Yakında, insan beden malzemelerinin üretildiği laboratuarlardan söz edilirse şaşmayın. Bunların dini ve hukuki boyutları yıllardır tartışılıyor. Hızla o yöne doğru gidiyoruz Bunun için şeytan da elinden gelini yapıyor. Dünyadaki sürgün hayatı bir an önce bitsin diye, saklı ve gizli vesveselerle insanlığı yıkıma sürüklüyor. Siyasi tabirle insanları kışkırtarak, “ALLAH’ı kıyamete zorluyor”

 

İşte domuzlaştırma operasyonu da bu çalışmalardaki son aşamadır. Bu kadar açıklamanın özüne değinirsek;

 

Biliyorsunuz son olarak Domuz Gribi diye bir hastalık gündeme geldi. Ve tabii domuz gribi aşısına da Dünyada haysiyet sahibi bilim adamlarından ciddi tepkiler oldu. ‘Bu aşı, bir hastalığı yok etmek için üretilmedi, aksine insanlığa yeni bir hastalık taşımak için üretildi.’ dediler.

 

Hayır, sizi temin ederim bu aşı sadece hastalık getirmiyor, transgenetik ‘terminatör genler’ de içeriyor. İnsan tabiatını yavaş yavaş silecek ve onu başka bir varlığa dönüştürecek genler.

 

Şaşırtıcı ve kahredici durum ise, Türkiye’nin, Sağlık Bakanı’nın eliyle bu belaya sürüklenmesi oldu. Bu belayı insanlığın başına Türkiye sarmış gibi, aşı uygulamasında pilot bölge [kobay ülke] yapıldı Türkiye. Bilmem kaç milyon insan risk altındaymış da aşı yapılmazsa bilmem kaç bin insan ölecekmiş de! İnsaf be, insaf! ALLAH’tan korkun. Bu işlere hangi mantık ve vicdan ile bakıyorsunuz?

 

Birilerinin zenginleştirilmesi için Türk milleti kobay yapıldı! Pekala, herhangi bir grip gibi savuşturulacak bir hastalığı bu kadar büyük bir panikle anlatmak hakikaten akıllarda soru yaratıyor!

 

Bu nasıl bir panik böyle? Yoksa birileri Türkiye’ye girip virüsü serpti de kimsenin haberimi mi yok?

 

Bu kadar açık ikaz ve uyarılara rağmen aşı dayatıldı! Bu millete ihanet edildi! Florası, genetiği temiz, hala insan varlıkların yaşadığı Anadolu’ya işgalden beter bir darbe indirdi! Düşünün bu toprakları, tohumları, damızlıkları. Tahıl öldü, çeltik öldü, meyve öldü, hayvan öldü. Arı öldü, bal öldü. Karpuz öldü, kavun öldü, buğday öldü, …

 

Bir zamanlar da nüfus planlaması adı altında bu milleti kısırlaştıracak aşılar yaptılar. Ve bugün biliyoruz ki, Türkiye’de kısırlık son 10 yılda yüzde 27 oranında artmış durumda.

 

Aşılarla, genlerin nasıl tahrip edilebileceği konusunda insanları aydınlatacaklarına çoğu Siyonist baronlara ait olan ilaç fabrikalarını zengin edeceğiz diye, milletin kanıyla, geniyle oynadılar!

 

Sen-Sevdiklerin-Ülken-İnsanlık yok ediliyor! Uyanın artık! Bozulmuş Tevrat’ta öyle yazıyor çünkü!

 

Yahudilerin inancı, İsrail’in en büyük inancı, imanı budur! Uyanın artık!

 

Kıyametten evvel 6 [şey] say: Ölümüm, Beyt-i Makdis’in fethi, sonra koyunun kuası [göğüste beliren öldürücü sancı] gibi, sayısız ölüm hadiseleri.

[Kıyamet Alametleri, sayfa 123]

 

Ani ölümler de kıyamet alametlerindendir.

[Kıyamet Alametleri, sayfa 147]

 

Kalp krizlerini duyuyoruz her zaman, genç yaşta bile kalp krizinden ölenler var. Trafik kazaları da ani ölümlerdir. Her geçen gün, sayısız trafik kazası olmakta, sayısız insan ölmektedir.

 

Kişinin annesine isyan etmesi, babasına sıkıntı vermesi kıyamet alametlerindendir.

[Tirmizi, Fiten, 38]

 

Anne-babamıza karşı soğuk davranıyoruz. İstediğimiz koşulları sağlayamadıkları için, yapmak istediklerimize izin vermedikleri için, bizimle yeteri kadar ilgilenmedikleri için. Bizi anlamadıkları için. Bizi dünyaya getirdikleri için! Hatta sevdiğiyle evlenmesine izin vermediği için annesini öldüren gençler bile var, haberlerde anlatıyorlar ya.

 

Komşular arasında geçimsizliğin yaygın hale gelmesi kıyamet alametlerindendir.

[Ramuz-El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, 448/7]

 

Anne-babamızla, öz kardeşlerimizle anlaşamıyorken, komşularla, çevremizle nasıl anlaşabiliriz? Çevremizdekilerden anlaşabildiklerimiz oluyor bazen, ama belli bir süre sonra, bazı olaylardan sonra onları da siliyoruz hayatımızdan! “ben” diyoruz; yalnızlığa mahkûmum deyip duruyoruz!

 

Bu “ben’’ demeler var ya; herkesin içinde taptığı ilahıdır. Herkes bu “ben’e, yani nefsine tapıyor.

 

Büyükler küçüklere merhamet etmediklerinde, küçükler de büyüklerine saygı göstermediklerinde, çocuk öfkeli olduğunda kıyamet yaklaşmış olacaktır.

[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 480]

Büyükler küçüklere hep bağırıyor, çağırıyor, dövüyor azarlıyor. Merhametten bir nebze bile eser olmayan büyükler var. Artık küçükler daha çok karşı çıkıyor büyüklerine ama! Büyüklerini tehdit edenler, hatta yolunu kesip çeşitli sebeplerden dolayı dövenler, sövenler. Küçücük çocuklar bile öfkeleniyor, sinirli oluyor!

 

Boşanmaların çoğalması kıyamet alametlerindendir.

[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 455]

Boşanma sayılarının haddi hesabı yok. Her geçen gün, sosyal yaşantıların bozuk olması, zinalar çevre etkenleri ve herkesin kendine göre olan sebepleri yüzünden yıkılan yuvaların sayısı bile belli değil.

 

İnsanlarda cimrilik ve hırs artacak.

[Müslim, İmare,176; İbn-i Mace, Fiten, 24]

 

Kıyamet yaklaştı; hâlbuki insanlar dünyaya karşı ancak hırslarını arttırıyorlar, ALLAH’tan da uzaklaşıyorlar.

[Suyuti, Camiü’s-Sağır, 2/57]

 

Her şeyi, kendimizi sadece insanlara göre ayarlıyoruz. Çevremizde gördüklerimizin bizim olmasını istiyoruz. Dünya ve madde diyoruz, para diyoruz da başka bir şey demiyoruz. Hırs bürümüş gözümüzü ama bir taraftan da biz farklıyız. Başkalarının yaptığı en ufak bir hatada bile dağlar yıkılmış gibi tepki veriyoruz; pireyi deve yapıyoruz ama kendimize gelince, çok büyük yanlışlar bile yapsak herkesin anlayışla karşılamasını bekliyoruz.

 

Bitmeyen istek

Kalp hastalıklarının onuncusu Tul-u emel yani “bitmeyen istek’tir.”. Zevk ve sefa sürmek için çok yaşamayı isteyip duruyoruz. Tul-u emel [bitmeyen istek] sahipleri, ibadetleri vaktinde yapmazlar, tövbe etmeyi terk ederler. Kalpleri katı olur, ölümü hatırlamazlar. Hiçbir şeyden ibret almazlar. Hep dünya malına ve makamlarına kavuşmak için ömrünü harcarlar. Ahireti unuturlar. Yalnız zevk ve sefasını düşünürler. Bitmeyen isteklerin sebepleri, Yahudilerde, Hıristiyanlarda ve münafıklarda olduğu gibi dünya zevklerine düşkün olmak ve ölümü unutmak, sağlığına, gençliğine aldanmaktır.

 

Dedikoducuların, arkadan çekiştirenlerin ve alaycıların artması kıyamet alametlerindendir.

[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 93]

 

Hareketleri ya da söyledikleri hoşumuza gitmeyen bir arkadaşımızın hakkında bile ileri geri, konuşmaktan, dedikodusunu yapmaktan çekinmiyoruz. “Vay efendim şunu yaptı, vay efendim bunu yaptı. Ya o mu, filan zaman böyle yapmıştı, bundan sonra doğru yapsa ne olur.” Arkadaşlarımızın bile yanlış söylediği sözleri alay konusu yapıyoruz, onları taklit ediyoruz.

 

Hele birde sanatçılardan, televizyonlardan, dizilerden gördüklerimizi marifet sayarak taklit ediyoruz. Aslında bu işi meslek edinenler bile var. Stand-up’çılar. Herkesin, her şeyin taklidi yapılıyor artık.

 

Kıyamet yaklaşınca o devrin en itibarlıları yaltaklık ve dalkavukluk yapanlardır.

[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 97]

 

Bu zamanda ya torpilin olacak ya da yalakalık yapacaksın bir yere gelmek istiyorsan. Yalakalık ve dalkavukluk yapanlar işlerinde %90 daha hızlı yükseliyorlar nasıl olsa.

 

Kim herhangi bir canlının resim ve heykelini yaparsa, o kıyamette bu yaptığına can ver diye teklif olunarak azap olunur. Hâlbuki ona can vermesi mümkün değildir.

[Buhari, Ta’bir, 45]

 

İbn-i Ömer Radıyallahu Anh rivayetine göre Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Bu resim ve heykelleri yapanlar kıyamet günü bu yaptıklarınıza can verin bakalım diye azap edileceklerdir.”

[Buhari, Büyü, 40; Müslim, Libas, 96]

 

Kıyamet günü azabı en şiddetli olanlar resim ve heykelleri yapanlardır.

[Buhari, Libas, 89]

 

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, ben Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı şöyle buyururken işittim:

ALLAH: benim yarattığım gibi resim ve heykel yapmak suretiyle yaşatmaya kalkışanlardan daha zalim kim vardır? Haydi, bir zerre kadar karıncayı yahut bir hububat tanesini veya bir arpa tanesini yoktan var etsinler bakalım. Ne mümkün! Buyurdu!

[Buhari, Libas, 90; Müslim, Libas, 101]

 

Daha ilkokula başlar başlamaz resim yaptırıyorlar. Çocuk yaşta resim yaptırıyorlar. Hayvanların, insanların resimlerini yaptırıyorlar. Büyüyünce, okulu bitirince ressamlığı seçenler bile var. Sürekli resim yapanlar var.

 

Bir taraftan da teknoloji sağ olsun, fotoğraf makineleri varken resim yapmakla kim uğraşır? Her şeyi renkli, renksiz, olduğu şekliyle dondurup resmedebiliyoruz artık. Teknoloji sağ olsun. Teknolojiyle ilgili yeni bir şey olduğunda din elden gidiyor diyenler var değil mi? Sebebini söylemiyorlar! Söyletmiyorlar ama! Dinde birçok kısıtlama var değil mi? Yasak var! Neden yasak olduğunu merak eder miyiz? Merak etsek araştırırız! Ama bize gerekli olduğunu düşündüğümüz bilgileri bize zaten öğretiyorlar nasıl olsa. Aslında öğrettikleri boş ve lüzumsuz şeyler. Beynimizi işgal edecek şeyler! Dini hükümlerde haram olan bir şey her yönden haramdır! Yapana! Yaptırana! Saklayana! Bakana! Kısacası ondan her şekilde faydalanana haramdır! Fotoğraf çekene, çektirene! Eski günleri hatırlamak için, anı, hatıra olarak çektirdiğimiz fotoğrafları sakladığımız fotoğraf albümleri bile var. Hatıra ama! Hatıra! Şeytan hatıraları hatırlatarak kalbimizi, maneviyatımızı bozuyor hiç durmadan! Ama biz umursamıyoruz! Eskileri hatırlayıp durmak hoşumuza gidiyor.

 

Üstüne üstelik birde insanların, hayvanların hareketli suretlerini gösteren kameralar ve televizyonlar var. Teknoloji daha da gelişti. Neredeyse herkesin evinde var. Olmayan yok! Sürekli televizyona bakıp duruyoruz! Cep telefonlarıyla bile çekebiliyoruz fotoğrafları artık! Üzerimizde ki kıyafetlerde resimler, hayali ya da gerçek hayvan resimleri var! Çocuklarımızın kıyafetlerinin neredeyse hepsinde var resimler! Kullandığımız paralarda, artık teknoloji sayesinde kıyafetlerde canlı suretler, resimler var.

 

Okullarda öğretilen her kitapta; resimler, suretler var. Öğretmenlerin, öğrencilerin sürekli kullandıkları kitaplar.

 

“Dinde her şey yasak, yaşamayalım o zaman! İslam’dan soğutuyorlar böyle yaparak! İslam dini hoş görü dinidir.” İslam dini hoş görü dinidir, ama haramların helal sayılmasıyla değil! Zaten Müslüman olan, gerçekten imanı olan bir Müslüman, İslam’dan soğutuyorlar cümlesini bile kullanmaz! Müslüman olan dininden soğumaz, Müslüman olmayan çekimser kalır, soğur!

 

Said Bin Ebi’l-Hasen’den rivayet edilmiştir:

“Bir adam, Abdullah İbn Abbas’a gelip ona:

“Ben şu suretleri[resim] yaparak geçimimi ondan sağlayan bir adamım. Onlar ve sanatım hakkında bana bir fetva ver!’’ dedi. Abdullah İbn Abbas, o adam: ‘’ Bana yaklaş dedi!’’ dedi. O adam da, Abdullah İbn Abbas’a yaklaştı. Sonra yine ona:

‘’Bana yaklaş!” dedi. O adam da yaklaştı. Sonunda elini o adamın başının üzerine koyup:

‘’Sana Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’dan dinlediğim bir hadis-i haber vereceğim. Ben, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam’ı:

“Her ressam cehennemdedir. ALLAH, ressamın yaptığı her surete kıyamet gününde hayat verecek ve o canlı suret[resim] de cehennemde kendini yapan sahibine azap edecektir.’’ buyururken işittim’’ dedi.

[Sahih-i Müslim. 1938. hadis.]

 

Fotoğraflar artık nüfus cüzdanlarında bile var. Suretler, resimler her yerde var.

 

Bir de süs eşyası olarak biblolar var. Tarihi eserler, heykeller. Artık o kadar kolay şekilde satın alınabiliniyor ki bunlar. Bazen de düşünüyoruz; “ya insanlar eskiden bunlara nasıl tapıyormuş?” diye.

 

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazedeydi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir mezar, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik mezar, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu:

“Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.”

  [Ahmed Bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

 

Muhammed’e indirilene küfretmek, yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek. ALLAH’ın kitabına küfretmek. Kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek.

Biz gördüğümüz fotoğrafları bozmak yerine, yırtıp atmak yerine, seyrederek, bakmakla geçiriyoruz vaktimizi! Fotoğraf çektirmekle, çekmekle geçiriyoruz zamanımızı! Bozmayı bırakın, bozulan, yıpranan resimleri bile eskisinden daha güzel hale getirebiliyoruz artık teknoloji sayesinde! Göze hitap ediyor ama! Güzel görünüyor! Kuran’a küfretmek pahasına yapıyoruz bunları! Dini konularda şu yasak bu yasak diyen âlimleri de yobaz diye isimlendiriyoruz ama.

 

Bir taraftan da o kadar âlim, imam var, hatta bunları yapanlar, çektirenler, gazetelerde boy gösterenler var.

 

Ahir zaman da öyle adamlar çıkacak ki, dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. Bunlar yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı, fakat kalpleri kurt kalbi gibi katı olacaktır.

[İmam Tirmizi, Zühd, sayfa 60]

 

Melekler, içinde köpek, resim ve heykel olan eve girmezler.

[Buhari, Libas, 94]

Gazeteler, dergiler, afişler. Bu dünyanın her yerinde fotoğraflar var. Bu dünyanın her yerinde suretler var. Artık resim olmayan kitapları almak bile istemiyor birçoğu! Ders kitaplarının hepsinde resimler, suretler var! Camilere namaz kılmak için gidenlerin kıyafetlerinde suret resimleri, cep telefonlarında, şeytanın ezanı olan müzikler, kıyamet gününde can verin denilecek olan suretler, fotoğraflar var! Cüzdanlarında taşıdıkları kimliklerinde; paralarda bile resimler var! Bu dünya meleklerden mahrum! Bu dünyayı meleklerden mahrum edense yine bizleriz! Camilere giderek namaz kılarken bile taşıyoruz bu resimleri! “Kapalı olduğunda, görünmediğinde bir şey olmaz ama değil mi?” Üstünü kapattık mı mesele yok! Her şeye bir kılıf uyduruluyor değil mi? Kimse helali istemiyor ama! Haram bir şey olduğunda minareyi çalan kılıfını hazırlıyor! Neden? Herkes böyle nasıl olsa! Nefsimize hoş geliyor! Şeytan dürtüyor! Kuran’a küfretmek pahasına her yeri resimlerle, fotoğraflarla süslüyoruz, üstüne Müslüman olduğumuzu iddia edip, ibadet etmeye çalışıyoruz. Şeriatla yönetilen Müslüman ülkelere de, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Masonlar demokrasi adı altında götürüyor bunları.

 

Ahir zaman geldiğinde, ümmetimin erkeklerine, peştamalla bile olsa hamama girmeleri haram olur, dediler: ‘’Ya Resulullah, bu nedendir?” Buyurdu ki: “Zira onlar çıplak insanların üzerine girerler veya onların üzerine çıplak insanlar girer. Emin olunuz ki, ALLAH bakana da kendisine baktırana da lanet etmiştir.

[Ravi: Hz.Zahri Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

 

“Ahir zaman geldiğinde, ümmetin erkeklerine peştemalla bile olsa hamama girmeleri haram olur.” Bu hamamlar nelerdir? İlk olarak televizyondur! Televizyon öyle bir hamamdır ki, suretlerin hareketli halleri gösterilir. Fotoğraftan daha ağırdır hükmü! Her türlü zina işlenir, göz zinası, kalp zinası! Saçı başı açık kadınları bırakın, anadan doğma soyunanları bile var! Kendi evlerimizi bile hamam haline getirmişiz! Kendi evimize girerken bile hamama giriyoruz. Evimize girerken zina yuvasına giriyoruz! Kulaklarımız ve gözlerimiz her türlü zinayı işliyor! Bir de açık saçık sahneler daha çok ilgi çeker ya, o yüzden sanatçılar açık saçık giyinir! Ama dini programlar yapanlarda var değil mi? Bırakın saçının bir tutamının açık olduğu kadınları, ahlaksız sahnelerin olduğu programlardan, filmlerden sonra dini programlar yapıyorlar! Peştemalla bile olsa girmeleri haram olur! Her türlü girilmesi, boy gösterilmesi suret, resim olduğu için haramdır, daha da önemlisi, gözler ve kulaklar zina işler! Şeytanın ezanlarını sürekli çalan kanalları bırakın, dini programlarda bile müzik çalınıyor değil mi? Fon müzikleri, ney’ler. Ama o kadar bilginler, âlimler, imamlar bunları nasıl bilmiyorlar? Hem dinimizi öğreniyoruz!

 

Günümüzün en büyük âlimleri diye nitelendirdiklerimiz bile yaptıkları programlardan ücret alıyor. Dini öğretmeleri karşılığında! Eski âlimlerin bırakmış olduğu kitaplardan edindikleri, derme çatma bilgilerle, birçok hükmü hiçe sayarak dinlerini dünya karşılında yiyerek! Ama ilimleri var değil mi? Akılları var, ilimlerine bedel ücret almaları onların da hakkı! Dini konuları öğrendikleri eski âlimler, onlardan daha fazla ilmi olmalarına rağmen, ücret talep etmeyi bırakın; dini, İslam’ı; öğrencilerine öğretebilmek için, İslam’a hizmet için, bütün öğrencilerinin geçimlerini sağlıyorlardı. Eski âlimlerden öğrendikleri kıt bilgileri halka öğretme süsüyle ücret alan bizim âlim dediğimiz sahtekârlar!

 

İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, onların hepsi Kuran okur, ibadete çalışırlar ve dinde olmayan şeyleri dinde varmış gibi göstermekle meşgul olurlar. Fakat bilmedikleri yönden kâfir olurlar ve okumalarına ve ilimlerine bedel rızk alırlar ve dünyayı din karşılığında yerler. İşte bunlar kör deccalın avenesi olacaklardır.

[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddün Gümüşhanevi]

 

Bizler hepimiz kör deccalın avenesiyiz!

 

Birde çizgi filmler, animasyon filmler var; çocukların vazgeçilmezi! Resim ve suretlerin hareketli hali, üstüne hayvanların bile seslendirildiği çizgi filmler var!

 

Ebu Sadi Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: ‘’Ruhumu kudret elinde tutan ALLAH’a yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça kıyamet kopmaz.

[Kutub-i Sitte]

 

Kıyamet alametlerinden biri de, hayvanların insanlarla konuşmasıdır. Vahşi hayvanlar, yani evcil olmayan hayvanlar. Sadece bunlarda konuşmuyor ama hayali yaratıklarda konuşturuluyor.

 

Sihir, lügatte gizli, üstü kapalı şey demek olup, aldatmak, göz bağcılık ve göz boyacılığı yapmak suretiyle insanları aldatmak demektir.  Çok güzel konuşarak aldatmaya da sihir denilir. [Buhari, Tıb,51]de, ‘’Nice sözler vardır ki, sihir gibi etkilidir’’ buyurulur.

[Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi]

 

Olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermek, yani var olmayan bir şeyi, canlı olmayan bir şeyi canlıymış gibi hareketlendirip seslendirmek de sihirdir. Suret, resim oldukları için can verin denilecek çizgi filmler, sihir olduğu için dinde haram olması!  Ama birçok filmlerde montaj bile yapılıyor artık. Montaj yapılmayan filmlere film demeyenler bile var. “Canlı gibi hareket edip, canlı gibi konuşuyorlar, daha nasıl canlandırılabilir ki?” Nefes almıyorlar ama yemek yiyip, içmiyorlar. Gerçekte yoklar! Elle tutulmuyorlar, CD’lerde tutuluyor ama değil mi? İslami isimlerle, İslami kelimelerle alay edilen, dinin istismar edildiği filmler programlar! İnek Şaban’lar. Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok affeden manasında ki ALLAH’ın isimlerinden olan Gaffur. Psikopat Gafur”lar! Dini film olmadığı halde, dini bozmak için İslami değerleri farklı gösteren filmler! Tabi dini çizgi filmler, dini filmler bile var! İslam’a hizmet için yapılıyorlar yapanlara göre; karşılığında para alıyorlar ama! “Ya televizyonu izliyoruz, elektrik faturasından da para alacak değiller ya?” Reklâmlar da gösterilen ürünleri alırken verdiğiniz paranın %50inden fazlası reklâm gideri olarak ürünleri kullananlara ödettiriliyor. “Hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu biliyoruz ama bu şekilde?” Laf! Hangi malın reklâmı daha çok yapılıyorsa onu seçiyoruz. Reklâmı yapıldığına göre iyidir diyoruz! Parayı veren reklamı yaptırıyor ama!

 

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle buyurdu:

“İnsanı helake sürükleyen 7 şeyden sakınınız.” Sahabeler:

“Ya Resulullah! Bu 7 şey nedir?” diye sordular. Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “ALLAH’a ortak koşmak, sihir ve büyü yapmak, ALLAH’ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, evli olup hiçbir şeyden haberi olmayan namusuna düşkün Müslüman kadınları zinayla suçlamak.”

[Buhari, Vasaya 23, Tıbb 48, Hudud 44; Müslim, İman 145. Ebu Davud, Vasaya 10; Nesai, Vasaya 12; Riyazu’s-Salihin, İmam Nevevi.]

 

Kıyamet gününde ALLAH’ın yarattığı gibi resim ve heykel yapmak suretiyle yaşatmaya kalkışanlardan daha zalim kim vardır diye buyurulacak olan resimlerin, fotoğrafların, görüntülerin olduğu televizyonlar.

 

ALLAH’ın haram kıldığı şeyleri başka sebepler öne sürerek, yani Kuran’ın ve Aleyhisselatu Vesselam’ın sünnetine zıt düşen şeylerin yapıldığı için ALLAH’a ortak koşulan ve üstelik sihir yaparak cansızların hareketlendirilip, seslendirildiği çizgi filmler, animasyonların olduğu, canlıların da suretlerinin, resimlerinin ve seslerinin bulunduğu filmlerin olduğu televizyonlar! Üstüne bir de her evde televizyon olmasına, ALLAH’a ortak koşmaya, sihre, zinaya, dini istismara, dini kullanarak menfaat elde etmeye, maddi kazanç sağlamaya sebep olan televizyonların bulunduğu evlerde namaz kılıp, ibadet etmeye çalışanlar! Hem ALLAH’a ortak koşma [şirk], hem küfür hem de ibadet!

 

Abdurrahman İbnu Sa’d İbnu Zürare’nin anlattığına göre, kendisine, Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam’ın zevcelerinden Hz. Hafsa Radıyallahu Anha’ın öldüğü zaman azat olacak olan bir cariyesi, kendisine sihir yaptığı için, sihri sebebiyle öldürtmüştür.

 [Muvatta, Ukûl 14,[2,871] Kutub-i Sitte 4900. hadis.]

 

Bu hükme göre sihri yapanları öldürmemiz gerekirken, hoşumuza gidip, vaktimizi çaldığı için, bize cehenneme sürüklediği için sevdiğimiz, vazgeçemediğimiz televizyonlar ve bu televizyonlara çıkıp program yapanları izleyerek geçiriyoruz zamanımızı.

 

Bir de futbol sevdalıları var. Futbol nasıl ortaya çıkmıştır?

İlk olarak Hz. Hüseyin Kerbela’da şehit edildiğinde, mübarek başı kesilmiş ve Emevi sarayına getirilirken münafıklar, Hz. Hüseyin’in kesik başını tekme atarak birbirine göndermişler!

İngilizler Müslümanların başını kestikten sonra, karşılıklı durarak; kestikleri Müslümanların başlarını tekmeleyerek birbirlerine atarlarmış. 3 sayı yapınca Hat-Trick derlermiş. İşte biz, Müslümanların aşağılanarak ortaya çıkartılan bir oyunla, futbolla geçiriyoruz günlerimizi. Futboldan başka bir şey konuşmayanlar geziyor ortalarda! Herkesin tuttuğu takım en büyük. Kiminin en büyüğü Fenerbahçe, kiminin en büyüğü Galatasaray, kiminin en büyüğü Beşiktaş! Kiminin en büyüğü Barcelona, kiminin en büyüğü Real Madrid, kiminin en büyüğü Manchester United. En büyük yalnızca ALLAH’tır bilir misiniz?! “Ya En büyük ALLAH’tır biliyoruz, bunlar takımlar arasındaki en büyükler.” Doğru ya bizim için her şey ayrı! Din ayrı, spor ayrı, sanat ayrı, yaşayış ayrı! İslam her yönüyle bütündür ama! İslam bütün şartları uygulanarak yaşanır. Müslümanlık İslam’daki kurallar uygulanarak yaşanır.

 

Ya İslam’ın bütün şartlarını hakkıyla yerine getir, ya da aksi halde, ‘’Ben Müslümanım,’’ deme.

[Abdülkadir Geylani, Fethur Rabbani]

 

“Kim uyguluyor ki biz uygulayalım?” Her şeyimizi çevremizdekilere göre ayarlıyoruz! Herkes yapıyorsa normaldir! Normal olmasa kimse yapmazdı!

 

“Bir taraftan da susuz hamam olur mu?” Televizyonların suları nelerdir? Ağzımızdan akan salyalardır, bağırıp çağırırken, kahkahalarla gülerken ağzımızdan saçılan tükürüklerdir. Duygusal konularda ağlayanların gözyaşlarıdır.

 

“Hamamsa ne güzel işte yıkanıyoruz sürekli?” Doğru yıkanıyoruz! Amel defterlerimizde ki; günahlarımızın yanında sayılamayacak kadar az olan sevaplarımızdan yıkanıyoruz. Sevaplarımızdan arınıyoruz! Günah üstüne günah işleyerek; cehenneme doğru, cehennemliklerin en şiddetli azaba uğrayanları arasında yerimizi almaya hazırlanıyoruz. Cehennem ateşinde yanabilmek için her şeyi yapıyoruz!

 

Normal resimlerin, her türlü açık saçık, ahlaksız resimlerin olduğu, gazeteler, dergiler. Bir sayfasında dini bir hükmün, bir sayfasında hayattan bir konunun, başka bir sayfasında fallardan bahsedilen; yaptıkları dolayısıyla insanlıktan nasibini almamış; hayvanlardan daha aşağılık durumda olduğu halde; biz münafıkların baş tacı ettiği sanatçıların, mankenlerin, zenginlerin hakkında yazılar bulunan hamamlar.

 

Bu dünyanın; sadece saçının açık olması bile zina olduğu halde, üstüne bedenlerini teşhir eden kıyafetleri giyen, vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetleri giyen kadınların bulunduğu sokakları, televizyon bulunan evleri, daha ilk okul sırasında saçının bir tutamının bile mahrem olduğu halde, saçı açık okula getirttirilen ve saçı açık okula gönderilen kız çocuklarının erkeklerle aynı sınıflarda okutulduğu okulları, bütün vücudunu sergilemek pahasına, sadece iki parça bez parçasıyla, bütün vücudunu teşhir eden kadınların bulunduğu, havuzlar, deniz kenarları, bu dünyanın her yeri hamam!

 

Örtüleri, dinleri, imanları para olan, bir de üstüne üstelik kimisinin Müslüman olduğunu, kimisinin de inançlı olduğunu iddia ettiği, hiçbir hükmü, uygulamadıkları gibi; dini hiç bir hükmü bilmemelerine rağmen, para için, şan için, şöhret için, kiminle düşüp kalktığı belli olmayanların bedenlerinin her yerini teşhir ettikleri, filmlerin bulundukları sinemalar, afiş bulunan caddeler, … Bu dünyanın her yeri hamam! Sözde inanan, özde kâfir, müşrik dünyamız! Kendi elimizle her yerini hamama çevirdiğimiz dünyamız. Öldürülmeleri gerektiği halde; öldürmediğimiz, üstüne her dalda ayrı ayrı bir hayranımızın bulunduğu sanat adı altında, önüne gelenle ilişkiye giren, kiminle düşüp kalktığı belli olmayan, bedenlerinin her yerini teşhir etmekten sakınmayan kadınların, şeytanın ezanı olan; kasideleri, ilahileri, şarkıları, türküleri söyleyen şarkıcıların, şeytanın okuma kitabı olan şiirleri seslendirenlerin, okutturanların, yazanların olduğu her yer hamam! Üstüne biz gafillerde bunları dinleriz, seyrederiz! Bazıları içinse birbirlerini öldürenler bile var! Bizim sanat dünyası dediğimiz ortamlardaki modern fahişeler!

 

O devir de halkı cehennem kapılarına çağıracak olan birtakım davetçiler olacaktır. Her kim o insanların davetine uyarsa onu cehenneme atacaklar.

[Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, sayfa 382]

 

Cehennem bizi bekliyor! Cehennem! Biz ki bu dünya da yapılan; gelmiş, geçmiş sapıklıkların hepsini bir arada yapıyoruz! Üstüne yenilerini ekliyoruz. Bizler cehennemlik bir nesiliz! Cehennem ateşini harlamak için kütük lazım millet! Bizi kütük niyetine ateşe atacaklar! Cız-bız çevirecekler! Etlerimiz ateşin içinde cızır cızır edecek! Susadığımız zaman; başımızdan aşağı dökülen kaynar suyun eritmiş olduğu organlarımızın irin haline getirilmiş halini içirecekler bize! Mis gibi!

 

Gelelim kainâtta gelmiş geçmiş en büyük Deccale!

 

Hiç şüphe yok, deccal çıkacaktır. Onun sol gözü kördür… Gözsüzleri ve abraşı iyi eder. Ölüleri diriltir… Kim onu onaylarsa deccal fitnesine kapıldı…

[Ravi: Hz. Sumre [Radıyallahu Anh Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 97]

 

Deccalın bir gözü kördür.

[Buharî; Müslim; Ebu Davud; Ebu Nuaym]

 

Deccal, bir kimseyi öldürüp diriltecektir.

[Buhari; Müslim]

 

“Hiç şüphe yok, deccal çıkacaktır. Onun sol gözü kördür!” Evet! Televizyonun gözü kördür! Gözü görmez! Ne gösterilirse onu gösterir! Ne söylettirilirse onu duyurur!

 

“Gözsüzleri ve abraşı iyi eder.” Filmlerde, reklamlarda, oyuncuları kör yapıyorlar sonra gözlerini açıyorlar ya. Hasta olanlar birden bire iyileşiyor, 10 sene, 20 sene, yüzyıllar bile saniyeler içinde anlatılıyor ya! İşte bu kadar basit bir şeyi, bu kadar kolay bir şeyi göremeyecek kadar körüz! Kör! Kör! Kör!

 

“Ölüleri diriltir…” çizgi filmlerde, ateş ediliyor, dağlardan düşüyorlar, bir türlü ölmüyorlar ya. Filmler de oyuncular vuruluyor sahte mermilerle, öldü gösteriliyor, bir süre sonra ölmemiş gibi tekrar filme sokuluyor ya! Hem öldürmüş oluyor! Hem diriltmiş oluyor! Tamamen yalan yani! Tamamen yalan!

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış olana, [imanı fayda vermez.] Sadakallahül-Azıym. En’am Suresi’nin 158. âyetini açıklayan Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz buyurdu ki: “Şu üç şey ortaya çıkınca, iman etmemiş veya imanından hayır görmemiş olana, imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbet’ül-arz.”

[Müslim; Tirmizî; Beyheki]

 

Deccal’ın çocuğu olmaz.

[Ahmed]

Cansız olan televizyon, yemek yemez, içmez, nefes almaz. Doğurganlık özelliği yoktur!

 

Hz. Âdem Aleyhisselamm’dan, Kıyamete kadar Deccaldan büyük fitne yoktur.

[Müslim]

 

Aptal kutusu değil mi televizyon? Saatlerce başına tutuyor insanları! Vaktimizi çalıyor! Televizyon izlemekten başka bir şey yapmayanlar bile var değil mi? Televizyon kadar insana zarar veren ne var? Ahlakını bozan! Namusunu bozan! Utanma duygusunu kaldıran! Var mı? YOK!

 

Her peygamber, ümmetini Deccal ile korkuttu.

[Buhari, Müslim]

 

Verdiği zararlar düşünülüne televizyon kadar lanet bir şey yok yeryüzünde! Korkulmayacak bir şey değil ki!

 

Yedi şeyden önce amelde acele edin. Amel için neyi bekliyorsunuz, azdırıcı fakirliği ve zenginliği mi, ifsat edici hastalığı mı, aklınızı alacak ihtiyarlığı mı, âni ölümü mü, Deccalı mı, yoksa kıyameti mi bekliyorsunuz? Kıyamet ise hepsinden kötüdür.

[Tirmizi, Nesâî]

 

 

On alâmet çıkmadan Kıyâmet kopmaz. Biri Deccaldır.

[Müslim; Ebu Davud; Tirmizî; İbn-i Mâce]

 

 

3. (5011)- Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki:

"Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur;  halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir… "

 [Buhârî, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebu Davud, Melahim 14, (4315); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/296.]

 

“Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur;  halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir.”

Televizyonda istedikleri konuyu istedikleri şekilde anlatıyorlar değil mi bizlere? Yanlış bir şeyi doğruymuş gibi anlatıyorlar bizlere! Neden? Herkesin evinde var çünkü! Herkes izliyor! Herkes seyrediyor! Yanlış gösterdikleri birçok şeyde gerçek doğrular aslında! Resmin hükmü düşünüldüğünde, televizyonla yaptıkları değerlendirildiğinde; dünyada bu zamana kadar, televizyondan daha büyük bir deccal ortaya çıkmamıştır!

 

Kıyamet yaklaşınca kadınla yolun ortasında cinsel münasebette bulunacak kadar utanma ortadan kalkar. Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır.

[Son Zamanlarla İlgili Hadisler, sayfa 97]

 

“Kadınla yolun ortasında cinsel münasebette bulunacak kadar utanma ortadan kalkar.” Bırakın sokakları, evlerimizde bile başkalarının öpüşmelerini, sevişmelerini yayınlayan televizyonlar var! Yolun ortasını bırakın, televizyon olan evlerimizde bile var! Dizilerde filmlerde, ayrı aktörlerle oynayan aktrislerin öpüştükleri, her biriyle ilişkiye girdikleri, ne yaptıkları belli olmayan, lafa gelince halka mâl olduklarını söyleyen; gerçekte şeytana mâl olmuş kadınların, her önüne gelenle yatağa giren, öpüşen, sevişen kadınların olduğu filmler var!

 

“Erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla ilişkiye girdiklerinde kıyamet yaklaşmış olacaktır!” Ahlaksız sahnelerin olduğu sahneleri bırakın; tamamen çıplak olup, birbirleriyle ilişkiye girenlerin bulunduğu, insanların cinselliğinin her yönden göz önüne serildiği porno filmler! Erkek erkeğe ilişkiye giren gayler, homosekksüeller, Türkçe’de ipneler. Kadın kadına ilişkiye giren lezbiyenler, kadın kadına öpüşenler! Bizim üzerimize her yönden, her yandan necaset, pislik yağıyor millet. Cehennem bizi çağırıyor millet! Cehennem bizi çağırıyor! Şehvetlerine yenik düşen şehvetperetsler dünyamız. Kâfirler, putperetsler, kadınların teşhir edildiği, cinselliğin teşhir edildiği, ahlaksız sahnelerin bulunduğu filmleri yayınlayan televizyonlar ve bu televizyondaki programlara bakıp zamanını geçiren, şevke gelen pezevenkler dünyamız!

 

Benden sonra hamamlar olacak! Bunlarda kadınlar için hayır yoktur, örtüsü ile girse bile. Hiç bir kadın yoktur ki, evinden başka yerde başını açsın da, ALLAH arasındaki bağı kaybolmasın.

[Ravi: Hz. Aişe Raduyallahu Anha, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

 

Bebeklerin bile saçları kapatılmıyor! Okullarda her kızın saçları açtırılıyor! Büyüyünce zaten hiçbiri kapanma taraftarı değil! Neden? Kapanma gericilerin işi. Onların vücutlarını sergilemeye hakları var! Onlara güzellik verilmiş! İstediklerini yapmakta serbestler çünkü. Çünkü modernler, medeniler! Bizim medeniyet dediğimiz, kâfirlikten, müşriklikten, dinsizlikten, zina işlemekten, şehvetperestlikten, kalp gözümüzü kör edip, gerçek gözümüze perde çeken şeytana tapmaktan geçiyor!

Şeytanperestler dünyamız! Haramı helali bilmeyen, neye inandığını bilmeyen insanlarımızın olduğu, üstüne bir de bazılarının Müslüman olduğunu iddia ettiği; kâfirler, cehennemlikler dünyamız!

 

İlmin kaldırılması, cahilliğin artması, zinanın açık olarak yapılması, içkilerin meydan alması, erkeklerin gidip kadınların kalması, hatta 50 kadına bakan bir erkek kalıncaya kadar erkeklerin azalması kıyamet alametlerindendir.

[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

 

Gerçek ilimler yerine, sadece dünyevi ilimleri öğreniyoruz okullarda, eğitim yerlerinde! Dini öğretilerde de bir kaç kuru bilgi veriliyor, onların da birçoğu değiştirilmiş, masal gibi anlatılıyor.  Dünyevi ilimlere dair her şeyi duyuyoruz, biliyoruz ama cahilliği gideren, cahilliği kaldırıp, kalp gözünü açan, imana susamış gönülleri nurla dolduran, insanların imanlarını arttıran dini ilimleri öğretmiyorlar bizlere! Onlar ne istiyorlarsa onu öğretiyorlar! Bizde araştırmıyoruz! Gerekseydi öğretirlerdi diyoruz! Demek ki gerek yokmuş diyoruz! Hayata atılmak için acele ediyoruz ama neyin doğru neyin yanlış olduğunu bile bilmeden, herkesin kendine göre doğruları olduğu bir toplum haline gelerek, kâfirliğe, müşrikliğe doğru yol alıp; bir kibrit çöpünün alevine dayanamadığımız halde, dünya ateşinden 69 kat üstün kılınan cehennem ateşine doğru koşuyoruz!

 

Şarap içen içerken Müslüman değildir.

[Ravi: Hz. Abdullah İbni Evfa Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 488]

 

Şu beş şey zuhur ederse helak ümmetim üzerine hak olur: Birbirleriyle lanetleşme, içki içme, ipekli giyme, çalgılar ve erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla ilişkiye girmeleri.

[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 54]

 

Bu ümmet şarabı üzüm suyu, faizi alış veriş, rüşveti hediye gibi kabul eder ve zekâtı [öşrü] ticaret vesilesi yaparsa, işte bu, günahı artırdıklarından dolayı helaklerine sebep olur.

[Ravi: Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 29]

 

Ümmetim ahir zamanda şarabı, ismini değiştirerek içer.

[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 117]

 

Emin olunuz ki; sarhoşluk veren her şey haramdır. Her uyuşturucu haramdır. Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. Kalbi perdeleyen şey de haramdır.

[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 169]

 

İçki kötülüklerin anasıdır. Kim içki içerse Allah onun 40 gün namazını kabul etmez. Bir kimse karnında içki varken ölürse cahiliyet ölümü üzerine imansız gider.

[Ravi: Hz. İbni Amr Radıyallahu Anhüma, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 205]

 

İçki bütün fuhuşları doğurur. Günahların en büyüğüdür. Onu içen kimse annesinin, teyzesinin, halasının üstüne düşmüş gibi olur.

[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 205]

 

Yakında, Benden sonra ümmetim içkiyi içki saymadan içecekler ve onu içmeye yardımcıları da[içkiyi satanlar da] yöneticileri olacak.

[Ravi: Hz. Ebu Eyyub Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 297]

 

Ahir zamanda, eğlencelerin ve dansözlerin, dansçıların meydan aldığı içkinin de helalmiş gibi gösterildiği zaman yere batma, taş yağma zuhur edecek ve insan kılığından çıkma olacaktır.

[Ravi: Hz. Sehl İbni Saad Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 302]

 

Ümmetimden bir grup, içkiyi kendi verdikleri isimle helal sayacaklar.

[Ravi: Hz. Ubâde Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 346]

 

Allah içkiye, içene de, sunana da, satana da, satın alana da, sıkana ve sıktırana da, taşıyana da, kendine götürülene de ve parasını yiyene de lanet etsin.

[Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

 

İçki içmedikçe, kul, dininde genişlik görmekte devam eder. İçki içerse, Allah ondan perdesini yırtar ve şeytan onun velisi, kulağı, gözü ve her kötülüğe sevk eden ve her hayırdan geri bırakan ayağı olur.

[Ravi: Hz. Katade İbni Ayyaş Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 354]

 

İçki içmeye devam eden adam puta tapınan gibidir.

Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 392]

 

Ebu Musa radiyallahü anh rivayet ediyor: Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdu: ''Benim için ha içki içmişim, ha şu yelken direğine tapmışım hiç fark etmez.''

[Nesâi, Rudanî no: 5619]

 

Rasulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdu: “Kim şarap içmeye devam ederken ölürse, Allah ona Ğuta nehrinden içirir.”  ‘Ğuta nehri nedir' diye sorulduğunda şu cevabı verdi: ''Fahişelerin ferclerinden akan nehirdir ki, ferclerinin kokusu cehennem ehlini fevkalade rahatsız eder.''

[Ahmed ibni Hanbel, Ebu Ya'la ve Teberani; Rudanî no: 5656]

 

İçkilerin meydan alması, sokaklarda, büfelerde, marketlerde, bakkallarda bile satılıyor içkiler, haram olmalarına rağmen! Para gelsin de, nasıl gelirse gelsin! Önemli olan para! İnsanların taptığı, bizim taptığımız para, üzerinde resim bulunan ve bir kâğıt parçasından ibaret olan; biz kâfirlerin, ilah edindiği; onu kazanmak için her yolu denediği, gelsin de nasıl gelirse gelsin dediği para!

 

Enes Radıyallahu Anh rivayet ediyor: Resulallah Aleyhisselatu Vesselam “Şarabın üzümünü sıkana, sıktırana, içene, içtirene, taşıyana, taşıttırana, satana, satın alana, bağışlayana, parasını yiyene lanet etmiştir.”

[Tirmizi; Rudanî no:5618]

 

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz kimlere lanet ediyor?

 

1- Üzümü sıkana. [Fabrika işçileri]

2- Sıktırana. [Fabrika şefleri]

3- İçene. [Marketlerden alıp içene]

4- İçirene. [Ben içmem ama kimseye de karışmam diyene]

5- Taşıyana. [Şoförlük zor iş!]

6- Taşıttırana. [Lojistik bölüm genel müdürlerine]

7- Satana. [Köşedeki bakkala]

8- Satın alana. [alıp içenlere]

9- Bağışlayana. [falan yerde biralar benden, içsin gençler diyenlere]

10-Parasını yiyene.

 

Lanet nedir?

 

Bakın, birgün seferde iken, bir kadın devesine lanet eder. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz,  'O deveyi sal gitsin. Aramızda lanetli bir deve olmasını istemem.' diyor. Koskoca deveyi feda ediyorlar.

Bugünün mercedesinin lanetli diye feda edildiğini düşünün.

 

Erkekler kadınlara itaat ettiklerinde mahvoldular.

[Ravi: Hz. Ebu Bekre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 455]

 

Artık kadınlar hükmediyor değil mi erkeklere! Boşanma korkusuyla istediğini yaptırıyor kimisi! Güvensizlikle! Kocasını aldatmayı, boynuzlamayı sezdirerek, kimi zamanda timsah gözyaşları dökerek yapıyorlar bunları! Kadınlar her yerde söz sahibi artık!

 

İmam Buhari, İmam Müslim ve diğerlerinin Ebu Hureyre Radıyallahu Anhum’dan rivayetlerinde Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz;

“Gözlerin zinası mahremi olmayan kadınlara bakmaktır.” buyurmuşlardır.

 

Sokaklarda geçerken açık giyinen bir kız gördüklerinde aval aval bakanlar, laf atanlar, iç geçirenler var! Bırakın 50 kadını-kızı günde binlerce açık saçık kadınlar, kızlar görüyoruz. Okullarda, sokaklarda, televizyonlarda! Biz var ya kör deccalın en büyük aveneleriyiz!

 

Kişiye kendi sesi konuşmadıkça kıyamet kopmaz.

[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 471]

 

Ses kayıt cihazları artık her şekilde elde edilebiliyor. Cep telefonu dediğimiz aletlerle bile ses kaydı, hatta görüntülü ses kaydı yapabiliyoruz.

 

Ebu Sadi Radıyallahu Anh anlatıyor: ‘’Resulullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: ‘’Ruhumu kudret elinde tutan ALLAH’a yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendinden sonra ehlinin ne yaptığını dizi haber vermedikçe kıyamet kopmaz.

[Kutub-i Sitte]

 

Vahşi hayvanlar, çizgi filmlerde, normal montajlı filmlerde, artık reklâmlarda bile konuşuyor bizlerle? Aaaaaa diyoruz, teknoloji ne kadar gelişmiş. Mal mal bakıp sırıtıyoruz kimi zaman! Gülüyoruz!

 

Artık teknolojiyi öyle bir hale getirmişler ki, her yere dinleme cihazı ya da mikrofon koyup, sinyalizasyon sistemiyle antenler vasıtasıyla konuşabiliyor. Görüntülü telefonlar. Her hangi bir ev eşyasına yerleştirilebilen mikrofonlar, kameralar var.

 

Bir de eskilerle alay ediyoruz. “Eskiler yaşamıyormuş” diyoruz kimi zaman. İnsanların hayatını kolaylaştıran -bizim hayatımızı kolaylaştırdığını sandığımız- ve her şeyi bildiğimizi zannettiğimiz, ama aslında hiç bir şeyin doğrusunu bilmediğimiz halde, modern çağ diye böbürlenip durduğumuz zaman! Eskiler yaşamıyormuş, biz yaşıyoruz! Bir bakıma doğru aslında! Eskiler dünyada cennet için cehennemi, şimdiki bizler ise, cehennem için dünyayı yaşıyoruz!

 

Gökyüzünden bir ses ki herkes bunu kendi lisanında işitir.

[Kitabül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 37]

 

Her toplumun kendi lisanlarında işitecekleri bir ses! Radyo, televizyon, cep telefonu ve benzeri haberleşme araçları.

 

Tozlu dumanlı, karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek.

 [Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 26]

 

11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’nın New York ve Washington şehirlerinde meydana gelen saldırı.

Bu patlamalar sonucunda büyük bir duman oluşmuş ve bu duman tüm şehirden ve hatta civar kentlerden görülebilecek kadar yükselmiş ve yayılmıştır. Çöken binalar ise, daha büyük bir toz bulutunun oluşmasına neden olmuş, hatta çevredeki insanların üzerleri tamamen bu tozla kaplanmıştır. Emperyalist amaçları uğruna kendi halkına bile saldırmakta tereddüt etmeyen Amerikan yönetimi, bu defa düzmece bir senaryo ile ikiz kuleleri yıkıp 3 bin insanını kendi elleriyle enkaza gömdü. Sistematik bir şekilde patlatılan binaların enkazları, Amerika da hiç yer yokmuş gibi acele bir şekilde Amerika dışındaki ülkelere gemilerle nakledilmiştir.

 

Afganistan’a yazık oldu! Şüphesiz ALLAH’ın orada altın ve gümüş olmayan hazineleri vardır.

[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 59]

 

11 Eylül’ü bahane eden Amerika, 2001 yılında dünyanın alakasız bir noktasındaki Afganistan’a saldırdı. Gerçek neden ise Afganistan’ın henüz işletilmeye başlanmamış olan sonsuz doğal gaz rezervlerinin Çin’e akışını önlemek ve Rusya’yı güneyden kuşatmaktır. Bu saldırılarda 100 bine yakın Afganlı öldürülmüş ve bu katliam halen devam etmektedir.

 

Bazılarımız Müslüman olduğunu iddia ediyor değil mi?

Müslümanların hepsi din kardeşidir. Biz Müslüman olduğumuz için Müslümanlara saldıran kâfirlere yardım edip, lojistik destek sağlıyoruz ve ülkelerimizin, topraklarımızın kullanımına izin veriyoruz. Gerçekte Müslüman olunsaydı, bırakın, Müslümanlara saldıranlara yardım etmeyi; Müslümanlara zulmedenlere karşı çıkar, din kardeşlerimizin yanında olurduk! Ama biz sözde Müslüman olduğumuz için, menfaatler uğruna kâfirlerle iş birliği yapıyoruz, bütün kaynaklarımızı kâfirlere kullandırıyoruz; Müslümanları öldürüp, ülkelerindeki zenginlikleri kâfirler, Yahudiler, Masonlar kullanabilsin diye! Ama Amerika gittiği yere demokrasi götürüyor değil mi? Afganistan şeriat ile yani gericilik diye anlattığımız sistemle yönetiliyor. Şeriat yani kelime anlamında doğru yol, hak; din yolu, nur, aydınlık, ışık, Kuran ve Aleyhisselatu Vesselam’ın tarif ettiği ve bildirdiği yol. ALLAH tarafından Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz vasıtasıyla vaaz ve tebliğ olunan hükümleri içeren ilahi kanunların bütün inceliklerinin ve kısımlarının bulunduğu kanunlar! Şeriat aynı zamanda din manasında kullanılmış ki, asıl hükümler, esas kanunlar denen, dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak, yani İslam hukuku demektir. Biz şeriat karşıtıyız değil mi? ALLAH’ın kanunlarına karşıyız yani! Bu yüzden şeriat ile yönetilen ülkelere sözde demokrasi götürdüğünü iddia eden, gerçekte Müslümanları öldürüp, bütün haklarına tecavüz eden kâfirlere yardım ediyoruz. Yarın bize ne buyuracaklar biliyor musunuz? “ALLAH’ın hükümlerini hiçe saydığınız yetmiyormuş gibi, bir de ALLAH’ın hükümlerine sarılıp, ALLAH’ın kanunlarıyla yönetilen Müslümanlara zulmedenlerle beraber olduğunuz halde Müslüman olduğunuzu iddia ediyordunuz. Müslümanlara zulmedenlerle işbirliği yapıyordunuz, Müslümanlara zulmedenlere yardım ederek, sizde zulmetmiş oldunuz.”

“Ama hükümet ve devlet izin veriyor, biz ne yapabiliriz ki?” demeler. Hükümeti, bu devleti yönetenleri bu halk seçmiyor mu? Kendi seçtiklerimizi başa getirmiyor muyuz?

Bir de İncirlik Üssü’nün vurulma ihtimaline karşı, atış menzilinden uzak bir noktayı, yani Türkiye’nin İzmir ilini kâfirlerin eline verdiler. Kâfirleri kendi elleriyle oraya yerleştirdiler sözde Müslüman olduğunu iddia edenler kâfirler!

 

“Tecavüz kurbanı Iraklı kadınların çığlığı: ALLAH için bizleri öldürün!”

Halkıma, Ramadi'nin, Halidiye'nin ve Felluce'nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara. Bu size, Amerikan-Siyonist hapishanesi Ebu Garib'ten kardeşiniz Nur'un mektubudur. İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum. Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup sevdiklerinizle bir arada otururken bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalıların bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini
nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim? Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait. Yüreğim kan ağlayarak söyle diyorum: ALLAH’ım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları'na mı satmış? Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor. Ey kardeşlerim; Amerikalıların elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, ne acılar yaşadığımızı,… ALLAH aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim. Kardeşlerim; ALLAH'a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan utanıyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak size olanları anlatacağım. Amerikalıların bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım. Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye
dövdüklerini ifade etmeme izin verin! Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler! Amerikalıların bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz? Peygamber Efendimiz'in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz! Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılara ve Siyonistlere mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz? ALLAH'ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz? Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze ne oldu? Amerikalılar, Ebu Garib'te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, ALLAH adına, Ebu Garib Hapishanesi'ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistlerin hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat. Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın. Gelin ve kurtarın bizi! Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün! Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin! Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız! Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum! ALLAH için bizleri, Amerikalıları ve onların piçlerini öldürün! ALLAH rızası için! Size yalvarıyoruz!

[Ebu Garib Hapishanesi’nden Bacınız Nur, 10 Nisan 2004]

 

Ey Sözde Müslümanlar! Önce bir bedeninizi yoklayın! Gerçekten yüreğiniz var mı? Yani yürekleriniz yerinde mi? Sonra bu mektubu düşünün. Anlamazsanız tekrar tekrar okuyun. Daha sonra da aynı olaylar sizin başınıza gelse ne yapardınız onu düşünün. Zaten bu çığlıklara kulak vermezseniz, Irak’ta, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Filistin’de, Bosna’da  ve diğer İslam Toprakları’nda Müslümanların başına gelenler, yakında sizin de başınıza gelecek. Yakında size de işkence edecek, size de tecavüz edecekler! Sizlerin de analarınıza, bacılarınıza, eşlerinize ve kızlarınıza tecavüz edecekler! Bugün kapattığınız o kulaklarınız o gün haykırışlarınıza asla cevap alamayacaklar! Yine o gün hatalarınızı anlayacaksınız! Fakat son pişmanlığınız sizlere fayda vermeyecek! Ve o gün yapayalnız kalacaksınız! Bugün sessiz kalarak ortak olduğunuz zulüm, o gün sizi can evinizden vuracak!

 

Fırat Nehri’nin suyu çekilerek altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın.

[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 28]

 

“Fırat Nehri’nin suyunun çekilmesi”

Keban Barajı ve sonradan kurulan diğer barajlar, betondan dev birer dağı andırmaktadır, bu barajlardan altın değerinde servet dökülmektedir, yani elektrik.

Her kim, o zaman orada bulunursa o hazineden bir şey almasın.

Hürriyet Gazetesi 4 Kasım 1973 günkü baskısında haziran ayından itibaren Türkiye’nin her yanına elektrik verilecek başlığıyla yazmış Keban Barajı’nı. Orada bulunduğunda o hazineden bir şey almamamız gerekirken, Türkiye de elektrik kullanılan her yerinde kullanılıyor. Zaten bu barajları yapanlarda bizleriz. Ama elektrik, medeniyet, cartlar, curtlar. Medeniyet dediğimiz kâfirleşme bizim için her şeyden önce geliyor nasıl olsa!

 

Büyük şehirler dün sanki yokmuş gibi yıkılır, harap olur.

[Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sayfa 38]

 

Afetlerde yıkılan yerler. II. Dünya Savaşı’nda atom bombası atılarak yok edilen Hiroşima.

 

Dünyanın harap olmuş yerlerinin yeniden inşa edilmesi, inşa edilmiş yerlerin yıkılması kıyametin şart ve alametlerindendir.

[Kıyamet Alametleri, sayfa 138]

 

Eski yapılar, tarihi eser özelliği bulunduğu için, kazanç kaynağı olduğu için onarılıyor, depremlerle yıkılan yerler yeniden oluşturuluyor, günümüz ve yakın dönemde yapılan binalar, şehirler ise savaşlarla yok ediliyor.

 

Iraklıların [IraQ] elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak.

[Kenzul Ummal, Kitab-ul Kıyame Kısm-ul Efal, 5.cilt sayfa 45]

 

Irak [IraQ] işgal edilmeden önce Amerika’nın koymuş olduğu ambargoyu hatırlayın. Tek bir sakızı alabilmek için bile 5-6 deste para veriyorlardı.

 

Irak [IraQ] halkı üç bölüme ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz zaman kıyamete hazırlanın.

[Fera idu Fevaidi’l Fikr Fi’l imam El-Mehdi El-Muntazar]

 

Çapulculara katılanlar; çapulcular, yani Amerika ve İngilizlere katılan Barzani ve Talabani. Kaçanlar; savaşın başlamasına az bir zaman kala sınır ülkelere göç edenler. Savaşan ve öldürülenler, ellerinde çok az bir güç olmalarına rağmen, Amerikan ve İngiliz askerleriyle mahalle aralarında çarpışmaya çalışanlar. Arada ufak tefek haberler çıkar ya bizim satılmış medyamızda. Boşuna uğraşıyorlar ama değil mi bizce? Amerika’ya karşı koyamazlar. Amerika dünyanın süper gücü!

 

Muhammed ümmetinden masum bir çocuk öldürüldüğünde, gökten bir melek ‘hak onda ve onun yanında olandadır’ diye haykırır.

[Sabban İsafur Ragibin, sayfa 154]

 

Savaşlarda askerlerden daha çok masum siviller öldürülüyor. Kundaktaki bebekler, kadınlar, yaşlılar. Savaşla hiç bir alakaları olmayan siviller, askerlerle çatışmaya girmeyen siviller kitle imha silahlarıyla, bombalarla öldürülüyor. Hiç bir şeyden habersiz olan kundaktaki bebekler öldürülüyor.

 

Beni hak ile gönderen ALLAH’a yemin ederim ki, benden sonra ümmetimin içinde fetret devri olacak. O devir de herkes helali aramadan mal talebinde bulunacak, kanlar akıtılacak ve şiir Kuran’a bedel tutulacak.

[Deylemi; Geleceğin Tarihi 1, sayfa 50; Ravi: Hz. İbni Ömer Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 456]

 

Helalin-haramın ne olduğunu bilmiyoruz ki, para gelsin yeter diyoruz. Para için kan akıtılıyor! Bir kâğıt parçası için, yollar kesiliyor, insanlar gasp ediliyor, gasp edildikten sonra gasp edilenler de öldürülüyor. Bu dünyada her zaman bu olaylar artıyor. Yönetici diye başa getirdiklerimiz halkın meşgul olması için, yönetim işleriyle fazla alakalı olmaması için, halk içinde karışıklık olması için bunlara göz yummayı bırakın, bu suçlara kendileri izin veriyor. Kapkaççılık yapılırken, çantasını vermekte direnenler öldürülüyor, ama suçlular 3-4 ay yatıp çıkıyor. İnsan hayatına bu kadar önem veren dünyamız.

 

Şiir Kuran’a bedel tutulacak. 7 gün 24 saat her yerde, televizyonlarda, radyolarda, filmlerde, sokaklarda, arabalarda, cep telefonlarında, şiirlerin müzikli halleri olan şarkıları dinliyoruz. Bunları dinlediğimiz kadar okumuyoruz Kuran’ı. ALLAH’ın kitabı Kuran okunmuyor bu kadar.

 

Kuran’ı kendi düşüncesine göre tefsir eden cehennemdeki yerine hazırlansın.

[Tirmizi, İbn Abbas; İhyau Ulumiddin, İmam Gazali]

 

Kuran’ı okurken anlamadığımız için, anlamak istediğimizde mealini okuyoruz ya. Kuran’ın anlayabilmek için, eski âlimlerin hazırladığı tefsirleri okuyoruz sadece. Her şey hazır geliyor, hazır bekliyoruz.

 

Hazret-i Ali Kerremullahü Vechehü’nün rivayet ettiği hadiste, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz: “Beni hak peygamber olarak gönderen ALLAH’a yemin ederim ki, benim ümmetim bağlı oldukları asıl din ve cemaatten ayrılarak yetmiş iki fırkaya bölünecektir. Bunların hepsi sapık ve insanları cehenneme davet ile sapıtacaklardır. Bu zamana tesadüf ederseniz, ALLAH’ın kitabına sarılın. Zira sizden evvelkilerin haberi, sizden sonra geleceklerin haberi ve aranızda ne şekil hükmedeceğiniz orada mevcuttur. Kuran’a karşı gelen zalimlerin belini, ALLAH[c.c.] kırar. Kuran’ı bırakıp ta ilmi başka taraflarda arayanları ALLAH sapıtır. Kuran ALLAH’ın sağlam ipi, açık nuru ve insanlar için faydalı olan şifasıdır. Kuran’a sarılanlar için koruyucu ve Kuran’a uyanlar için kurtarıcıdır. Şaşmaz ki düzeltilsin, eğrilmez ki doğrultulsun, incelikleri ve fevkaladelikleri tükenmez, tekrar tekrar okumak Kuran’ı eskitmez’’ buyurmuştur.

 [İbn-i Mace; Tirmizi]

 

“Asıl din ve cemaatten ayrılarak yetmiş iki fırkaya [yetmiş iki cemaate] bölünmek.”

Milliyetçilik olarak ayrılmışız! Amelde 4, itikatta 2 mezhep olarak ayrılmışız! Birde mezhep olarak ayrılanlarda mezhep imamlarının kitapları okunur sadece, diğer mezhep imamlarının kitaplarını okumazlar. Aslında İslam da mezhep yokken, İslam da mezhep bulunmuyorken, mezhep imamları olarak bildiğimiz müçtehit âlimlerin, imamların; konulardaki farklı görüşleri dolayısıyla her mezhep imamının öğrencilerinin imamlarının kitaplarına ve görüşlerine uyarak, ibadet etmesi dolayısıyla farklılıklar oluştuğu için mezhep adı verilerek bölünmeleridir! Cemaatlere ayrılmak! Dini bir konu hakkında konuşulduğunda artık hangi cemaattesin diye soruyoruz ya bir de? Nur cemaatinden misin? Hür cemaatinden misin? Süleymancı mısın? Fethullahçı mısın? … diye.

 

Farklı görüşler yüzünden İslam hükümlerinde değişikliğe sebep olanlar!

 

Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Ölümler ve katliamlar yaygın hale gelecek.

[Camiü’s-Sağır; Müsned]

 

Ölüm her yerde! Savaş olan ülkelerde öldürülenlerin sayısı belli değil! İşkence yapılarak öldürülenlerin haddi hesabı yok! Sokaklarda bile adam kesiyorlar, öldürüyorlar! Artık gölgemizden bile korkar hale gelmişiz.

 

Cinayetler artmadıkça kıyamet kopmaz.

[Ölüm-Kıyamet ve Diriliş, sayfa 468]

 

Gasp edildikten sonra bir kâğıt parçası yüzünden, paraları alınanların öldürülmesi! Hoşuna gitmeyen bir söz söyledi diye öldürülenler! Dinlediği şarkının etkisiyle kendini öldürenler!

Her yerde kan kokuyor! Kan!

 

Doğmamış çocuklar bile öldürülüyor değil mi? Daha doğmamış çocuklar bile öldürülüyor! Düşük yaptıran ilaçlarla, kürtajlarla! Doğmamış çocuklar bile öldürülüyor.

 

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: Resullullah Aleyhisselatu Vesselam buyurdular ki: “İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, öldürülen de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”

[Ebu Müslim, Fiten, sayfa 56]

 

Cinnet geçirenler kendi çocuklarını bile öldürüyor! Ailesini öldürüp ardından kendisini öldürenler! Sebepleri bilinmeyen, önce öldürüp sonra kendini öldürenlerin, öldürülenlerin, ölüm sebepleri bile tam olarak bilinmiyor! Varsayımlar üzerine yazıp çiziyor herkes.

 

95.seneye kadar insanların işleri iyi gidecek, 97 veya 99. senede malları ziyan olacak.

[El-Kavlu-l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, sayfa 54]

 

Selçuk Demiralp, Merkez Bankası’nın Kambiyo Genel Müdürü olduğu 1993 yılında, Merkez Bankası’nın uyarı yazısına rağmen, Dışbank’ın Lapis Grubu’na [Aydın Doğan’a] satışına, 6 gün içinde fikir değiştirerek onay veren kişiydi.

Hiç bir bankanın kredi açmadığı Lapis Grubu’na Dışbank’ın satışı ve arkasından batışıyla, Türkiye’yi 1994 krizine sokan Selçuk Demiralp’in ağır sorumluluğu, koca ülkeyi ekonomik krize sokması, 1998 yılında başbakanlık teftiş kurulu tarafından soruşturulmuştu. Olayların durulmasını bekliyorlar yani! Halkın alışmasını, unutmasını! Ancak Selçuk Demiralp soruşturma sürerken, Aydın Doğan’ın kadim dostu Ahmet Mesut Yılmaz tarafından adeta ödüllendirilerek hazine müsteşarlığına atandı.

 

Selçuk Demiralp paraşütle indirildiği hazine müsteşarlığı görevi sırasında da, Türkiye’yi en büyük ekonomik krizlerden birinin içine soktu. Aydın Doğan, hakkındaki soruşturma nedeniyle açılan dava halen sürmekteyken, kendisine Dışbank’ı bağışlayan ve kriz nimetlerinden yararlandıran Selçuk Demiralp’i Dışbank yönetim kurulu üyeliğine atadı.

 

3’lü koalisyon döneminde, Bülent Ecevit’in başbakan olduğu dönemde Şubat 2001 yılında çıkan Türkiye’nin en büyük ekonomik krizinin iç yüzü.

 

PKK terör örgütü elebaşı Apdullah Öcalan’ın Suriye’de bulunduğu dönemde. Genel Kurmay Başkanı orduyla sınıra kadar giderek, ya Apdullah Öcalan’ı verin ya da biz gelip alalım deyince; Apdullah Öcalan, uçakla İtalya’ya gönderilmişti. İtalya, Apdullah Öcalan’ı vermeyince, İtalya’ya sınır bulunmadığı ve Avrupa ülkesi olduğu, kâfir memleketi olduğu için askeri yönden baskı yapılamadığı için, ekonomik ambargo uygulanmıştı. İtalya bu ambargoyu başta önemsememişti. 3 ay boyunca İtalya ile ithalat ve ihracat kesilince, İtalya durumun ciddiyetini anlamış ve Apdullah Öcalan’ı uçakla Kenya’ya göndermişti. Amerikan CIA ajanları da Apdullah Öcalan’ı kulağından tutup Türkiye’nin MİT elemanlarına teslim etmişti. Apdullah Öcalan, Mesut Yılmaz tarafından kurulan;  Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu[TMSF]’nun iflas ettikten sonra mal varlığına el koyduğu Cavit Çağlar’ın hacizli, devlet tarafından el konulmuş olan eski özel uçağıyla getirildiği için, Cavit Çağlar’a bütün mal varlığı geri verildi.

Apdullah Öcalan yargılandı, 30 bin insanın öldürülmesine sebep olan kişi yargılandı. Ama kimse bir şey yapmadı. Sadece hapse atıldı. Her türlü konforu sağlandığı gibi; krallar, padişahlar gibi bakıldığı, gözetildiği halde, bu yetmiyormuş gibi, zehirlenme ihtimaline karşı; her yemeği 3 asker tarafından yenilerek kontrol ettiriliyor. Yani, Apdullah Öcalan, zehirlenmek istenirse, zehirlenemeyecek, onun yerine Türkiye’nin askeri ölecek. Türkiye’nin kendi askerinin canından daha önemli olan 30 bin insanın ölümüne sebep olan Apdullah Öcalan! Üstelik artık basına bile demeçler veriyor! Apdullah Öcalan’ın yakında serbest bırakılması için zemin hazırlanıyor.

 

Suriye’ye askeri gücünü gösteren Türkiye, tüm dünyaya askeri gücünü bir kere daha göstermiş oldu. İtalya gibi bir Avrupa ülkesine siyasi baskı yaparak, ekonomik ambargo uygulayarak, hem siyasi, hem de ekonomik yönden güçlü olduğunu gösterdi. Her zaman olduğu gibi Amerika ve Avrupa ülkelerinin, Yahudiler ve kâfirlerin oyunlarıyla, Şubat 2001 krizi çıkartıldı. Askeri, siyasi ve ekonomik güç gösterildikten sonra fırsat kollayan kâfirler, Şubat 2001 ayında harekete geçti ve Türkiye’yi krize sürüklediler.

Siyasi bir olay arayan kâfirler, Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’in başına Anayasa fırlattığı günün gecesinde, merkezleri Amerika’da ve İngiltere’de bulunan Citybank ve HSBC Bank’ın; Türkiye’de bulunan şubelerindeki kasalarından 50 milyar dolar parayı yurtdışına kaçırdılar. Bu kriz olayı sadece Bülent Ecevit’in üzerine yıkıldı ama kimse ardını kurcalamadı. Citybank ve HSBC Bank genel müdürleri hortumculuk yüzünden mahkemeye çıkartıldı, ama her zaman olduğu gibi konu örtbas edildi. Sadece basında ufak tefek haberler olarak geçti.

 

Şubat 2001 krizi sırasında devalüasyonu önceden haber alan işadamları, zenginler, bankalar dolar vurgunu yaparak bu ülkeyi krize soktu. Devalüasyonu önceden haber almak? Aslında haber almamışlardı. Amerika ve Avrupa kâfirlerinin fırsat kolladığını biliyorlardı.

 

Aydın Doğan Şubat 2001 yılında, sahibi olduğu Dışbank aracılığıyla Merkez Bankası’ndan 258.7 milyon dolar, kişisel TL hesabı bulunan Halk Bankası’ndan da 10 milyon dolarlık döviz çekerek hazineyi, yani Türk milletini trilyonlarca zarara uğrattı.

 

Aydın Doğan ile benzer işlemi gerçekleştiren Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ağır ceza mahkemesinde yargılanırken, Aydın Doğan’ın trilyonluk döviz vurgunuyla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan 2002/88946 no’lu soruşturma her zaman ki gibi ortadan kayboldu. Aydın Doğan! Doğan Medya Grubu’nun sahibi!

 

Aydın Doğan Şubat 2001 krizi sırasında devlete ait Halk Bankası’nın Mecidiyeköy Şubesi’ndeki 176483 no’lu hesabından 799.200 Türk lirasından 10 milyon dolar aldı. Aydın Doğan aldığı 10 milyon doları yine aynı şubedeki 185393 no’lu döviz hesabına yatırdı.

 

Aydın Doğan’ın doları 799.200 Türk lirasından aldığı 22 Şubat 2001 günü, dolar serbest piyasada 900.000 Türk lirasından, Merkez Bankası’nda ise 962.499 Türk lirasından işlem görüyordu.

 

Piyasa fiyatları ortadayken, Halk Bankası’nın Aydın Doğan’a ucuza döviz satışı yapmasıyla, Aydın Doğan trilyonluk kâr elde ederken, hazine de trilyonluk zarara uğradı. Hazine; yani Türk halkının parası!

 

Hemen ertesi gün yani 23 Şubat 2001 tarihinde Amerikan ve İngiliz bankalarının bu ülkede bulunan şubelerinden 50 milyar doların yurt dışına kaçırılmasıyla dolar; 1.078.988 Türk lirasına yükselince Aydın Doğan’ın trilyonluk kârı katlanmış oldu.

 

Aydın Doğan’ın bu vurgunundan elde ettiği gelir, 2001 yılı içinde doların her gün yükselmesiyle katlanarak arttı.

 

Şubat 2001 krizi sırasında Kamu Bankalarına hücum ederek ucuz döviz kapatanlarla ilgili olarak yapılan idari soruşturmanın Halk Bankası ile ilgili bölümünde, Halk Bankası Genel Müdürlüğü şubelerine gönderdiği bir yazıda kriz günleri olarak anılan 20 ve 21 Şubat 2001 tarihlerinde büyük meblağlarla döviz alımı yapanların listelerinin hazırlanmasını istedi.

 

Bu listelerde Halk Bankası’nın Mecidiyeköy Şubesi’ndeki büyük meblağlı hareketler dikkat çekiyor.

 

Listeye göre medya patronu Aydın Doğan, Doğan Medya Grubu’nun sahibi Aydın Doğan; krizin başladığı saatlerde elindeki Türk lirasını dolara çevirmişti. Ancak dikkati çeken nokta Aydın Doğan’a satılan doların fiyatının piyasa değerlerinin altında, yani ucuz olmasıydı.

Hazine müsteşarı Selçuk Demiralp!

 

Bu döviz alış listelerini ele geçiren milletvekili Emin Şirin, 9 Ekim 2002 tarihinde 1 yıl 8 ay sonra, kriz çıktıktan 20 ay sonra, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’na bir mektup yazdı:

 

“Sayın Sabih Kanadoğlu,

Yargıtay Başsavcısı

 

Sayın Kanadoğlu,

 

İlişikte, 2001 Şubat krizi sırasında Halk Bankası nezdinde yapılan 7 adet döviz işlemi ile ilgili bilgi sunuyorum.

Tarafıma ulaştırılan bu bilgiler eğer doğru ise, Halk Bankası’nı zarara uğratacak nitelikte. Özellikle Aydın Doğan’a ait olduğu iddia edilen hesaplarda yapılmış olan döviz işlemi Halk Bankası’nı 1 trilyon Türk lirası zarara uğratmış olabilir.

 

İlişikte gönderdiğim bilgilerin doğruluğunun araştırılmasını ve eğer doğru ise gerekli kanuni işlemlerin yapılması için ilgili savcının görevlendirilmesini arz ederim.

 

Hürmetlerimle

Emin Şirin

Milletvekili.’’

 

Sadece bir trilyon TL zarara uğratmış olabilirmiş?

 

Bu mektup üzerine derhal harekete geçen Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, elindeki bilgileri içeren bir yazıyla konuyu Cumhuriyet Savcılığına intikal ettirdi.

 

Olayı soruşturmakla görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Fethi Şimşek, Halk Bankası’na bir yazı yazarak “2001 yılı Şubat ayında meydana gelen ekonomik kriz sırasında [21 Şubat 2001- 22 Şubat 2001 tarihlerinde] Aydın Doğan’a döviz satışı yapılıp yapılmadığını” sordu.

 

Banka tarafından verilen cevapta “22 Şubat 2001 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası işlemlerinde Amerikan Doları minimum 830.000 Türk Lirası, maksimum 1.020.000 Türk Lirasından satıldığı halde Aydın Doğan’a Mecidiyeköy Şubesi’nden 22 Şubat 2001 tarihinde 799.200 Türk Lirasından 10 milyon dolar satıldığı” bildirildi.

 

Sadece Aydın Doğan’a yapılan bu kıyak! Mesut Yılmaz’ın kadim dostu olan Aydın Doğan’a yapılan bu kıyak! Selçuk Demiralp’i Hazine Müsteşarlığı’na getiren Aydın Doğan’ın kadim dostu Mesut Yılmaz.

 

Cumhuriyet Savcısı Fethi Şimşek, Halk Bankası’ndan gelen cevap üzerine, “hizmet sebebiyle emniyeti suistimal” suçunun işlendiği yerin İstanbul olması nedeniyle verdiği yetkisizlik kararıyla, dosyayı; gereğinin yapılması için 31 Mart 2003 tarihinde Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdi:

 

“Bankanın yapılan döviz satış miktarına göre büyük miktarda zarara uğradığı iddiasıyla ilgili olarak yapılan inceleme ve soruşturma sonunda, 22 Şubat 2001 tarihinde adı geçen kişilere yapılan döviz satışı Türkiye Halk Bankası Mecidiyeköy Şubesi’nden yapılmış olduğu tüm evrak kapsamından anlaşıldığından suç yeri itibariyle Başsavcılığımızın yetkisizliğine, gereği için hazırlık evrakının Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine, CMUK.nun 8.maddesi uyarınca karar verildi.”

31 Mart 2003

 

Fethi Şimşek

Ankara Cumhuriyet Savcısı

EK: Hazine evrakı.’’

 

31 Mart 2003; yani krizden 2 yıl 1 ay sonra! Olan olup, biten bittikten sonra!

 

Ve dosyanın İstanbul’a gönderilmesiyle birlikte Aydın Doğan hakkındaki döviz vurgunu dosyası ortadan kayboldu! Ne basit! Ne kolay!

 

Aydın Doğan ile benzer işlemi gerçekleştiren Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanırken, Aydın Doğan’ın trilyonluk döviz vurgunuyla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan 2002/88946 no’lu soruşturma her zaman ki gibi ortadan kayboldu.

 

“Döviz kurunun 100 bin lira düşük uygulanmasından dolayı Aydın Doğan’ın Halk Bankası’na, dolayısıyla devlete [yani halkın parasına] zararı 1 trilyon lira oldu. [bu rakam sadece döviz kurunun düşük fiyattan alınmasıyla oluşan zarar, dolar fiyatının katlanmasıyla oluşan zararın haddi hesabı belli değil.] Aydın Doğan’ın bu haksız kazancıyla ilgili soruşturma açıldı. Banka fon yönetim müdürü Füsun Balamir için sadece aylıktan kesme cezası verilerek olay örtbas edildi. Hukukçular Balamir’in bu suçunun “görevi kötüye kullanmak” olduğunu, bu suça eş gelen cezayı alması gerektiğini belirtirken, olay sadece maaştan kesinti yapma cezası ile kapatıldı. Emri kimlerin verdiğinin üzerine gidilmedi, Aydın Doğan’ın elde ettiği haksız kazanç yanına kâr kaldı.’’

 [Evrensel Gazetesi, 17 Temmuz 2002]

 

Bütün milletin zarara uğratıldığı bir davada varılan sonuç! Konunun daha da üstüne gidilmemesi için Halk Bankası kapatıldı! Daha sonra özelleştirilerek hizmet vermeye başladı!

 

Aydın Doğan’ın Şubat 2001 krizini fırsat bilip şahsi hesabını dolara çevirirken, sahibi olduğu Dışbank’ın da boş durmadığı belgelendi.

 

Belgelere göre Dışbank kriz günü Merkez Bankası’ndan 258.7 milyon dolar çekerek trilyonluk bir vurguna imzasını attı.

 

Şubat 2001 krizi sırasında, devalüasyon kokusunu alarak [köpekler 30 kilometre ötedeki kokuyu alabilirlermiş] Türkiye Merkez Bankası kasalarına saldıran ve milyarlarca dolar tutarında döviz çeken bankaları soruşturan bilirkişi Servet Taşdelen tarafından hazırlanan 4 Aralık 2001 tarihli ve “TBMM yolsuzlukların sebeplerinin, sosyal ve ekonomik boyutlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi” amacıyla kurulan “Meclis Araştırma Komisyonu’na” sunulan raporda, dolar vurgunu ve vurguncuları tek tek listelendi.

 

Şubat krizi sırasında haksız kazanç sağlamak için devletin kasasını yağmalayanların yapmış oldukları resmi raporlara ‘’spekülatif saldırı’’ olarak yansıdı:

 

“Kasım 2000 krizinden yaklaşık 3 ay sonra, 19 Şubat 2001 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında meydana gelen tartışma dövize yönelik spekülatif bir saldırıyı tetiklemiş ve bu defa bir döviz krizi başlamıştır.

 

Kasım 2000 krizinde dövize saldırı yabancı yatırımcılarla sınırlı kaldığı halde, Şubat 2001 tarihlerinde 5.2 milyar dolarlık bir erime meydana gelmiştir. Dövize yönelik spekülatif saldırıların yoğunluğu kasım 2000 krizinde yara alan enflasyonu düşürme programının sürdürülebilirliğini ortadan kaldırmıştır. [Dikkat ederseniz Citybank ve HSBC Bank’ın Türkiye’deki şubelerinin kasalarından bir gecede yurtdışına kaçırılan 50 milyar doların lafı bile edilmiyor]

 

Bu bilgilerden genel olarak yetkili kuruluşların krizin başladığı 19 Şubat 2001 tarihinde, ertesi gün valörü ile gerçekte satın alabilecekleri tutarın beş katı kadar döviz talebinde bulundukları anlaşılmaktadır.

 

Ayrıca; bu dönemde Merkez Bankası’nca döviz satış işlemlerinde, anlaşmadan doğan yükümlülükleri yerine getirmeyen kuruluşlara parasal yaptırım uygulanmamasının, ilgili kuruluşların çok yüksek tutarlarda döviz talebinde bulunmasına ve Merkez Bankası’nın bu durum karşısında bu taleplerine karşılık vermesine dikkat edin!

 

Yetkili kuruluşlarca Merkez Bankası’ndan 19 Şubat 2001 tarihinde ertesi gün valörü ile yapılan 7.6 milyar dolar tutarındaki döviz alımı dövize yönelik spekülatif bir saldırı niteliğindedir.

 

Kamu zararına sebebiyet veren somut olaya ilişkin sorumlulukların kesin olarak belirlenebilmesi için, bu olayın koşullarını hazırlayan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri öncesinde ve anılan krizler sırasında meydana gelen olayların ilgili kişi ve kurumların işlem ve eylemlerini de kapsayacak şekilde, bütün derinliğiyle, çok yönlü olarak ve nedensellik ilişkileri esas alınarak araştırılması ve incelenmesi gerekmektedir. Somut olayın kapsamlı bir şekilde araştırılması ve incelenmesi, bu olay sonucunda ortaya çıkan kamu zararında sorumluluğu bulunanlar hakkında gerekli işlemlerin yapılmasının yanı sıra, benzer olayların tekrarının önlenmesi için alınabilecek tedbirlere ve geliştirilebilecek politikalara ışık tutması bakımından da özel bir önem taşımaktadır. Somut olay ile ilgili olarak, emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından “Başbakanlık Makamı’na muhatap 11 Nisan 2001 ve 28 Haziran 2001 tarihli yazılar ile Merkez Bankası’nın Şubat 2001 krizi sırasındaki başkanı ve başkan yardımcıları hakkında 4483 sayılı kanun kapsamında ön inceleme yapılmasının ve soruşturma izni verilmesinin istenmesi” üzerine konu daha önce Başbakanlık Müfettişleri tarafından incelenmiş olmakla birlikte, bu incelemeler sonucunda düzenlenen raporlarda somut olayın kısmen irdelendiği ve bütün yönleriyle ortaya konulmadığı görülmektedir.

 

Bu nedenle; anılan hükümet üyelerinin ve Merkez Bankası yetkililerinin somut olayda ortaya çıkan kamu zararına ilişkin sorumluluklarının bütün açıklığıyla ve maddi delilleriyle birlikte ortaya konulabilmesini temin için, konunun Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun koordinatörlüğünde Başbakanlık Müfettişleri’nden, Merkez Bankası müfettişleri’nden ve Bankalar Yeminli Murakıpları’ndan oluşturulacak bir heyet tarafından çok yönlü olarak araştırılmasının, incelenmesinin ve sonucundan TBMM başkanlığına bilgi verilmesinin yerinde olacağı düşünülmektedir.”

 

Laf salatası! Her şeyi biliyorlar ama laf salatasından başka bir şey yapmıyorlar! Kundakta ki bebekler gibiyiz hepimiz. Ağlayan bebekleri ağlamasın diye pış pışlarlar ya! Bizi öyle pış pışlıyorlar.

 

T.C. Merkez Bankası’nca 19, 20 ve 21 Şubat 2001 tarihlerinde üç gün içinde toplam 84 kuruluşa net toplam 5 milyar 188 milyon dolar tutarında döviz satışı yapılmıştır. [Dikkat ederseniz Citybank ve HSBC Bank’ın kasalarından bir gece de yurtdışına kaçırılan 50 milyar doların lafı bile edilmiyor]

 

Belirtilen tarihlerde Merkez Bankası’ndan 25 milyon dolar ve daha fazla döviz satın almış olan yetkili katılımcılar ile satın aldıkları dövizlerin tutarları:

 

Yetkili katılımcı 3 günlük net alış:

 

1 no.lu banka Citybank  1.063.800.000 dolar

2 no.lu banka Deutsche Bank 764.000.000 dolar

3 no.lu banka Koçbank  426.000.000 dolar

4 no.lu banka TEB 411.000.000 dolar

5 no.lu banka Yapı Kredi Bankası 383.700.000 dolar

6 no.lu banka Chase&Manhattan 332.600.000 dolar

7 no.lu banka Osmanlı Bankası 269.000.000 dolar

8 no.lu banka Dışbank 258.700.000 dolar

9 no.lu banka HSBC Bank 254.900.000 dolar

10 no.lu banka WLB 227.200.000 dolar

11 no.lu banka Garanti Bankası 199.000.000 dolar

12 no.lu banka  ABN Ambro 135.000.000 dolar

13 no.lu banka  Finansbank 121.000.000 dolar

14 no.lu banka  İş Bankası 95.000.000 dolar

15 no.lu banka  Türkbank 90.900.000 dolar

16 no.lu banka İktisat Bankası 67.700.000 dolar

17 no.lu banka Tekstilbank 58.300.000 dolar

18 no.lu banka CSFB 50.000.000 dolar

19 no.lu banka İnterbank 42.300.000 dolar

20 no.lu banka Akbank 27.000.000 dolar

21 no.lu banka  Taib Bank 25.000.000 dolar

 

Citybank, HSBC Bank’la birlikte, Türkiye’nin kasasından, Türk halkının rızkından 50 milyar doları yurt dışına kaçırdığı yetmiyormuş gibi üstüne, 1 milyar 63 milyon 800 bin dolar alıyor.

 

KoçBank 426milyon dolar. TEB 411 milyon dolar. Yapı Kredi Bankası 383 milyon 700 bin dolar, Osmanlı Bankası 269 milyon dolar.

 

Şubat 2001 krizi sırasında Merkez Bankası’na saldırarak kasasındaki 5 milyar doları yağmalayanlar listesinde yer alan 21 bankadan 8 no.lu banka koduyla anılan, Aydın Doğan’ın sahibi olduğu Dışbank’tı.

 

Belgelere göre Merkez Bankası’nda günde 68 milyon dolarlık işlem limitine sahip olan Dışbank, kriz günü kendisine tanınan kotanın 5 katı fazlası istemde bulunarak 375 milyon dolar talep etmiş ve bu talebin 258.7 milyon dolarlık bölümü karşılanabildiği için kendisine 258 milyon 700 bin dolarlık döviz satışı yapılmıştı.

 

Dışbank, kriz günü saldırdığı Merkez Bankası’ndan almış olduğu 258.7 milyon tutarındaki ucuz dolar ile trilyonluk bir vurguna imzasını atarken, bu halk bir gecede bütün fiyatların iki misline katlandığı bir krize mahkûm oldu.

 

Sonuçta bu işlemleri gerçekleştirenlerin bir kısmı Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir kısmı da Yüce Divan’da yargılanırken Aydın Doğan her zaman ki gibi, bu soruşturmadan da sıyrılmayı bildi ve dolar vurguncusu Dışbank’ını, Belçikalı Fortis’e sattı.

 

31 Mart 2003; yani krizden 2 yıl 1 ay sonra. Olan olup, biten bittikten sonra!

 

Bu konuda Aydın Doğan hakkındaki dosyanın İstanbul’a gönderilmesiyle birlikte Aydın Doğan hakkındaki döviz vurgunu dosyası ortadan kayboldu! Ne basit! Ne kolay!

 

Şu an adı Fortis olarak değişen bankanın risk yönetimi ve kontrol sorumluluğunu üstlenen Selçuk Demiralp aynı zamanda trilyonlarca para kazandırdığı, halkın parasını hediye ettiği Aydın Doğan’ın finans operasyonlarından sorumlu sağ kolu olarak görev yapıyor.

 

Yayın ve basın organlarının tamamını ele geçirmeden doymaya niyetli olmayan Aydın Doğan’ın, 912 bin yeni Türk Lirasına satın aldığı Uzan Grubu’na ait kanalları aldığını da unutmayalım.

 

Aydın Doğan’ın sahibi olduğu kanallar, Doğan Medyaya bağlı yayın yapan kanallar ve diğer yayın kuruluşları:

Star TV, Euro Star, Kanal D, Euro D, D Yeşilçam, D Max, Movie Smart, Movie Smart 2, Cartoon Network, D Çocuk, CNN Türk, Haber Türk, Dream TV, Dream Türk, BJK TV, FB TV, GS TV, Fix TV, Powertürk TV, Passion TV, TNT, Discovery Channel, Animal Planet, Comedy Smart, Fashion TV, World TV, Science TV, Travel&Living TV, CNN İnternational, Eurosport, Movies 24, Movies 24 Erotik, Kral TV, Buket TV, Fx TV, Nike TV, World Fashion, D Max, D Plus, Kidsco, Luli, Z TV, Radyo D Haber, Emlak TV, D Hipodrom, D Spor, D Shopping, D Tay TV, Yaşam TV, Fantasy TV, D Smartpromo, Kral TV Avrupa, Loca Portal, Loca 1, Loca 2, Loca 3, ESPN Classic, Yaban TV, NASN Europe[high definition], CNN Türk Radyo, Radyo D, Slow Türk, Best FM, İstanbul FM, Fenomen, Radyo Moda, Smart Oldies, Smart Slow, Smart Jazz, Smart Rock, Smart Hits, İradyo Portal, Kral FM, bünyesinde toplam 24 dergi yayınlanan Doğan Burda [DB], Doğan Music Company, 50 yıldan uzun süredir yayınlanmakta olan Hürriyet, 1930’lu yıllardan 1990’lı yıllara kadar kadınları açabilmek adına her yıl güzellik yarışmaları düzenleyen; 1990’lı yıllarda, Genel Yayın Yönetmeni’ne; bu yarışmaların artık neden yapılmadığı sorulunca ’’artık gerek kalmadı, biz amacımıza ulaştık, kadınları açtık diyen’’ ve 1950’li yıllardan itibaren adı değiştirilen Milliyet, 1996 yılında kurulan Radikal, Posta, Fanatik, Fanatik Basket, finans gazetelerinden 1996 yılında kurulan Referans, Turkish Daily News.

 

Sadece hamam olan televizyonlarda yayınlanan tek bir kanalı olmuş olsa bile öldürülmesi gerekirken, baş tacı yapılan ve kanalları sürekli izlenen, bütün halkı mağdur etmesine rağmen hiçbir şey yapılmayan; şeytanın ezanlarını yayınlayan radyoların sahibi, Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e indirilene, Kuran’a küfretmek için çekilen resimlerle dolu dergiler, gazeteler. Üstelik son zamanlarda Doğan Medyaya ait kanallarda İslam ile alay edilen programlara öncelik verilmesi.

 

Masonların emriyle son dönemde Aydın Doğan’a 3.8 milyar TL tutarında vergi/ceza verildi! Öldürülmesi gereken birine para cezası!

 

Bir de krizden sonra haksız kazanç elde etme suçundan yargılanan Ahmet Mesut Yılmaz’ın kardeşi var. Devalüasyon olacağı gece, yani Citybank ve HSBC Bank’ın Türkiye’deki şubelerinin kasalarından, Türk halkının 50 milyar dolarlık parasının kaçırıldığı gece, bütün servetini dolara yatırarak, bir gecede servetini 2’ye katlayan Türkiye’nin yöneticilerinden birinin kardeşi. Ve bu şahısların gerçekte ki hükümlerini bırakın, insanların koymuş olduğu kanunlarla bile cezalandırılmaması.

 

CityBank ile birlikte 50 milyar doları yurt dışına kaçıran HSBC Bank’ın aldığı miktar, 254 milyon 900 bin dolar. Garanti Bankası 199 milyon dolar. Finansbank 121 milyon dolar. İş Bankası 95 milyon dolar, TürkBank 90 milyon 900 bin dolar.

 

Krizden sonra IMF ve Amerika Türkiye’ye kredi verdi değil mi? Türkiye’nin kasasından halkın parasını çalıp, Türkiye’yi kendine borçlandıran Yahudiler ve kâfirler. Üstüne üstelik Türkiye de yaşayan iş adamları.

 

Faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazana, bu senede şahit olana, dövmeyi de yapan ve yaptırana, sadakayı geciktirene, hicretten sonra İslam’dan çıkıp gidenlerin hepsine birden, kıyamet gününde Muhammed Aleyhisselatu Vesselam dilinden lanet edilmiştir.

[Ravi: Hz. İbn-i Mesud Raduyallahu Anh, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi]

 

İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, faiz yemeyen adam kalmaz. Onu yemese bile kendisine tozu isabet eder.

[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 141]

 

Üç kişiye hürmet olmaz: Cenazede para ile ağlayan kadına hürmet yoktur. Onun kazancı da lanetlenmiştir. Şarkıcılara hürmet yoktur, malları bereketsizdir, kazançları da lanetlenmiştir. Bunları dost edinenler de [hoş gören de] lanetlenmiştir. Faiz yiyenin de hürmeti yoktur. Onun malında da bereket yoktur.

[Ravi: Hz. İbni Abbas Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 267]

 

Allah, faiz yiyene, yedirene, faiz senedi yazana ve zekâtı vermeyene de lanet etsin.

[Ravi: Hz. Ali Kerremullahü Vechehü, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 347]

 

Kıyamet alametlerindendir; şüphenin açık olması ve açıkça faiz yenmesi.

[Ravi: Hz. İbni Mes'ud Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 448]

 

705. (2273) (6692)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Bu karınların içi yılanlarla dolu idi ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı. Ben: "Ey Cebrail bunlar kimlerdir?"diye sordum. "Bunlar fâiz yiyenler!" dedi."

[İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

 

706. (2274) (6693)- Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki: "Faiz yetmiş çeşit günaha sebeptir. En hafif faiz kişinin anasıyla zina yapması gibidir."

 [İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 17/260]

 

Bankalarda hala işlem yaptırıyoruz, hala bu bankalara para kazandırıyoruz. Faiz haram olduğu halde faiz yiyoruz. Ama zaten bu dünyanın ekonomisi faiz üzerine kurulu değil mi? En küçük faiz yiyen öz annesiyle zina etmiş gibidir! Ve faiz yiyenlerin mideleri yılanlarla doldurulacaktır! Ne güzel değil mi? Faizin haram olmasına rağmen, ekonomisi faiz üzerine kurulu olan bir de üstüne, Müslüman olduğunu iddia edenlerin olduğu dünyamız!

 

Aydın Doğan, bu soruşturmadan da sıyrılmayı bildi ve dolar vurguncusu Dışbank’ını, Belçikalı Fortis’e sattı.

Fortis Dışbank. Belçika-Hollanda ortaklığı Fortis tarafından satın alınan Dışbank, müşterilerini FortisBank adıyla kabul etmeye başladı. FortisBank Yönetim Kurulu Başkanı Karel De Boeck, 2010 yılına kadar şube sayısının 183’ten 300’e çıkarılacağını açıkladı. Bu haber Türkiye’nin satılmış basın ve yayın organlarının hemen hemen tümünde yer aldı. Fakat hiç kimse, FortisBank’ın PKK terör örgütünün kullandığı mayınları üreten firmaya ortaklığından bahsetmedi. İşte gözden kaçan, O detay!

 

Dünya üzerindeki bankaların hareketlerini izleyen Netwerk Vlaanderen adlı kuruluş, aralarında FortisBank’ın da bulunduğu 5 bankanın, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından üretimi yasaklanan misket bombası, nükleer bomba, seyreltilmiş uranyum silahları ve mayın gibi mühimmat üreten silah şirketleriyle ortak olduğunu belgeledi. Netwerk Vlaanderen tarafından hazırlanan 52 sayfalık raporda, Belçika’nın önde gelen finans kuruluşlarından biri olan FortisBank’ın, dünyanın en büyük mayın üreticisi Singapore Technologies Engineering- yani STE’de 1 milyon 376 bin 600 adet hissesinin bulunduğu ortaya çıkarıldı. Raporda FortisBank’ın ortak olduğu Singapurlu mayın üreticisi STE’nin vs-50 ve vs-69 tipi mayınlar ürettiği belirtildi. Singapurlu STE firmasının ürettiği vs- 50 ve vs-69 tipi mayınlar, Türkiye’nin Güney Doğu Bölgesi’nde PKK tarafından sıklıkla kullanılıyor. Dünya mayın izleme komitesi 1999 tarihli raporunda Singapur’un tek mayın üreticisi STE’nin Valsella Valmara 69 ve Valsella vs-50 mayınlardan milyonlarca adet ürettiğini belgelemişti.

 

Hazreti Ali Kerremullahi Vechehü ‘den rivayete göre; Aleyhisselatu Vesselam şöyle demiştir: ALLAH Rasulü Aleyhisselatü Vesselam cenazede idi: “Hanginiz yolda kırılmadık bir put, yerle bir kılınmadık bir mezar, bozulmadık bir resim bırakmadan Medine’ye gider?” diye sordu. Bir adam: “Ben, Ey ALLAH’ın Rasulü!” diye cevap verdi. Ali Kerremullahi Vechehü dedi ki: Medineliler korktu. Adam yola koyuldu. Bir süre sonra dönüp: “Ey ALLAH’ın Rasulü, kırılmadık put, yerle bir edilmedik mezar, bozulmadık resim bırakmadım.” dedi. Sonra Aleyhisselatu Vesselam şöyle buyurdu: “Kim bu sanatlardan birine tekrar dönerse, o kimse Muhammed’e indirilene küfretmiştir.” 

[Ahmed Bin Hanbel; Fıkhu’s-Sunne, Seyyid Sabık]

 

Muhammed’e indirilene küfretmek! Yani Aleyhisselatu Vesselam’a indirilene küfretmek! ALLAH’ın kitabına küfretmek! Kutsal kitabımız Kuran’a küfretmek! Biz Kuran’a küfretmek için resimlerin hareketli hallerini içeren televizyona bakıyoruz ve üstelik televizyonlarda hangi bankanın, hangi ürünün çok reklâmı yapılırsa ona koşuyoruz! Bunun yanında Güney Doğu’da kolları ayakları kopan, hayatlarını kaybeden gencecik bedenlere ağlıyoruz ama PKK’yı besleyenleri, destekleyenleri de bizler besliyoruz aslında. Biz PKK ile savaşıyoruz ama! Esas savaşmamız gerekenleri bırakmışız! Bırakın yılanın başını ezmeyi, kuyruğunu bile ezmiyoruz! Yılanın bokunu karıştırıyoruz! Yılanın bokunu karıştırıp temizlemeye çalışıyoruz! Bir tabir vardır; “deve dikeni, insan sikeni sever diye!”

 

“Halkın seçtiği hükümet var o kadar, askeriyesi var, neden kimse bir şey yapmıyor?” Türkiye’yi halkın gözüne güzel gösterilip seçtirilen, gerçekte kâfirlerin, Yahudilerin kuklası olan yöneticiler yönetiyor. Askeriye topu her zaman hükümete atıyor, bir şey yapmıyorlar diye. Ama Recep Tayyip Erdoğan birçok şeyi düzeltti değil mi? Hatırlar mısınız? Başbakan olmadan önce; daha doğrusu seçimlerden Ak Parti galip çıkıp şimdiki Cumhurbaşkanı [karısının kendi ülkesine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açtığı] Abdullah Gül’ün Başbakan olarak görev yaptığı ve yasa değişikliğinden sonra Recep Tayyip Erdoğan’a bıraktığı başbakanlık görevine başlamadan önce; George W. Bush tarafından Amerika’ya çağırıldığını ve George W. Buhs’un Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğünü? Amerikan köpekleri haline gelmiş olan medyanın propagandaları sayesinde, halka iyi gösterilen Recep Tayyip Erdoğan. Başbakan koltuğuna oturmadan önce dünya patronu dediğimiz Amerikan Başkanı’nın görüştüğü Recep Tayyip Erdoğan. Ne mutlu Türkiye’ye, Amerika Başbakan olmadan görüşüyor. Peki, George W. Bush’un dediklerini yapmadığı takdirde, Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün ailesinin ortadan kaldırılacağını söylendiğini biliyor musunuz? Recep Tayyip Erdoğan! Başbakan olduktan sonra Amerika’nın hazırlayıp Kemal Derviş’le gönderdiği ekonomik planı aynen uyguladı. Bülent Ecevit zamanında ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olduğu zaman getirdiği ekonomik planın uygulanması üzerine Ana Muhalefet Partisi Milletvekili, CHP Milletvekili olmasına rağmen ekonomi iyi gidiyor diye açıklamalarda bulunmuştu Kemal Derviş. Kızının başı kapalı olduğu ve bu ülkede baş örtülü okuma yasağı olduğu için Amerika’da okuttuğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan. Gerçekte Amerika’nın bir koz olarak çocuklarını Amerika içinde tuttuğu Recep Tayyip Erdoğan. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanlığı yaptığı dönemlerden itibaren sayısız yolsuzluğa karışan Recep Tayyip Erdoğan! Türk milletine en büyük kazığı atan Aydın Doğan’ın burslarıyla çocuklarını okutan Recep Tayyip Erdoğan! Basında çıkıyor ya hep! İyi haberler. Basının yarısı Aydın Doğan’ın elinde, geri kalanı da Recep Tayyip Erdoğan’ın. Aydın Doğan kime köpeklik ediyordu? Recep Tayyip Erdoğan’a. Biz ne görürsek televizyonlarda, gazetelerde onlara inanıyoruz. Altını kurcalamıyoruz. Gerekli olan bir şey olursa zaten satılmış basınımız bize her şeyi göstermek istediği şekilde, yalanlarla süsleyerek anlatıyor nasıl olsa.

 

Ama artık araları da bozuldu! Aydın Doğan hükümete sataşıyor, hükümet Aydın Doğan’a sataşıyor!

 

 

İnsanların 95.seneye kadar yani işleri iyi gidecek, 97 veya 99. senede mülklerini yitirecekler.

[El-Kavlu-l Muhtasar fi Alametil Mehdiyy-il Muntazar, Sayfa 54]

İşte size kıyamet alameti olan, Türkiye de gerçekleşen ekonomik krizler.

 

Recep Tayyip Erdoğan ekonomiyi düzeltti değil mi?

İşçileri işten çıkarttırarak!

EtiBank özelleştirildi ve Amerika aldı. Bor işletmeleri Etibank bünyesinde! Konulan fiyat 40 milyon dolar. Borla çalışan araba üretildi. Arabayı bor madeniyle çalıştıracak patentli 600 proje olduğu ortaya çıktı. Türkiye, dünya rezervinin yüzde 70’ine sahip ve Amerika bu kaynağı eline geçirdi. Geçenlerde Milletvekillerinden biri açıklama yapmış, bor madeninin Türkiye de olması bir şey ifade etmiyor. Türkiye de sanayisi yok ki! Türkler bu kadar salak bir millet haline gelmiş işte! En son teknoloji olsun, sanayi olsun; ham madde olmadan hiç bir şey üretilemez! Ham madde Türkiye’de, Türklerin yönetici diye seçtikleri peşkeş çekiyor.

 

Neptünyum elementi. 93 atom numaralı Neptünyum, radyoaktif bir elementtir ve uranyum pillerinin üretiminde kullanılır.1940’da Californiya Üniversitesi Profesörlerinden Amerikalı McMillan ve Abelson tarafından keşfedilen bu radyoaktif element ile son yıllarda enerji üretiminde had safhada faydalanılıyor. Üstelik de alternatifleri içinde en ucuza mal edilen bir element. Peki, bilin bakalım bu Neptünyum dünyada en çok nerede bulunuyor? Türkiye’de. Tahmin edilen rezerv ne kadar? 127 bin ton! Sonra hangi ülke geliyor? Bulgaristan. Bulgaristan’ın rezervi ne kadar? 2 bin 500 ton. Peki, Türkiye’nin sahip olduğu Neptünyum elementinin değeri ne kadar? 9 trilyon dolar! 2010 bilgilerine göre Türkiye’nin iç borcu 220,5 milyar dolar! Dış borcu 273,5 milyar dolar! Toplam borcu 494 milyar dolar! Elindeki Neptünyumun değeri ise 9 trilyon dolar. Yani Türkiye’nin toplam borcunun 18 kat fazlası. Önce Bor, sonra Thoryum, şimdi de Neptünyum. Ama Neptünyumun da sanayisi yok diye peşkeş çektiler değil mi? Hem Türkiye’yi soyup soğana çevirip, halkın parasını çalıyorlar, üstelik kredi vererek borçlandırıyorlar, bu da yetmiyormuş gibi bütün kaynaklarını sömürüyorlar.

 

Batılı ülkeler tarafından Türkiye’ye sokulan mütareke basınının adamları ne diyor biliyor musunuz geçenlerde? “Türkiye Türklere bırakılamayacak kadar zengin bir ülkedir” [Cüneyt Ülsever kendi köşesinde, Mehmet Ali Birand’da Viyana’da bir seminerde bizzat gözümüzün içine bakarak söylediler.]

Kim işletecek bu madenleri? Amerika ve iş birlikçileri.

 

Şanlıurfa’da son dönemde faaliyete başlayan İtalyan temelli bir hastanenin varlığını ve bu hastaneye doğuma yakın vakitlerde İsrail’den hamile kadınların geldiğini ve çocuklarını Şanlıurfa’da doğurup ‘’T.C.’’ kimlik kartı alarak çifte vatandaş olup ülkelerine döndüklerini biliyor musunuz?

Ve yine Yahudilere, Güney Doğu Anadolu’da 100 bin futbol sahası büyüklüğünde toprak satıldığını biliyor musunuz? Bolu’da ve diğer stratejik bölgelerde, senetli olup babalarından, dedelerinden miras kalan yerleri tapusuz diye, hükümetin el koyduğunu ve Yahudilere sattığını biliyor musunuz? Türkiye’de yaşayan neslin ecdadının kanlarıyla sulanan topraklar satılıyor!

 

Rivayet edilir ki; Oğuz Kağan zamanında; Çin ile barış zamanında, Çin elçisi beyleriyle sohbet halinde iken Oğuz Kağan’ın huzuruna gelir ve Çin imparatorunun Oğuz Kağan’ın gümüş yayını istediğini, verilmezse savaşarak alınacağını söyler. Beylerin hepsi “haydi savaşa” diye ayaklanır. Gümüş yay! Dillere destan olan gümüş yay! Her attığını vuran gümüş yay! Silahlar arasında en kutsal sayılan gümüş yay! Oğuz Kağan beylerini sakinleştirip; “gümüş yay benimdir, verin gitsin” der. Gümüş yay elçiye verilir. Elçi Çin’e döner. Bir süre sonra elçi tekrar gelir bu sefer Oğuz Kağan’ın boz aygırını ister. Dillere destan boz aygır. Hüner de, hız da, çeviklikte eşi benzeri bulunmayan boz aygır. Beyler yine ayaklanırlar, “haydi savaşa” diye. Oğuz Kağan beylerini sakinleştirir ve “boz aygır benimdir, verin gitsin” der. Beyler üzüle üzüle boz aygırı elçiye teslim ederler ve elçi Çin’e döner. Çin elçisi bir süre sonra tekrar Oğuz Kağan’ın huzuruna gelir. Bu sefer Çin imparatoru’nun; Oğuz Kağan’ın eşi Bilge Hatunu Çin sarayına cariye olarak istediğini, verilmezse savaş çıkacağını söyler. Beyler bu sefer gürleyerek ayaklanırlar. Bilge Hatun. Güzelliği dillere destan olan Bilge Hatun! Bilgelikte kadınların en bilgesi! Oğuz Kağan nasıl beylerin, erkeklerin lideriyse, Bilge Hatun’da kadınların lideri! Oğuz Kağan; “Bilge Hatun benimdir, verin gitsin” der. Beyler karşı çıkar. Direnirler. Ama Oğuz Kağan’ın emriyle Bilge Hatun gönderilir Çin sarayına cariye olarak. Çin elçisi tekrar gelir, bu sefer iki ülkenin sınırında bulunan bizim atalarımıza ait olan arazi parçasının Çin’e verilmesini ister. İstediği arazi öyle diktir ki, öyle taşlıktır ki, bırakın atlarla geçmeyi, insan yaya bile yürüyemez. Bu sefer beyler “gümüş yayı verdik, boz aygırı verdik, Bilge Hatun’u verdik, dimdik, taşlık araziyi de verelim gitsin” der. Oğuz Kağan o zaman şöyle buyurur. “Kalkın beylerim savaşa! At benim, avrat benim, silah benim! Ama vatanın bir karış toprağını kimseye peşkeş çektirmeyiz!” Ve Çin orduları dağıtılır, Çin sarayı basılır, verilenler geri alınır.

Türkiye’de yaşayan neslin ecdadı, Türklerin ecdatlarının kanla, canla aldığı, kâfire teslim etmemek için aç susuz savaşarak kazandıkları topraklar. Şimdi ki yöneticiler para karşılığında satıyor bunları. Para karşılığında! Ama global bir dünyada yaşıyoruz değil mi? Dinimize küfrederek, atalarımıza ihanet ederek, imanla muhafaza edilen toprakları para karşılığında satarak.

 

Son seçimlerde Amerika Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olmasına şiddetle karşı çıktı ama? Amerika’nın politikası. Yapmak istediği her hangi bir şeye şiddetle karşı çıkar. Neden mi? Tüm dünya Amerika’ya düşman, Amerika tüm dünyaya düşman!

 

Bismillahirrahmanırrahiym. Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki ALLAH zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Sadakallahul-Azıym.

[Maide Suresi, 51. ayet]

 

“Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır. Sadakallahul-Azıym.

[Nisa suresi, 101. ayet]

 

“Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Sadakallahul-Azıym.

[Mümtehine Suresi, 1. ayet]

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Ant olsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve kâfirleri bulursun. Sadakallahul-Azıym.

[Maide Suresi, 82. ayet]

 

Amerika! İsrail Yahudilerinin yönettiği Amerika! Yaratılmışlara en şiddetli düşman olan Yahudilerin yönettiği Amerika! Amerika’nın karşı çıktığı her şeye diğer ülkeler 4 elle sarılıyor değil mi? 4 elle sarılıyoruz Amerika’nın karşı çıktığı bir konuya! Ama sadece yorum yapıyor Amerika! Kendisine düşman olunduğunu bildiği için, emellerine ulaşmak için yapmak istediğinin aksini savunuyor! Yahudiler! Bu dünyanın patronu Amerika, Amerika’yı yöneten İsrail. Yani bu dünyayı yöneten İsrail. Amerika da seçimler farklı yapılır bilir misiniz? Localar vardır. Zengin localar. Dünyanın en zenginleri Yahudilerin olduğu localar. Bu Yahudi locaları kime destek verirse o başkan olur ve başkan olan, başkan olabilmesi için destek veren locaların isteklerini yapmak zorundadır. Onların emellerine göre hareket etmek durumundadır. Amerika başkanlarının biri hariç hepsi Masondur/Siyonisttir/Satanisttir/İlluminatidir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanları arasında Mason/Siyonist/Satanist/İlluminati olmayan bir tek John Fitzgerald Kennedy vardır! John Fitzgerald Kennedy 22 Kasım 1963’te Masonlar/Siyonistler/Satanistler/İlluminati tarafından organize edilen bir suikast ile öldürülmüştür. Amerika Birleşik Devletleri Başkanları’ndan John Fitzgerald Kennedy hariç diğer bütün başkanlar Masondur/Siyonisttir/Satanisttir/İlluminatidir! Birçok kesimin Müslüman bildiği son seçimlerde başkan seçilen Barak Obama bile Masondur/Siyonisttir/Satanisttir/İlluminatidir!

 

“Bismillahirrahmanirrahiym. Ant olsun, insanlar içinde, müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve kâfirleri bulursun. Sadakallahul-Azıym.

[Maide Suresi, 82. ayet]

 

Masonların/Siyonistlerin/Satanistlerin/İlluminatinin Türkiye’deki faaliyetleri nelerdir?

Masonluk, Yahudilerin gizli faaliyet gösteren bir örgütüdür. Bütün rütbelerini, sembollerini değiştirilmiş Tevrat’tan almıştır. Giriş törenleri Tevrat doktrinine uygun olarak yapılır. Masonlar, Yahudilerle olan bağlarını sürekli inkâr etmekte ve onlarla hiçbir ilişkilerinin olmadığını iddia etmektedirler. Eğer Yahudilerle olan bağları anlaşılırsa toplum tarafından hoş karşılanmayacaklardır. Bunun yerine kendilerini bir hayır kurumu, bir kardeşlik, yardımlaşma cemiyeti olarak topluma göstermeye çalışmaktadırlar. Masonlar yalnız üyelerine mahsus olarak çıkarttıkları Mimar Sinan, Türk Mason Dergisi, Akasya, Büyük Şark gibi dergilerde, Yahudilerle olan bağlarını açıkça ifade etmektedirler. “Ritüellerimizde Tevrat’tan sayısız alıntılar mevcuttur’’

[Mimar Sinan Dergisi, sayı 47, sayfa 39]

 

Türk mason localarının 1923’te yayınladığı ‘’Meşrik-i Azam İçtimai Zabıtları’nda, bu sapkın felsefe şöyle ifade ediliyor:

“Biz artık ALLAH’ı hayat gayesi olarak tanımayacağız. Biz bir gaye yarattık. O gaye ALLAH değil, beşeriyettir.”

 

Bir başka Masonik kaynakta ise şöyle denmektedir:

“Eski-ilkel cemiyetler, acizdiler, acizlikleri dolayısıyla etraflarındaki kuvvetleri ve hadiseleri ilahlaştırdılar. Masonizm ise insanı ilahlaştırdı.”

 

Masonluğun temelini oluşturan hümanizmin tanımı, bu felsefenin doğrudan din ahlakına karşı bir kimliğe sahip olduğunu göstermektedir. 20. yüzyıldaki hümanist felsefe akımının öncüsü olan Julian Huxley, Darwin’in Evrim teorisini rehber kabul ederek “Evrimsel Hümanizm” adı altında yeni bir batıl din kurmuş ve bu sapkın inanışın anlamını da şöyle ifade etmiştir:

 

“Ben <hümanist> kelimesini kullanırken, insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi, doğal bir varlık olduğunu kastediyorum. Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu, doğaüstü bir güç tarafından yaratılmamış, aksine evrim süreci sonunda oluşmuştur. Dolayısıyla insan, herhangi bir doğaüstü gücün kontrolü ya da yol göstericiliğine değil, sadece kendi varlığına ve kendi gücüne inanmalıdır.” Masonların amacı, hümanist felsefeye dayalı yeni bir dünya, yani tümüyle din ahlakından uzak bir dünya meydana getirmektir. Huxley’in yolunu izleyen John Dewey adlı Amerikalı filozof, 1933 yılında bir “Hümanist Manifesto” yayınlamıştır. 1973 yılında yayınlanan II. Hümanist Manifesto’da ise insanlığı tehdit eden sorunlar anlatıldıktan sonra bu felsefenin ALLAH’ı nasıl inkâr ettiği şöyle özetlenmiştir: “Bizi kurtaracak bir yaratıcı yoktur, kendimizi biz kurtarmalıyız.”

 

İşte masonik felsefenin özündeki, insanın temel alınması düşüncesinin özeti budur. Bu sapkın felsefenin öne sürdüğü iddialar aldatıcıdır.

 

Masonlar mason olmayanlara “Biz ALLAH inancı olmayanları aramıza almayız, hepimiz ALLAH’a inanırız” derler, ancak bunun sadece bir kamuflaj olduğu kendi yayınlarındaki bilgilerden açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim masonik kaynaklara bakıldığında ALLAH inancının, örgüt içinde aşamalı bir şekilde ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Türk masonların en büyük görevinin ne olduğu şöyle ifade edilmektedir: “Hepimize düşen en büyük insancıl ve masonik görev, olumlu bilim ve akıldan ayrılmamak, bunun evrimde en iyi ve tek yol olduğunu benimseyerek bu inancımızı insanlar arasında yaymak, halkı olumlu bilimlerle yetiştirmektir.” Ernest Rena’nın şu sözleri çok önemlidir: “Ancak halk olumlu bilim ve akıl ile eğitilirse, aydınlatılırsa, dinlerin boş inançları kendi kendine yıkılır.” Lessing’in şu sözleri de bu düşünceyi destekler: “İnsanların olumlu bilim ve akıl ile aydınlatılmasıyla bir gün dine gerek kalmayacaktır.”

 

Türkiye’de okullarda sadece dünyevi bilimlere ilgili dersler verilmektedir.

 

Masonların üyelerini seçerken aradıkları özellikler nelerdir?

1-İdealist olmak,

2- İyi isim ve şöhret sahibi olmak,

3- Maddi ve mali imkânların iyi durumda olması.

4- Haricilerin vaktinin müsait olması

[Mason Dergisi- 81/4, sayfa 32]

 

“Masonlukta hareketlerin rehberi akıl ve hikmettir. Masonluğa göre akıl, dini inançlardan, batıllardan, hurafe ve hayallerden kurtulmak ve konusu gerektiği gibi tanımaktır. Akıl ile dini inançlardan kurtulan kimse konusuna hâkim olduğu zaman hikmete ermiştir. Hakiki masonun en önemli vasfı da budur.”

[Din Açısından Mason Öğretisi, Akasya Tekamül Mahvili Yayınları, Doktor Selami Işındağ, Sayfa 11]

 

“Bugün yavaş da olsa, şuuru tam manasıyla tatmin edebilecek tek ve evrensel bir din meydana getirilmektedir. Bu evrensel dine paralel olarak, bir de dünya görüşü ölçüsünde ahlak kurulacaktır. Böyle bir din insanı kainâtla birleştirecektir. İşte bu masonizmdir. Bu din gönülden gönüle kurulacaktır. Kurulan bu dinin mabetleri insanlık mabetleri olacaktır. Bu tapınakta okunan ilahiler, belki de bir insanın ruhundan fışkıran müzik eserlerinin en soylusu olan Beethowen’ın 9. senfonisi olacaktır.”

[Mason Dergisi, Yıl: 29, Sayı 40-41, Sene 1981, Sayfa 105-107]

 

Masonluğun din-dışı hümanist ahlak teorisinin gerçek amacı, adı masonizm olan “ahlaklı bir dünya kurmak” değil, din-dışı bir dünya kurmaktır. Bir başka deyişle, masonlar, ahlaka çok önem verdikleri için değil, sadece topluma “din ahlakı gerekli değil” mesajını verebilmek için hümanist felsefeye sarılmaktadırlar.

 

Açıkça görüldüğü gibi, masonların amacı, hak dini ortadan kaldırarak hümanist felsefeye dayalı yeni bir dünya, yani tümüyle din ahlakından uzak bir dünya oluşturmaktır.

 

Tapınakçılar engizisyon mahkemelerine yakalanmamak için kendilerini gizlemiş bunun için çeşitli tarikatlara ve örgütlere sızmışlardır. Tarikat mensupları bu amaca en uygun yol olarak masonluğa sızmış, ele geçirmiş, kendi felsefe, inanç ve ritüellerini masonluğa kabul ettirmişlerdir.

 

Masonluk felsefesi üzerinde de Kabala’nın etkisi yoğun olara görülür. Bu konu masonik dergi ve kitaplarda üstü kapalı olarak anlatılır. Örneğin Amerikan masonluğunun yayın organı New Age dergisi, Kabala ile masonluk arasındaki bağlantıyı şöyle dile getiriyor:

 

“Kabala, bilinçaltının kapılarını açan ve ruhu saran manevi değerlerinin dışarı çıkmasını sağlayan anahtardır. Masonluk, onu insanın yaşamı anlaması için gerekli görür.”

[New Age, Sayfa 31]

 

“Masonlar ana düşüncelerini ve belirgin sembollerini Kabala’dan almışlardır. Amblemlerin pek çoğu da Kabala kaynaklıdır. Örneğin; Jakin ve Boaz sütunları Kabalist bir eser olan Cheare Ora’dan alınmıştır. Masonluğun, Kabala’nın felsefesiyle olan çok büyük benzerliği çok yerde belirtilmiştir.”

[La Kabbala, Henri Seronya]

 

Türk mason kaynakları da bu bağlantıyı aynı çarpıcılıkla işlerler:

 

“Görüyoruz ki, Kitab-ı Mukaddes’in haricinde Yahudiliğin gizli bir ananesi, bir geleneği [Tradition Orale-Kabbala] vardır. Ve yalnız buna vakıf olanlar, Kitab-ı Mukaddes’in hakiki manasını anlayabilirler. Biz de Kabala etrafında kurulan, yüksek felsefenin özünü anlamaya çalışıyoruz.”

[Selamet Mahfili, 4. Konferans, Sayfa 48]

 

Masonların kendi açıklamalarından da anlaşılacağı üzere masonluk din kabul etmediği için Yahudiliğe de karşıdır. Ancak öğreti olarak fanatik siyonist ideolojiyi kullanır.

 

İngiliz tarihçi Michael Howard, Okült Komplosu adlı kitabında, tapınakçı gelenekten gelen masonluk, gül-haç, ilüminati gibi gizli derneklerin, batı medeniyetini Hıristiyanlık öncesindeki putperest kültüre geri döndürmek için yürüttükleri uzun mücadeleyi anlatmaktadır. Kitabın girişinde konu şöyle açıklanır:

 

“Kendisi de gizli bir dernek olan masonluk, pek çok gizli dernek ve örgütlerle iç içe olmuş birçok entrika ve batıl işler yürütmüşlerdir. Örneğin, İtalya’da ortaya çıkan propaganda DUE[P2] locasının skandalı, masonların bu örgütlerle olan ilişkilerini su yüzüne çıkarmıştı.”

 

Masonların MOSSAD, MI5 ve CIA gibi gizli haber alma teşkilatlarıyla olan ilişkileri artık herkes tarafından biliniyor. GLADIO da bunlar gibidir, daha çok İtalya’daki siyasi cinayetleriyle adını duyurmuş bir gizli örgüttür. GLADIO’nun mason yöneticileri, bu örgütü de masonik amaçlar uğruna kullanmışlardır. GLADIO’nun masonlarla olan ilişkileri bağımsız gazete ve yayın organlarında açıklanmıştır.

 

Dünyanın şu anda en tehlikeli kurumu masonlardır. Her ülkede üst düzey yöneticileri, bürokratları, iş adamları, siyasetçileri bulunmaktadır.

 

Tesadüf o ki Türkiye’nin petrol rezervlerinin kontrolü genellikle masonların elinde olmuş. Yine benzer bir tesadüfle Türkiye de petrol arayan şirketlerin tamamı Yahudilere ait.

 

Son petrol yasası hakkında bilinmeyenler. Yabancıların Türkiye’de petrol aramasına izin veren kanunun kabul edilmesinden sonra, Türkiye de petrol arayan şirketlerin tamamı Yahudilere aittir.

 

Güneydoğu Anadolu’da arama yapanlar arasında en büyük iki petrol şirketi ‘’Mobil’’ ve ‘’Shell’’di. Shell petrol şirketi uluslar arası sahada Hollanda-İngiliz ortaklığı etiketi kullanır. Royal-Dutek Shell’e bağlıdır. Sahibi Markus Samuel isimli bir Yahudidir. Diğer petrol arayıcısı şirket ‘’Mobil’’ ise bilindiği gibi Yahudi trilyoner Rockefeller’ın birçok petrol şirketinden biridir.

 

Türkiye’de petrol aramaya başlandığı 1956 yılından 1968 yılına kadar Mobil’in Türkiye’deki genel müdürü Necdet Egeran’dı. Necdet Egeran 1954’te yabancı şirketlerin Türkiye’de petrol aramasına izin veren petrol kanunu’nun kabul edilmesinde en büyük çabayı sarf edenlerden birisi. Aynı zamanda Maden Tetkik Arama[MTA] ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün kurucularından. Daha sonra emekli olup 1956’da Mobil’in başına geçer. Mobil’in petrol bulduğu kuyuları beton dökerek toprak üzerine çıkmasını engellediği söylentilerinin yaygın olduğu tarihte Mobil’in tek söz sahibi idarecisiydi. Dönemin Etibank Genel Müdürü Burhan Ulutan da o tarihlerde çalkalanan rivayetleri doğruluyor. Kendisiyle görüşmemiz sırasında yaptığı açıklamada Ulutan şunları söyledi:

 

“1965’lerin başında Mobil Oil’in başında Egeran isimli birisi var. Bu arada petrol bulunan kuyular da kapatılmış.”

 

O dönemin en gündemdeki şahıslarından Necdet Egeran’ın başka büyük bir özelliği daha var. Bu özelliğini Türkiye’de masonların kendi aralarında yayınladıkları “Şakül Gibi” isimli mason dergisinden öğreniyoruz.

 

“Enver Necdet Egeran’ın kimliği. 24 Ekim tarihinde Doğuş Locası’nda tekris edildi. [42 yaşındayken]. Mayıs 1950 de kalfa, Ekim 1950 de üstat oldu. Necdet Egeran Bilgi Locası’nın 25 kurucu üyesi arasındadır. 1955 yılında da üstat-ı muhterem oldu. Egeran 1958 de Türkiye Büyük Locası’na genel sekreter seçildi. Locası tarafından İskoçya Büyük Locasına fahri büyük 2.nazırı unvanı verildi. 1964 yılında 1. Büyük Locasını temsil için New York Büyük Locası’nın toplantısına davet edildi. Necdet Egeran 2 Mayıs 1965 te pek sayın üstat seçildi. 58 yaşında 16. masonik yılında Türk masonluğunun en genç büyük üstadı oldu.”

[Şakül Gibi Dergisi]

 

Görüldüğü gibi Necdet Egeran, Amerika’dan ısmarlama gelen Cevat Eyüp Taşman gibi yabancı petrol şirketlerin türlü entrikalar çevirdiği bir dönemde Türkiye’nin en aktif masonu olma özelliğini de taşıyor. Aynı tarihlerde petrol çıkan kuyuları betonla kapatan Mobil’in genel müdürü olması da rastlantı değil.

 

Türkiye’nin yıllardır petrol yönünden dışarıya bağımlı kalması ve belki de Ortadoğu’nun sayılı petrol üreticisi ülkelerinden biri olma şansını kaybetmesi ile Türkiye’deki masonluk, siyonizm davasına pek önemli katkılarda bulunmuş ve neticede hipnozlu milletvekillerinin uyuduğu bir anda yeni petrol yasası Meclis’ten geçmiştir!

 

Bir dönem Türk petrol rezervlerini kontrol eden masonların listesi:

Selim Soydanbay; Mobil müdürü, Dev Locası. Kazım Akyel; Türkiye Petrolleri Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. İbrahim Enver Altınlı; MTA Enstitüsü Uzman, Kültür Locası. İhsan Ruhi Berent; MTA Genel Müdürü, Uyanış Locası. Osman Şevki Figen; Mobil Oil Marmara Bölgesi Müdürü, Musavvaf Locası. Mithat Güldü; Etibank Başkaotrolü, İdeal Locası. İhsan Mizanoğlu; Petrol Ofisi Müdürü, İnanış Locası. Rauf Rozental; Socani Vakum Petrol Şirketi Genel Müdürlüğü, Kültür Locası. Nahri Ergene; Mobil, Fazilet Locası. Besim Tan; Mobil Müdürü, Sevgi Locası. İbrahim Deriner; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Eski Müsteşarı, Bilgi Locası. İhsan Kayın; Petrol Ofisi Müdürü, İnanış Locası. Nimet Danabaş; Maden Kredi Bankası Müdürü, Kültür Locası. Süha Tuğrul Aksoy; Etibank Alım Satım Şube Müdürü, Ülkü Locası. Osman Bilen; TPAO Personel Müdürü, Uyanış Locası. Lütfi Ersin Üçer; Shell Co. Planlama Müdürü, Özlem Locası. Sabih Büyükarıkan; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müşaviri, Uyanış Locası. Turhan Kut; Etibank Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. Sabri Ceren; TPAO Pazarlama Muhasebe Müdürü, Uyanış Locası. Ziya Aytınbaş; Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. Abdülkadir Asna; MTA Enstitüsü TTL Şubesi Müdürü, Uyanış Locası. Rıfat Ayaydın; Türkiye Petrolleri Anonim Şirketi, Uyanış locası. Osman Ali Berkman; Mobil Müdürü, Ankara Uyanış Locası. Mehmet Rıza Akaslan; TPAO Mali İşler Grup Başkanı, Uyanış Locası. Atilla Aykol; Maden Jeoloji Mühendisi, Dev Locası. Ahmet Baray; Etibank Genel Müdür Muavini, Uyanış Locası. Zekai Boyer; TPAO Personel Müdürü, Ankara Uyanış Locası. Bergin Erkan; TPAO Genel Müdürü İkmal Grup Başkanı, Gökkuşağı Locası. Cengiz Erdal; Petrol Ofisi Anonim Şirketi Genel Müdür Yardımcısı, Gökkuşağı Locası. Yalçın İlter; Mobil Oil Bölge Müdürü. …

 

Bu isimlerden de anlaşıldığı gibi Türkiye’nin madenleri yıllarca siyonistlerin “çiftliklerimiz” dedikleri mason localarına kayıtlı kişilere bırakılmış. Üstelik bunların pek çoğu Türkiye’nin azami derecede milli duyarlılık göstermesi gereken Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı çalışanlarıdır! Gafiller memleketim!

 

RETOG Şirketinin hazırladığı Türkiye’deki petrol dosyaları:

 

“En zengin yataklar Türkiye Kürdistan’ında”

 

Türkiye sınırları içindeki petrole ilişkin oyunların yoğunluğu çoğu zaman kamuoyunda “Türkiye de petrol var ama ortaya çıkarılmıyor” tartışmalarına yol açıyor. Yıllardan beri bu konuda medya kuruluşlarında birçok haber dönem dönem yer alır. Ne hikmetse bulunan petrol sahalarını hiçbir gazeteci veya medya kurumu yerinde görmez, tespit etmez ve edemez. Bu konuyu ciddiyetle ele almış hiçbir haber programı veya gündem haber bulamazsınız. Teşebbüs eden birçok gazeteciyi de işinden ederler. Yapacakları çalışmayı hem kursaklarına gömerler, hem de yayınlayacak bir yer bulamazlar. Çünkü basın kuruluşları, medya satılmış!  Diğer taraftan biz gafiller bu iri gazete ve televizyonlar da yayınlanan magazin programlarına ilgimizi her geçen gün arttırırız! Bu tarz konuların işlendiği programların neden gösterilmediğini sormayız!

 

27 Şubat 1992 tarihli Güneş Gazetesi’nin birinci sayfasında yayımlanan hayli ilginç rapora bakalım. “En verimli yatakların Türkiye Kürdistan’ında olduğunu ileri sürdüler.” “Amerikalı Ceyarlar Güneydoğu’da” başlıklı haber de bakın hangi cümleler yer alıyor:

 

“Güneydoğu Anadolu’yu ve Bitlis, Van, Adıyaman, Tunceli illerini Türkiye Kürdistan’ı olarak değerlendiren bir Amerika Birleşik Devletleri şirketi, Türkiye’nin yer altı zenginlikleri konusunda ilginç iddialarda bulundu. Amerikalı Petrol Şirketi Retog, Türkiye Suriye, Irak[IraQ] sınır bölgesinin petrol ve gaz rezervlerinin raporunu yayınladı. Rezerv açısından çok zengin olduğu bildirilen bu bölge, raporda Kürdistan olarak nitelendirildi.

[Hakan Yılmaz Çebi, 27 Şubat 1992, Güneş Gazetesi]

 

Kürdistan! Türklere milliyetçi duygular aşılandı, şimdi de Kürtlere milliyetçi duyguları aşılıyorlar. Ümmetçi olmamız gerekirken, milliyetçi takılıyoruz. Türkleri milliyetçilikle, Kürtleri Kürdistan’la oyalıyorlar, gerçekte iç savaş çıkartıp; ortalığı karıştırıp din kardeşini, din kardeşine öldürtmek istiyorlar. Sonra kurtarıcı rolüne bürünüp Türkiye’yi işgal edecekler.

 

“14900 Landmark Blyd. Sütte 370 Dallas, Texas 75240 USA adresindeki Retog şirketince hazırlanıp satışa sunulan raporda, Türkiye’nin çok şaşırtıcı bir coğrafi konumu olduğu kaydedildi. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin, Ortadoğu Petrol Bölgeleri’nin kuzeydeki uzantısı olduğu belirtilen raporda, şu anki faal petrol sahalarının az miktarda petrol rezervlerine sahip olduğu vurgulandı.

 

Raporda öne sürülen görüşlerin aşırı derece detaylı olması dikkat çekti. 4 ciltten oluşan rapor, bölgedeki 517 petrol kuyusunun tüm kayıtlarını kapsıyor. Ayrıca bölgenin tüm jeokimya ve termal özellikleri ve tarımsal etkinliklerini gösteren haritalar da raporda bulunuyor. Raporda yalnızca Ortadoğu’nun Güney bölgelerinin petrol bakımından zengin olduğu görüşünün aksine, içinde Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi topraklarının da bulunduğu kuzey bölgelerinin petrol bakımından zengin olduğu belirtildi. Ayrıca bu bölgede daha önce ayrıntılı bir araştırma yapılmadığı kaydedildi.

 

45 bin ABD doları fiyatla satışa çıkarılan raporda, Türkiye Kürdistan’ı olarak adlandırılan yöredeki, işlenmeyen petrol sahalarının rezervlerinin büyüklüğü övülüyor. Bakir bölge olarak adlandırılan işlenmeyen sahaların Irak[IraQ] ve Türkiye’de işlenen petrol sahalarından daha verimli olduğu iddia ediliyor.

 

RETOG şirketinin “yeraltı ve petrol araştırma fırsatları, Türkiye Kürdistan’ı” adlı raporunda, 500 bin ölçekli harita, kuyular, büyük petrol ve gaz sahaları, 52 ayrıntılı kuyu jurnali, 517 kuyu bilgi kayıtları, yerüstü coğrafi bilgiler, Bouger yerçekimi bilgileri, Türkiye-Suriye ve Irak[IraQ]’ın sismik derinlik haritaları ile bu ülkelerde çalışan petrol sahalarının ayrıntılı haritaları bulunuyor. Raporda ayrıca Türkiye’nin siyasi yapısıyla bunun komşu ülkelerle kıyaslamaları da detaylarıyla anlatılıyor.”

 

Yıl 1992: Türkiye Kürdistan’ı dilerde. RETOG şirketinin vermiş olduğu Türkiye için azami öneme sahip bilgilerin yanında özellikle bu raporda yer alan Türkiye Kürdistan’ı cümlesine dikkatlerinizi çekmek isterim. İsrail siyonizminin Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptırdığı Irak[IraQ] işgali sonucu bu niyet her geçen gün gerçekleşmek üzere. Oysa 1990 yılında çıkan masonluk ve kapitalizm adlı eserin ilk baskısının “özel bölümünde” bu konuya dikkat çekilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gerek zengin petrol yatakları, gerekse GAP projesi gibi dev bir projenin yer aldığı topraklarda kurulacak bir Kürt Devleti, İsrail için yutulmayacak bir lokma değildir. Kurulması tasarlanan bu devletin zayıf, askeri güçten yoksun, ekonomik açıdan himayeye muhtaç bir devlet olacağını tahmin etmek hiç de güç değil. Planın ikinci aşamasında, Ortadoğu’nun tek söz sahibi ülkesi haline gelecek İsrail için, bu Kürt devletini kontrol ve himayesine almak gayet kolay olacaktır. Kürdistan’ın İsrail’in bir eyaleti olmasıyla gelişecek bu aşama, İsrail’in Güneydoğu Anadolu sınırları içine alıp vaat edilmiş topraklara kavuşmasıyla sona erecektir.

 

Rapor şöyle devam ediyor;

 

“Olay bu yönden değerlendirildiğinde, Time Dergisi’nde çizilen Kürdistan haritasının Güneydoğu Anadolu’nun uzaydan çekilen petrol haritasıyla üst üste çakışmasının bir tesadüf olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Dergi de yayınlanan Kürdistan haritasının sınırları Gaziantep’ten başlıyor. Kuzey Irak[IraQ]’tan Halepçe’ye kadar uzanıyor. Türkiye’nin zengin petrol yatakları Diyarbakır, Adıyaman, Nusaybin ve Batman arasında tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni içine alan bir yay çiziyor.”

 

Diğer taraftan uzaydan çekilen petrol yataklarının haritası üzerine Kürt sorununu bahane ederek Amerika’nın bölgeye yerleşmesi de çok dikkat çekici bir olay. Körfez Krizi ve şimdi de Irak[IraQ] savaşı derken bölgede “insani yardım ve güvenlik kampları” adı altında büyük bir oyun oynanıyor.

 

Amerika Voice Of America TV’de bir yayında spiker milletvekiline soruyor:

Soru: Amerika’ya yönelik terör saldırıları devam ederse ne gibi önlemler almayı düşünüyorsunuz?

Cevap: Gerekirse en kutsal yerlerini bombalamaya kadar gidebiliriz.

Soru: En kutsal yerlerden kastınız Kâbe’mi?

Cevap: Evet Kâbe, gerekirse bombalarız.

 

Saldırıları yapanlar kendileri, Müslümanları suçlayıp saldıranlar kendileri ve kıblemiz, kutsal yerimiz, Kâbe’yi bombalamakla tehdit eden Yahudiler, Masonlar!

 

Avrupa Birliği’nden bir yetkili de “Türklere Sevr’i kabul etmekten başka çare kalmayacak” dedi ve yine kimseden ses çıkmadı.

Ama Türkiye Avrupa Birliği’ne girebilmek için yanıp tutuşuyor.

 

George W. Bush Vatikan’ı ziyarete gittiğinde Papa’yla konuşmasında: “Amerika’nın şu anda girişmiş olduğu iş, Müslümanlara karşı Haçlı seferidir” dedi ve tüm gazeteler de bunu yazdı. Türkiye’deki gazeteler hariç.

 

Yine bir Amerikalı üst düzey yetkili, “Dünya ve Ortadoğu’da yepyeni bir düzen kurulacak. Güzellikle olmazsa asker zoruyla gerçekleştirilecektir.” dedi ve kimse sesini çıkarmadı.

 

Peki, Türkiye’yi nasıl yıkacaklar? Türk ecdadının kanıyla sulanmış, gafil bir nesle miras kalmış Türkiye’yi nasıl yıkacaklar?

 

Önce tüm devlet kurumları özelleştirme adı altında yabancılara satılacak. İki Türk bankası Yunanistan’a satıldı. Türk Telekom özelleştirildi, yabancılara satıldı. İletişim ağı tamamen kâfirlerin elinde. Birçok stratejik kurumlar özelleştirme adı altında kâfirlere satıldı.

 

Bunlar kimin zamanında oldu? Recep Tayyib Erdoğan zamanında!

 

Ama son seçimlerde Amerika Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesine karşı çıktı değil mi? George W. Bush bir önceki dönemde medya sayesinde Başbakan seçtirdiği Recep Tayyip Erdoğan başbakan seçilmesine karşı çıktı değil mi? George W.Bush karşı çıkmadı, sadece açıklamalarda bulundu. Bazıları türban konusu gündeme geleceği için olduğunu düşünür. Saçının bir tutamının bile göz zinası olan kadınların başlarının açtırılması. Bu da bu ülkenin Müslüman olmadığını gösteriyor. Recep Tayyip Erdoğan ise olayı gittikçe körükledi. Üstüne gitti değil mi? Halkın sesi Recep Tayyip Erdoğan. Ne oldu peki? Eski tas eski hamam. Her şey aynı!  İç savaş kapıda! İç savaş kapıda! İç savaş çıkartmaya çalışıyorlar! Gafilliğimizden yararlanıp, bizi birbirimize düşürüp, İslamiyeti yok edebilmeleri için, “Great İdea”, Büyük Ortadoğu Projesi[BOP]’ni gerçekleştirebilmeleri için iç savaş çıkarmaya çalışıyorlar millet. İç savaş çıkınca ne olacak, Amerika kurtarıcı rolünde Türkiye’ye girecek, zaten özelleştirme adı altında satın aldıkları devlet kurumlarının üstüne bu ülkenin yönetimini ele geçirecek.

 

Ama zaten bu halk yöneticisini kendisi seçiyor değil mi? Amerika kendi menfaatleri doğrultusunda seçtiklerini medya sayesinde halka güzel gösteriyor, halkta Kuran’a küfretmek pahasına baktığı televizyonlardan, gazetelerden izleyip, okuyup öğrendikleriyle Amerika köpeklerini, Amerika uşaklarını başa getiriyor. Ne üzerine olduğu bile bilmeyen Kâfiristan Memleketim!

 

Ama Recep Tayyip Erdoğan namaz da kılıyor değil mi? Halkın dini duygularını, Amerika’nın, insanlara en düşman olan Yahudilerin emellerini gerçekleştirebilmek için dini istismar ediyor! İslamı kullanıyor!

 

Amerikan başkanı bu ülkeye geliyor, olağanüstü güvenlik önlemleri alınıyor. Bırakın bu ülkeye gelmesini nerde olursa olsun onu bulup öldürmemiz gerekirken, biz dünya imparatorunu, dinimizi yıkmaya çalışanı baş tacı ediyoruz. “Ama öldürürsek savaş çıkar?” Adamlar zaten savaş çıkartacaklar. İslami değerlerimizi nasıl yok ettilerse, yakında bizleri de yok edecekler. “550 milletvekili var, neden bunlar bir şey yapamıyor?” Bir ara ailesiyle birlikte trafik kazası geçiren milletvekillerini hatırlayın. Hepsi de Amerikan karşıtı konuşma yaptıktan bir iki hafta sonra trafik kazası geçirip öldü. Daha doğrusu Amerika öldürttü. Askeriye bile dokunulmazlığı olduğu için darbe yapmadan yargılayamıyor, Apdullah Öcalan’ı bile öldüremediler, yargılasa ne yapacak ki. Ama Amerika karşıtı konuşan dokunulmazlığı olan milletvekilleri Amerika tarafından öldürülüyor, kısa haberlerle geçiliyor; bizde ALLAH rahmet eylesin diyoruz. Ama Askeriye var, Genel Kurmay Başkanlığı var? Türkiye’nin Genel Kurmay Başkanlığı, Askeriyesi Türkiye’yi korumuyor ki, kendi sevdiğini koruyor. Kendi sevdiği haricinde, halkla alakalı olan bir konuda “hükümet bir şey yapmadan biz bir şey yapamıyoruz” diyor. Askeriye artık darbe de yapamıyor, Avrupa Birliği uyum süreci uygulamaları adı altında yasa çıkardılar ya.

 

HEPSi Mi ECELi iLE ÖLDÜ?

 

Adnan Kahveci- Eski Maliye Bakanı. Dedi ki;

 

"Bizim bağımsız olmamız için Amerika ve IMF'den kurtulmamız lazım." 2 gün sonra trafik kazasında öldü!

 

Bedri İnce Tahtacı- Saadet Partisi Gaziantep Milletvekili,

Dedi ki;"Amerika en büyük engeldir bir ülkede; ABD istediğini Başbakan yapar, istediğini Cumhurbaşkanı ". 5 gün sonra Gaziantep'e giderken trafik kazasında öldü!

 

Turgut Özal –Cumhurbaşkanı, Dedi ki;

 

"Musul ve Kerkük bizimdir. Bunu dünya biliyor, Alacağız". 10 gün sonra öldü!

 

Eşref BİTLİS- Jandarma Genel Komutanı. Dedi ki;

 

"Amerika'nın İncirlik'ten kalkan uçakları PKK'ya yardım dağıtıyor" 4 gün sonra eksi -60 dereceye kadar dayanıklı olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ait uçak ile Siirt’e giderken kaza geçiren uçağı daha kalkış anında iken Ankara Yenimahalle Posta İşleme Merkezi’nin üzerine düştü ve öldü! Kaza nedeni uçak motorlarının buzlanması! Oysa Siirt'te o esnada hava soğukluğu -11 idi. Ankara’da ise -5 idi.

 

Recep YAZICIOĞLU- Denizli Valisi. Denizli'de kanun çıkardı; "Artık bundan sonra dükkânlara ve benzeri yerlerde İngilizce isim kullanılmayacak, yani ‘cafe’ değil kahve yazılacak" dedi ve 1 hafta sonra Ankara'ya giderken trafik kazasında öldü!

 

Bahtiyar AYDIN-Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı;

 

"Bu dış güçlerin büyük bir oyunu, sakın inanmayın, kanmayın kardeşi kardeşe vurduruyorlar, Lice'si ile Hani'si ile Eruh'u ve Edirne'si Muş'u ile aynı ırkın evlatlarıyız, bu ülke kolay kazanılmadı! Çanakkale’de dedelerimiz omuz omuza can vererek kazandılar! Biz de bize yakışır bir şekilde koruyacağız ve bu PKK bitecek bu ABD oyunu son bulacak" dedi ve 10 gün sonra Diyarbakır Lice'de ilkokul çocuklarına önlük, bot, ayakkabı ve kırtasiye malzemesi dağıtırken keskin nişancı silahı ile sırtından, çocukların gözü önünde vurularak öldü.

 

Binbaşı Cem Ersever: "Ben Ahmet Cem Ersever. PKK'yla yapılan mücadelede atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğine, Türkiye Cumhuriyeti'nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığına inandığım ve 1992 yılında Zavahir’i kurtarmak gerekçesiyle bilgisizce yapılan Kuzey Irak Harekatı'nın devleti bir açmaza soktuğunu, PKK'ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını beyan ederek, 1993 yılının Mart ayında Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Grup Komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum. 1984 yılından bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uydurmalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyorum ve Türk basınıyla kamuoyu önünde Celal Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, Köy Korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağım."

[Binbaşı Ersever, düşündüğü bu açıklamayı yapamadan öldürüldü.]

 

TBMM- 1 Mart tezkeresine ret oyu verdi.

 

3 gün sonra İstanbul’un göbeğinde bombalar patladı. Kaç kişi öldü?

 

Kancık köpekler olur bilir misiniz? Erkeğini görünce kuyruğunu bacaklarının arasına kıstıran ve erkeğine arkasını dönen kancık köpekler! Türkiye’yi yönettiklerini iddia eden, Türkiye’deki halkın verdiği oylarla seçtiğini düşündüğü Türkiye’yi yönetenler! Erkeğini görünce kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp erkeğine arkasını dönen kancık köpekler gibi vermişler arkalarını Amerika’ya, halkı pış pışlayarak uyutuyorlar. Biz gafilleri, biz müslüman bozması kâfirleri uyutuyorlar. Halk da aynı şekilde kancık köpekler gibi arkasını dönmüş yöneticilere eyvallah diyor!

 

Gelelim Türkiye’de ki diğer masonlara:

İŞ ADAMLARI

Sakıp Sabancı [ilk kuruculardan, sanayici, ülkenin en zenginlerindendi.], Erol Sabancı [Sanayici.], Rahmi Koç [Holding Patronu.], Nejat Eczacıbaşı [Holding Patronu, Bildenberg üyesi.], Bernard Nahum [Vehbi Koç'un Yahudi ortağı. Be-Ko Bernard-Koç demektir.], Vitali Hakko [Vakko'nun sahibi.], Jak Kamhi [Holding Patronu.], Arman Karabet [Türkiye Ermeni Cemaati sözcüsü.], Izak Halava [Yahudi, Haham.], İsmail İsmen [mühendis, Yahudi Dönmesi.], Tuncer Bezmen [gazeteci, yahudi dönmesi.], Fuat Bezmen [Santral Mensucat Sahibi, Yahudi dönmesi, döviz kaçakçısı olduğu ortaya çıkınca Amerika’ya kaçmıştı.], Ali Koçman [Armatör, TÜSİAD Başkanı idi.], Neşet Sırman [İthalatçı, Lions Klüpleri Genel direktörü idi.], David Kohen [Sigortacı, aynı zamanda bütün aile Lion'dur.], Lyonel Makzume [Vapur Acentası var, yahudi,  ailece Rotaryen, kaçakçılıktan yargılandı, mahkum oldu.], Jacques Jeulin [Bankacı, Osmanlı Bankası, yabancı.], H. Von Tielman [Türk HOECHST genel müdürü.], Ferit Volkan [Sherton Genel Müdür Muavini], Edward Keiser [İsviçre Hava Yolları Temsilcisi, yabancı.], Bahir Uysaler [Oto-Koç Genel Müdür Yardımcısı.], Sefer Ulusoy [Otobüs Şirketi var.], Selçuk Yaşar [Holding Patronu.], Mehmet Yazar [Odalar Birliği Başkanı, bakan.], Niyazi Yılmazer [Yakamoz'un sahibi.], Arslan Sanır [HEMA Eski Genel Müdürü.], Dündar Soyer [İzmir Sanayi Odası Başkanı idi.], Ugur Paksoy [Paksoy Fabrikası Müdürü.], Cengiz Okaygün [THY ve YEM  Sanayi Yönetim Kurulu üyesi idi.], Sahabettin Bilgisu [İzmir Ticaret ve Sanayı Odaları Başkanı.], Mete Tanrıkut [Banka Müdürü.], Teoman Terim [TUSAŞ Genel Müdürü.], Ali Tuzcuoglu [Nakliye Şirketi Sahibi.], Tuncay Sarızı [Nükleer Tıp Uzmanı.], Seyfettin Tokbey [Noter.], A. Kozanoğlu, Ali Balkaner, Alp Yalman, Armatör Sadıkoğlu Ailesi, Ateş Ünal Erzin, Boronkay, Bezmen’ler, Cem Boyner, Çiftçiler Holding, Çapa Ailesi [Çapamarka] Dinçkök, Demirağ Ailesi [Mehmet Nuri ve kardeşi Abdurrahman Naci], Dilberler Mağazaları, Eczacıbaşı, Erdoğan Demirören, Erol Aksoy, Esenpen [Esen Özgener], Erkut Yücaoğlu, Feyyaz Berker [Tekfen], Feyzi Akkaya [STFA], Gorbon, İbrahim Ethem Ulagay İlaç, İpar Ailesi, Kazım Taşkent [Yapı Kredi], Koç Holding, Kutman Ailesi [Doluca Şarapları], Mehmet Üstünkaya, Manisalı Elginkan Ailesi [ECA], Mustafa Taviloğlu, Ömür Yoğurtları, Öngüt’ler, Öner Akgerman [Çimentaş], Özgörkey Ailesi [İzmir Pepsi], Refik Baydur, Rumeli Holding [Uzanlar], Raşit Özsaruhan [Metaş, Betontaş], Selim Edes, Sohtorik, Şarık Tara- Şadi Gülçelik [ENKA], Uğur Mengenecioğlu [UM Denizcilik], Ulusoy Ailesi [Ulusoy Taşımacılık], Yaşar Holding, Zorlu Ailesi, …

 

MEDYA-HALKLA İLİŞKİLER-REKLAM

Dinç Bilgin [gazeteci, medya patronu holding sahibi], Erol Simavi [gazete sahibi], Orhan Tokatlı [gazeteci], Akkan Suver [Yeni Düşünce Gazetesi sahibi, milliyetçi bilinir.], Ziya Tansu [İKA Haber Ajansı], Ümit Atay [basın yayın programcısı], Ayber Saruhan [gazeteci], Hagop Ayvas [Gazeteci], Günay Şimsek [gazeteci], Necmettin Tanyolaç [spor yazarı], Kemal Aziz [gazeteci], Haluk San [gazeteci], Erdoğan Sungur [gazeteci], Mehmet Sadun Altuna [eski basın yayın genel müdürü], Erdogan Arıpınar [gazeteci], Turhan Tayan [gazeteci], Mete Atabek [gazeteci], Selahattin Atasoy [emekli albay], Bahaettin Tatış [eğitimci], Akif Tatlıcıoğlu [noter], Yılmaz Tunçhal [gazeteci], Vedat Nedim Tör [yazar], Suphi Türel [gazeteci], Yavuz Dolun [haber ajansı], Nehar Tüblek [karikatürist], Fuat Uygan [yayıncı], Turhan Dilligil [gazete patronu], Haluk Cansın [gazeteci], Bekir Çiftçi [gazeteci], Erol Dallı [gazeteci], Kenan Değer [TRT’ci, Antalya], Nurettin Demirkol [gazeteci], Emin Edis [gazeteci], Teoman Ertan [TRT’'ci], Mümin Çevik [editör], Güngör Mengi [gazeteci, TRT'de hükümet temsilcisi], Yekta Okur [gazeteci], Üstün Ünügür [gazeteci], Bahadır YanıkÖmeroğlu [gazeteci], Arslan T. Yazman [gazeteci], Ertuğrul Zorlutuna [gazeteci], Kahraman Bapçum [gazeteci], Tuğrul Ilıcak [Kemal Ilıcak'ın akrabası, gazeteci], Aykut Sözeri [aktör], Ali Kırca, Altan Öymen, A. Emin Yalman, Ali Sirmen, Ali Gevgili, Adnan Düvenci, Abdi İpekçi, Aydın Sevgel, Ali İhsan Göğüş, Alev Coşkun, Altan Erbulak, Ali Ulvi, Ali Baransel, Argun Berker, Ayla Selışık Tamar, Ayşe Arman, Aydın Boysan, Ali Canip Yöntem, Abdülkadir Yücelman, Ali Naci Karacan, Aladdin Baydar [Fenerbahçeli ilk milli futbolculardan, gazeteci], Bilgin Ailesi [Sabah, ATV], Bekir Coşkun, Bekir Kutmangil [Günaydın’ın öldürülen sahibi], Bedii Faik, Cengiz Çandar, Cüneyt Ülsever, Coşkun Kırca, Can Ataklı, Cenk Koray, Canan Arıtman, Cüneyt Arcayürek, Cihat Baban, Cüneyt Koryürek, Cehdi Şahingiray, Çetin Emeç, Defne Samyeli, Doğan Koloğlu, Erkan Göksel, Ecvet Güresin, Emil Galip Sandalcı, Ebuziyyad Ziya, Ekrem Uşaklıgil, Emine Uşaklıgil, Erdal Atabek, Eşfak Aykaç, Enis Tahsin Til, Ercan Arıklı, Emre Kongar, Engin Baydar [Nazikioğlu, soyadını kullanmıyor- Türk Basın Birliği Başkanı idi], Ertuğrul Soysal [Nail Keçili’nin üvey babası, eski İSO bşk,TİSK Kurucusu, Atlı Zincir'in sahibi], Fikret Bila, Ferai Tınç, Faik Akın, Füsun Özbilgen, Fikret Otyam, Fazıl Ahmet Aykaç, Gülgün Feyman, Güngör Mengi, Güneri Cıvaoğlu, Gündüz Vassaf, Gündüz Kılıç [GS’li Baba Gündüz-Kılıç Ali’nin oğlu, Altemur Kılıç’ın kardeşi], Gülçin Telci, Hüseyin Cahit, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Hamdi Nüzhet Çançar, Halit Deringör, Hakkı Tarık Us [gazeteci], Işıl Özgentürk, ismet Berkan, İsmet Solak, İsmail Hüsrev Tökin, İsmet Binark [yazar], Karacanlar, Kahraman Bapçum, Kamil Masaracı, Leyla Umar, M. A. Birand, Mehmet Ali Önel, Murat Sertoğlu, Murat Birsel, Mecbure Canan Barlas, Münir Berik, Mekki Sait Esen, Mahmut Ekrem Talu, Muvaffak Talu, Mükerrem Sarol, Mithat Perin, Murat Belge, Muammer Yaşar Bostancı, Mahmut Esat Bozkurt, Metin Yalman [A. N. Sezer’in Basın Danışmanı], Naim Tirali, Nuri Çolakoğlu, Necmettin Sadak, Nezih Demirkent, Nasuh Mahruki, Necati Zincirkıran, Nail Güreli, Necmi Tanyolaç, Orhan Koloğlu, Okay Gönensin, Osman Kavala [İletişim’in sahibi], Osman Kapani, Osman Saffet Arolat, Osman Ulagay, Oğuz Tongsir, Orhan Erinç, Oğuz Aral, Örsan Öymen, Özcan Ergüder, Ömer Madra, Piyale Madra, Pakize Suda, Reha Muhtar, Refik Erduran, Ruhat Biliktan Mengi, Recaizade Mahmut Ekrem, Rasih Nuri İleri, Rana Pirinççioğlu, Simaviler, Sedat Sertoğlu, Sedat Ergin, Seçkin Türesay, Suphi Nuri İleri, Sabiha Sertel, Selim Ragıp Emeç, Selçuk Erez, Semih Poroy, Semra Somersan, Semih Balcıoğlu, Şiar Yalçın, Tahsin Öztin, Talat Sait Halman, Talay Erker, Turhan Selçuk, Tekin Aral, Uzanlar, Uğur Dündar, Umur E. Talu, Vedat Nedim Tör, Yalçın Bayer, Yılmaz Çetiner, Yavuz Gökmen, Yalım Eralp, Zekeriya Sertel, Zeynep Göğüş,

Fazli Necip Bey [Yeni Asır Gazetesi’nin Kurucusu], Erol ve Sedat Simavi [Hürriyet Gazetesi’nin sahipleri], Ahmet Emin Yalman [Vatan Gazetesi’nin kurucusu], Abdi İpekçi [Milliyet Gazetesi’nin eski Genel Yayın Yönetmeni], Ferit Sahenk [NTV’nin Sahibi] …

 

TERAKKİ VAKFI OKULLARININ ÜNLÜ MEZUNLARI

Ömer Madra, Ümit Meriç, Billurdeniz Seval [mankenlik ajansı sahibi], Gülçin Telci [gazeteci], Ali Nasuh Mahruki, Sedat Üründül, Reşit Emre Kongar, Barış Manço [10. sınıfa kadar Galatasaray Lisesi'nde okuyan Barış Manço babasının vefatının ardından, kendisi de bir Selanik göçmeni olduğu için Şişli Terakki Lisesi'ne geçerek oradan mezun olur], Şarık Hamza Tara, Halit Refiğ, İshak Alaton, Orhan Pamuk, Mazhar Efe Özal [1967 Ankara, Turgut Özal'ın oğlu], Yıldız Sertel, Mustafa Taviloğlu, Bekir Kutmangil, Prof. Dr. Can Gökdoğan, Prof. Dr. Aksel Siva, Doç. Dr. Umur Çorgar, Prof. Dr. Asaf Savaş Akat, Berna Yılmaz, Sevda Sabancı, Erkut Taşkın, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu, Fatoş Aslı Ural [Selçuk Ural'ın kızı], Lütfi Emin Karaosmanoğlu, Mine Kantel Yıldız, Özlem Savaş [Tv sunucusu, oyuncu], İdris Kavala, Ogün Uluç, Çiğdem Subaşı, Candan Şimşek, Muzaffer Sürmeli, Fehmi Saltık, Cem İlhan, Ahmet Adil Tunca, Zahit Aydın Göğüş, İnci Selçuk, İrem Kalkavan, Yahya Murat Demirel [1967 Isparta], Murat Arman, Deniz Çupi [İslam Çupi'nin oğlu], Ahmet Zorlu, Alara Bezmen [Halil Bezmen'in kızı], Çiğdem Sabancı [Erol Sabancı'nın kızı], Esat Murat Serezli [Metin Serezli'nin oğlu], Hasan Nuri Tanla [Bülent Hasan Tanla'nın oğlu], Mehmet Yalçıntaş [Nevzat Yalçıntaş'ın oğlu], Abdullah Zaimoğlu [Rasim Zaimoğlu'nun oğlu], Salih Yavuz Uluğ, Sabetay Varol, Mehmet Erdem Yarsuvat, Fatma Necla Balkır, Halit Refik Refiğ, Hayri Erdoğan Alkin, Ahmet Bali, Emin Yalçın Öktem, Hülya Uğur [Tv’de hava durumu sundu].

 

BÜROKRASİ

Remzi Yelman [emekli korgeneral], Ertuğrul Ünlüer [eski Kocaeli vali ve belediye başkanı], Numan Urs [emekli albay], Engin Ural [çevre sorunları vakfı başkanı], Bülent Ulusu [eski başbakan], Hamit Yener [emniyet 1. şube müdürü idi.], Nüvit Yetkin [CHP milletvekili idi.], Halit Tokullugil [Bursa eski valisi], Zeki Yücetürk [Balıkesir eski milletvekili], Ali Berkol [NATO'da görevli], Suphi Baykam [CHP milletvekili idi], Fahir İlkel [eski enerji ve tabii kaynaklar bakanı], Sezai Orkunt [emekli amiral], Sezai Oymaklı [emekli subay], Hüseyin Öğütcen [İzmir valisi idi], Tahsin Önalp [eski bayındırlık bakanı], Enver Saatçigil [eski vali], Ahmet Gündüz Aktuğ [polis başmüfettişi], Bedrettin Dalan [İstanbul eski belediye başkanı], Şahap Kocatopçu [27 mayıs ve 12 eylül bakanlarından], Hakkı Kütük [emniyet müdür muavini], Şerif Tüten [eski Ankara valisi, Rotary şeref üyesi], Ülkü Söylemezoğlu [imar iskan bakanlığı müsteşar yardımcısı], Çetin Anuncan [deniz subayı], Muzaffer Ercis [emekli tuğgeneral], Yelman Gazimihal [SEKA genel müdürü idi], Feyyaz Gölcüklü [MDP milletvekili], Rüştü Güner [DSİ bölge müdürü], Saffet Gürtav [İETT genel müdürü], Muammer Durak [vali muavini], A.A.I.Hilbrand [yabancı, askeri ateşe], William Hudson [İstanbul İngiliz konsolosu], Herman Büneman [İzmir alman başkonsolosu], Akgün Kıcıman [dışişleri bakanlığı protokol müdürü], Ekkes Langer [Ankara Avusturya Ticaret Ateşesi], Gerard Sambrana [Fransız, idari ateşe], Erkki Tammiwori [Finlandiyalı, başkonsolos], Geoffrey Ogden [İstanbul ABD başkonsolos vekili], Hans Peter Schoni [İsveçli, idari müsteşar], Fritz Langer, Marshall Berg [ABD idari ateşe], Wolfgang Ziebel [Alman, başkonsolos], Nicholas Baskey [ABD, idari ateşe], …

 

SİYASET

Ali Fuat Cebesoy, Altemur Kılıç, Ahmet Ağaoğlu, Aydın Köymen, Atilla Mutman, Bülend Ulusu, Bülent Akarcalı, Bülent Tanla, Besim Tibuk, Behçet Bilgin, Bahattin Yücel, Bekir Sami Kunduh, Besim Üstünel, Burhan Özfatura, [Mahmut] Celal Bayar, Celal Tevfik Karasapan, Cihat İren, Cemal Madanoğlu, Cemal Bardakçı, Dr. Nazım, Daniş Koper, Emre Gönensay, Ercan Karakaş, Erdoğan Berktay, Ercüment Konukman, Fahri Korutürk, Fuat Bulca, Fatin Rüştü Zorlu, Feridun Cemal Erkin, Fahrettin Kerim Gökay, Fethi Tevetoğlu, F. Türüng [General], Gökberk Ergenekon, Güneş Öngüt, Hayrettin Erkmen, Hüsrev Gerede, Hasan Menemencioğlu, Hasan Esat Işık, Haluk Ülman, Haluk Bayülken, Hulusi Köymen, Hızfı Oğuz Bekata, İsmail Cem, İttihatçı Rahmi Bey, İbrahim Deriner, İlhan Öztrak, İbrahim Deriner, İhsan Gürsan, İhsan Alyanak, İrfan Özaydınlı, Kemal Derviş, Kılıç Ali, Korel Göymen, Kasım Gülek, Lütfi Kırdar, Mustafa Kemal Paşa, Mehmet Ali Aybar, Mithat Şükrü Bleda, Mehmet Ali Bayar, Maliyeci Cavit Bey, Mükerrem Berk, Muhittin Üstündağ, Memduh Şevket Esendal, Mekki Sait Esen, Murat Sökmenoğlu, Mucip Ataklı, Muammer Çavuşoğlu, Naim Talu, Nevzat Yalçıntaş, Nazlı Ilıcak, Nazım Hikmet, Numan Menemencioğlu, Neşet Akmandor, Nihat Karaveli, Osman Kapani, Orhan Öztrak, Osman Kibar, Orhan Eren, Ömer Seyfettin, Ömer Lütfi Tunçay, Ragıp Gümüşpala, Rauf Orbay, Reşat Fuat Baraner, Reşat Muhlis Erkmen, Sedat Celasun, Suat Hayri Ürgüplü, Sarp Kuray, Sadrettin Celal Antel, Suat Baban, Sebati Ataman, Selim Sarper, Serbülent Bingöl, Samet Ağaoğlu, Sebati Ataman, Selim Sırrı Tarcan, Suphi Gürsoytrak, Şükrü Sina Gürel, Şükrü Kaya, Şaban Karataş, Şefik Hüsnü Değmer, Şehabettin Kocatopçu, Tansu Çiller, Talat Paşa, Turhan Kapanlı, Turan Güneş, Tevfik Rüştü Aras, Tayfur Sökmen, Tezcan Yaramancı, Tunca Toskay, Tayyibe Gülek, Vedat Nedim Tör, Vedat Dalokay, Vahit Halefoğlu, Yılmaz Ergenekon, Ziya Selışık, Ziya Gökalp, Zeki Baştımar, Zeki Erataman, …

 

BÜLBÜLDERESİ KABRİSTANINDA YER ALAN BAZI SOYİSİMLERİ

Sügüder, Dal, Dur, Dural, Zirh, Bozgeyik, Geyik, Asilbah, Alyot, Silan, Türkölmez, Aslantas, Tasan, Büyükol, Gülgöz, Özerdem, İsören, Cumali, Tavli, Tavasi, Tavil,  Pakerman, Ceylan, Aslantas, Tör, Ertörer, Giray, Müftüoglu, Yigit, Samimi, Algan, Nazli, Simavi, Etel, Noyan, Darip, Alkas, Tabak, Soley, Bozok, Koronel, Noyanalpan, Güleryüz, Boratav, Refig, Varol, Yafet, Rasin, Medhi, Alav, Civaoglu, Düzel, Tezcaner, Fikrig, Ayral, Çirik, Türen, Pelin, Burç, Kuzekenani, Sunguroglu, Hizal, Harunoglu, Tatari, Zuvin, Kavrem, Sonad, Böke, Tomaç, Portakal, Akçam, Akyildiz, Kum, Mayor, Kerimol, Sözen, Azizoglu, Erzin, Açanal, Kolot, Atasayan, Kuday, Erpamir, Baç, İyitas, Kiykioglu, Dagsöz, Anak, Semi, Özin, Kunal, Seraç, Yalaza, Orik, Firat, Kuyumculu, Abdikoglu, Yakupoglu, İbrahimzade, Karaibrahimoglu, Talatpasaoglu, Özdemiroglu, Türkay, Ayaz, Özüren, Teksöz, Burduroglu, Keçeli, Kuyulu, Asaröz, Göçgil, Kaprali, Sönmez, Resimcioglu, Terzi, Koparal, Güdüm, Çandir, Dirim, Sarlak, Dogusoy, Elmastas, iriparlak, Korustan, Ökse, Çinardali, Altun, Altuntek, Altunel, Altuner, Altuntaş, Altuniş, Altunbay, Altunbaş, Çöloglu, Balin, Sadik, Geldigeçti, Çolak, Manyasli, Kadam, Eroyda, Tumanbay, Sinav, Batay, Yönder, Hoyi, Düzenli, …

 

ORDU

Aytaç Yalman [KKK], Ali Fuat Cebesoy, Ali Fethi Okyar [İttihat ve Terakki Gen. Sekreteri, Cumhuriyetin İlk Millet meclisi Başkanı, 2. Başbakan, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı, Serbest Fırka Kurucusu, Yarbay, Büyükelçi], Abdurrahman Nafiz Gürman [Orgeneral, 4. Genel Kurmay Başkanı, Temsilciler Meclisi Üyesi], Asım Gündüz [Orgeneral, Garp cephesi Kurmay Başkanı, Milletvekili], Ali Hikmet Ayerdem [Korgeneral, Milletvekili [1923-1924]], Ali Nizami Paşa [Genelkurmay Başkanı [1881-1882]], Ali Saip Paşa [[?- 1891] Serasker, Müşir, Tophane Nazırı, Vali], Ahmet Mazhar Paşa [[1824-1890] Vezir, Vali, Şehremini [Belediye Başkanı- 1881-1890]], Abdurrahman Sami Paşa [İlk Maarif Nazırı [1857-1860] Maliye Nazırı A. Suphi Paşa ile yazar Sami Paşazade Sezai’nin babası], Ahmet Eyüp Paşa [[1883- 1923] Müşir [1873] Rus Savaşı Komutanı [1878] Vali], Ahmet Ağaoğlu [[Agayef] Ünlü Türkçü, [Samet Ağaoğlu’nun da babası. Mocan Yalısı’nın sahibi Şevket Mocan, ünlü bir sağcı, ünlü bir mason ve DP milletvekili Şevket Mocan’ın karısı Sara Hanım, Nazım Hikmet’in teyzesi. Çocukları Ayşe, Dündar Baştımar’la evleniyor, diğer çocuk Rüya da Samet Ağaoğlu’nun oğlu Mustafa Kemal Ağaoğlu ile evleniyor. Daha sonra da Rüya Hanım İlhan Nebioğlu’yla evleniyor ve Londra’da oturuyorlar. Kemal Derviş, Londra’ya gittiğinde bu evde kalıyor.]], Ahmet Vefik Paşa [197. Sadrazam [Dahiliye Nazırı, Elçi, Ayan üyesi, Maarif Nazırı, Evkaf Nazırı, İlk Meclisi Mebusan Reisi , Vali, Tarihçi,], Yazar Dr. Tevfik Rüştü Aras [Dışişleri Bakanı [1925-1938] www.mason.org’dan tarihçeye tıklanırsa, bütün üylerinin Sabetaycı olduğu Selamet Locası içinde olduğu görülecektir. ]], Akif Eyidoğan [Başbakan Yardımcısı, Milltevekili, Senatör, Vali; Demirel’in adamlarından.], Ahmet Rasim Paşa [Vezir, Bahriye Nazırı [1879-1891] Vali, İstanbul Şehremini], Ali Fuat Başgil [Hukuk Profesörü, Senatör,Cumhurbaşkanı Adayı], Bülend Ulusu, Bekir Sami Günsav [Kurmay Albay, Kuvayı Milliye ve Tümen Komutanı], Cemal Madanoğlu, Cemil Topuzlu [Nafia Nazırı [1920] İstanbul Şehremini [Belediye Başkanı, 1912-1914] ordinaryüs Profesör Doktor. İlk Tıp Fakültesi Reisi [Kadıköy’de çok ünlü bir caddeye adı verilmiş]], Cafer Tayyar Eğilmez [Tümgeneral, Trakya Kuvayı Milliye Komutanı, milletvekili], Derviş İbrahim Paşa [[1817-1899] Serasker [Ordu Komutanı Vezir] Rumeli Komutanı, Bahriye Nazırı, Müşir [Mareşal] Vali], Ebulula Mardin [Medeni Hukuk Profesörü, Osmanlı Mebusu, Kazasker Mardini, Adliye Nazırı, Yusuf Sıtkı’nın oğlu, Necmettin Kocataş’ın damadı [mezarları yanyana], ünlü Mardin sülalesinin büyüğü], Fahri Korutürk, Fethi Tevetoğlu, F. Türüng[General], Fahrettin Rumbeyoğlu [Maarif Nazırı [1920] Tümen Komutanı, Müşir [Mareşal]], Fahri Engin [Amiral, Donanma Komutanı, Ulaştırma Bakanı [1941-1943]], Falih Rifkı Atay [Mustafa Kemal’in prensi denen [Karacan gibi] gazetecilerden. Mina Urgan’ın üvey babası. Kemalizmin mihenk taşlarından.] Orgeneral Refik Tulga [33. derece üstad mason], Orgeneral Eşref Manas [Üstad Mason-Erenler Locası], Korgeneral Selahattin Tokay [Sebataist ve Bilderberg üyesi], Korgeneral Şefik Erensü [Üstad Mason-Erenler Locası], Tümgeneral Profesör Doktor S. Tahsin Aygün [Büyük Loca kurucusu], Tümamiral Necdet Tiryaki [33. derece Üstad Mason], Tümgeneral Zeki Belgin [Ankara İnanış Locası], Tümgeneral Necmi Ökten [Ankara Yıldız Locası], Tuğgeneral Profesör Doktor Kamil Sokullu [Büyük Loca kurucusu], Tuğgeneral Profesör Doktor Necip Berksan [33. derece Üstad Mason], Tuğgeneral Profesör Doktor Saim Bostancı [Bilderberg üyesi], Tuğgeneral A. Kemal Sarıay [Suprem Konsey üyesi], Tuğgeneral Alaaddin Mizanoğlu [Ankara İnanış Locası], Tuğgeneral A. Remzi Yiğitgüden [33. derece Üstad Mason], Tuğgeneral İlker Güven [33. derece Üstad Mason], Kurmay Albay N. Tahsin Erol [Büyük Loca kurucusu], Kurmay Albay Ertuğrul Alatlı [33. derece Üstad Mason], Oramiral Bülent Ulusu, Oramiral Nejat Tümer, Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Orgeneral Çevik Bir, Orgeneral Necati Özgen, Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Orgeneral İlker Başbuğ,

Duran Akbulut, Yüksel Yalova, Tevfik Altınok, Atalay Şahinoğlu, Mehmet Moğultay, Tümamiral Nezih İşeri, Süleyman Demirel familyasının damadı ve CHP milletvekili İlhan Kesici, …

 

SANAT DÜNYASI

Abdülhak Hamit Tarhan, Altan Erbulak, Aziz Üstel, Ayşe Kulin, Ayten Gökçer, Aliye Berger, Azra Erhat, Ayten Alpman, Ayşe Gencer, Attila İlhan, Ajda Pekkan, Ali Rıfat Çağatay, Ali Uras, Arsen Gürzap, Aysel Gürel, Ahmet Adnan Saygun, Alpay, Arif Mardin, Ahmet Ertegün, Aziz Basmacı, Asuman Tuğberk, Ahmet Say, Bülent Ersoy, Bülent Fenmen, Bora Gencer, Barış Manço, Bülent Ortaçgil, Bülent Tarcan, Behzat Butak, Cüneyt Gökçer, Cem Davran, Celal Sahir Erozan, Cenk Eren, Cem Mansur, Can Gürzap, Cemil İpekçi, Cüneyt Tanman, Çolpan İlhan, Çetin Tekindor, Çiğdem Talu, Duygu Aykal, Doğa Rutkay, Derya Alabora, Deniz Gökçer, Erman Kunter, Enis Fosforoğlu, Erdem Buri, Emin Ongan, Engin Noyan, Eser Noyan, Erkan Özerman, Filiz Ali Lazlo, Fazıl Say, Füreyya Koral, Faiz Kapancı, Gönül Yazar, Günseli Başar, Gürer Aykal, Hüseyin Kutman, Haldun Dormen, Halikarnas Balıkçısı, Halit Ziya Uşaklıgil, Halit Refiğ, Hüseyin Saadettin Arel, Hande Ataizi, Hüseyin Baradan, Hulusi Kentmen, Işıl Yücesoy, İdil Biret, Kerem Alışık, Kenan Kalav, Köksal Engür, Levent Kırca, Leyla Saz, Leyla Gencer, Levent Yüksel, Müşfik Kenter, Mustafa Alabora, Mehmet Ali Alabora, Mehveş Emeç, Munis Faik Ozansoy, Mehmet Ali Erbil, Mete İnselel, Muazzez Tahsin Berkant, Müjde Ar, Mehtap Ar, Melih Kibar, Mısırlı İbrahim, Mahmud Celalettin Paşa, Mustafa Altıoklar, Meral Orhonsay, Mehmet Fehmi Tokay, Mükerrem Berk, Melike Demirağ, Mithat Fenmen, Metin Serezli, Metin Erksan, Muzaffer İlkar, Metin Bükey, Mustafa Denizli, Murat Özaydınlı, Meltem Hakarar, Muhip Arcıman, Neşe Erberk, Nevra Serezli, Nisa Serezli, Nermin Bezmen, Orhan Pamuk, Oya Başar, Orhan Gencebay, Osman Nihat Akın, Oya Küçümen, Okan Karacan, Okan Bayülgen, Oktay Rifat, Ömür Göksel, Özlem Savaş, Ömer Karacan, Peride Celal, Pakize Suda, Perran Kutman, Rutkay Aziz, Reşat Nuri Güntekin, Renan Fosforoğlu, Refik Kemal Arduman, Refik Talat Halman, Rakım Elkutlu, Rüçhan Çamay, Sevgi Soysal, Saltuk Kaplangı, Samim Değer, Semiramis Pekkan, Sibel Egemen, Selahattin Pınar, Selanikli Ahmet Efendi, Suna Kan, Semiha Berksoy, Sertap Erener, Selin Dilmen, Selin Toktay, Samih Rifat, Şinasi, Şerif İçli, Şekip Memduh, Şanar Yurdatapan, Şemsi İnkaya, Tarkan, Turgut Boralı, Turgut Demirağ, Tülay German, Talat Artemel, Tuncel Kurtiz, Tuğrul Dağcı, Uğur Akdora, Ulvi Cemal Erkin, Ümran Baradan, Ülkü Kuranel, Yıldız Kenter, Yusuf Atılgan, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yasemin Kozanoğlu, Yıldırım Gencer, Yesari Asım Arsoy, Yıldız Sertel, Yasemin Baradan, Yasemin Kumral, Zeki Müren, Zeki Alasya, Zeliha Berksoy, Zihni Küçümen, …

 

AKADEMiSYEN-ÜNiVERSiTE-iLiM

Cezmi Biren [emekli amiral, milli eğitim müsteşarı idi], İlhami Nasuhioğlu [Cerrahpaşa Tıp Fakültesi dekanı, Diyarbakır Üniversitesi rektörü idi.], Nihat Balkır [Bursa Ünivesitesi rektörü], Ayhan Songar [profesör, milliyetçi tanınır], Necdet Uğur [eski milli eğitim bakanı], Adnan Süvari [futbol antrönörü], Suat Vural [profesör, dekan], Gürbüz Tüfekçi [sosyal antropolog], Nihat Tünaydın [Kabataş Lisesi, eğitimci], Mahmut Yılmaz [öğretmen], Antonio Trupia [İTÜ Öğretim üyesi], N.A.Jacques Batzli [Galatasaray Lisesinde öğretmen, yabancı], Frederic Shepherd [bioloji öğretmeni], Ali Doğramacı [Bilkent Rektörü], Aykut Barka, Asaf Savaş Akat, Aydın Aybay, Ali Fuat Berkman, Ali Fuat Başgil, Ali Yar [Yazar, matematik Ord. Profesörü, Fen Fakültesi Dekanı], A.Korhan Binark [Doktor, Marmara Üniversitesi

Ayhan ÇAVDAR [TÜBA Kurucu Üyesi]], Ahmet Taner Kışlalı, Bülent Berkarda, Bülent Tanör, Bedri Ruhselman, Bülent Daver, Bedii Şehsuvaroğlu, Bülent Tarcan, Burak Erman [TÜBA Kurucu Üyesi], Bülent Baradan, Berna Moran, Celal Şengör [TÜBA Kurucu Üyesi], Celal Göleli, A.M. Celal Şengör, Celal Esat Arseven, Cemil Sena Ongun, Cemal Arkon, Cihat İren, Cemi Demiroğlu, Cemil Topuzoğlu [Tıp Profesörü İstanbul Belediye Başkanı], Çağlar Keyder, Çetin Özek, Çiğdem Kağıtçıbaşı, Çiğdem Kağıtçıbaşı [TÜBA Kurucu Üyesi], Duygun Yarsuvat, Ender Berker, Erdoğan Alkin, Emre Kongar [medyada var aslında], Enver Ziya Karal, Erdoğan Şuhubi [TÜBA Kurucu Üyesi], Engin Bermek [TÜBA Kurucu Üyesi], Fatmagül Berktay, Faruk Erem, Fahir Erman, Faik Reşit Unat, Feza Gürsey, F. Mutlu Binark [Doktor, Gazi Üniversitesi], Fahri Arel, Fethi İdeman [Rektör], Gazi Yaşargil, Hamdi Peynircioğlu, Halil Berktay, Hayrullah Örs, Haluk Şehsuvaroğlu, Hamit Dilgan, Hüsnü Göksel, Hasan Boduroğlu, Hasan Tahsin Ayni, Hasan Köni, Hulusi Behçet [Behçet hastalığını bulan, soyadını Atatürk verdi, Aşiyan], Hurşit Güneş, İhsan Doğramacı, İlter Turan, İlhan Lüten, İbrahim Necmi Dilmen, İbrahim Hoyi, İsmet Hikmet Ertaylan, İlhan Tekeli, Kemal Gürüz, Kerim Erim, Kadri Raşit Anday [Tıp Profesörü, Melih Cevdet'in babası, Eczacı Mehmet Raşit Paşa'nın oğlu, Aşiyan], Leyla Neyzi, Murat Belge, Mehmet Kiciman, Mete Tunçay, Mustafa Hulki Erem, Macit Gökberk, Metin Özek, Mustafa Santur, Münci Kapani, Mina Urgan, Muvaffak Akbay [eski Ankara Hukuk Fakültesi Dekanı, şarkıcı Hümeyra’nın babası], Mustafa Hulki Erem, Metin Heper [TÜBA Kurucu Üyesi], Murat Sertel [vefat etti- TÜBA Kurucu Üyesi], Muammer Aksoy, Mazhar Osman Usman [uzman], Nilüfer Göleli, Nermin Abadan, Orhan Alsaç, Orhan Aldıkaçtı, Ömer Lütfü Barkan, Ömer İrdelp, Özdemir Nutku [Sevgi Soysal'ın ilk kocası], Reşat Garan, Ratip Berker, Razi Bel, Reşat Kaynar, Reşat D. Tesal, Rona Aybay, Reha Oğuz Türkan, Sulhi Dönmezer, Sıddık Sami Onar, Sahir Erman, Süheyl Ünver, Selçuk Erez, Selahattin Tandal, Suphi Ziya Özbekkan, Sami Gönensay, Sencer Ayata, Şerif Mardin, Tahir Taner [Hukuk Fakültesi Dekanı, Neşet Paşa'nın damadı], Toktamış Ateş, Uğur Alacakaptan, Ufuk Esin [TÜBA Kurucu Üyesi], Üstün Ergüder, Vehbi Eralp, Yavuz Abadan, Yavuz Nutku [TÜBA Kurucu Üyesi], Mehmet Ali Baba [Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu''nun kurucularından], Yazar Hüseyin Kazım Kadri [Sözlükçü], Hasan Cemil Çambel [TTK Başkanlığı yapmıştır], Mustafa Zühtü İnhan [İktisat Profesörü], Neşet Ömer İrdelp [Tıp Profesörü], Faik Sabri Duran [Coğrafya Profesörü], Mustafa Sekip Tunç [Psikoloji Profesörü], Mustafa İnan [İTÜ Rektörü], M.Kemal Öke [Tıp Profesörü], Hayrullah Örs [Eğitimci, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü], Vasfi Raşit Seviğ [Hukuk Profesörü], Besim Ömer Akalın [Tıp Profesörü], Niyazi İsmet Gözcü [Tıp Profesörü], Hüseyin Hamit [Fen Fakültesi Dekanı], Profesör Mustafa Hulki Erem [Rektörlük yapmıştır], Suphi Kamil [Y.Müh, Rektör], Burhanettin Toker [Ordünaryüs Profesör Doktor], Salih Murat Uzdilek [Fizik Profesörü], Fahri Arel [Ordünaryüs Profesör Doktor], Muzaffer Şevki [Profesör Doktor], Kerim Erim [Matematik Profesörü, Dekan], Cevad Memduh Altar [Müzikolog], Kazım İsmail Gürkan [Tıp Profesörü ve Rektör], Mehmet Ali Özeken [İktisat Profesörü], Enver Ziya Karal [Tarih Profesörü ve TTK Başkanı], …

 

FEYZİYELİLER IŞIKLILAR DERNEĞİ YÖNETİM KURULU

Nuretdin ERTÜRK [Yönetim Kurulu Başkanı], Gökay DALOĞLU [Yetkili, Başkan Yardımcısı], İnci DENİZCİ [Genel Sekreter], İnanç AKALIN [Organizasyon Sorumlusu, Başkan Yardımcısı], Enver ÜNSAL [Işıkev Sorumlusu, BaşkanYardımcısı], Ahmet ÇINAR [Üye Sorumlusu,  BaşkanYardımcısı], Çelik ÖZBİLEK [Sayman], Batuhan ALİOĞLU [Veznedar], Sinem ÇELEN [Asil Üye], Emel FIRAT [Asil Üye], Hülya OLGUNER [Asil Üye], Azra BAYRU [Yedek Üye], Eda DALOĞLU [Yedek Üye], Emre MUTLUAY [Yedek Üye], Önder KUYUMCU [Yedek Üye], Cahit DEDEOĞLU [Yedek Üye], Erhan TUNCER [Yedek Üye], Sabiha GÖNCÜ [Yedek Üye], Yenal DOĞAN [Yedek Üye], Beste SİLAHÇI [Yedek Üye], Ömer ŞAMLI [Yedek Üye], Necmi DALMAN [Denetim, Asil], Hayri ÇINAR [Denetim, Asil], Burak KARACIK [Denetim, Asil], Bahri ALATLI [Denetim, Yedek], Eren ATAMAN [Denetim, Yedek], Murat ÖZTÜRK [Denetim, Yedek], Fahir GÖK [1999-2001 Geçmiş Dönem Başkanı], …

 

DİĞER

Suat Ballar [Avukat, eski Lions genel yönetmeni], Münip Tarhan  [noter, Türkiye ve Dünya Lions Klüpleri Başkanı], Mukbil Özyürük [ilk kuruculardan, yazar], Fahrettin Kerim Gökay [ordinaryüs profesör, Lions kurucusu, İstanbul vali ve belediye başkanı idi.], Kemal Zorlu [Altay Klübü başkanı idi], Mazhar Çelebi [ilim yayma cemiyeti başkanı], Sermet Hüseyin [Ankara Rotary başkanı idi], Kemal Köksalan [Lions güvernörlerinden], O.Cumhur Akkent [emekli doktor albay, çocuk satmak ve öldürmekten yargılandı, cezaevinde.], Çetin Yıldırım Akın [avukat, Türkiye Lion Klüpleri genel yönetmeni idi, Cumhur Akkent'in davasını üstlendi ama hapisten kurtaramadı.], …

Giritli Sırrı Paşa [Hekim İsmail Paşa’nın daması, şaire Leyla Saz’ın eşi. [İsmail Hakkı Arar yani 12 Mart’ın Bakanı, Mustafa Kemal’in hekiminin, ölüm raporunu doktorun oğlu oluyor. Dedesinin ismi Mehmet Ali Ayni. Babaannesi Feride Hanım. Babaannesinin babası Giritli Sırrı Paşa.  Giritli Sırrı Paşa’nın diğer çocuğu ünlü mimar Vedat Tek. Vedat Tek’in karısı Firdevs Dino. Giritli Sırrı Paşa’nın kardeşi Mustafa Nuri Bey, yani Rasih Nuri İleri’nin dedesi. Ali Neyzi, Nezih Neyzi, İsmail Arar da Sırrı Paşa'nın kızları tarafından torunlarından birkaçıdır. Aynı ailenin diğer kolları: Talu, Dino, Aybar, Madra, Aybar, Cebesoy, Ran]], Hüseyin Hüsnü Paşa [[1829-1894] Serasker, Müşir, Vali], Hasan Hüsnü Çakır [Ticaret Bakanı [1938-1941], Milli Savunma Bakanı [1948-19509, Milltevekili], İngiliz Mehmet Sait Paşa [İngiltere’de okuduğu için İngiliz deniyor. Müşir, Vali, Rasathane Müdürü], İbrahim Ethem Paşa [[1850-1926] Vezir], İsmail Müştak Mayokan [Yazar, milletvekili, Ermeni Kırımı Malta Sürgünü], İbrahim Sarım Paşa [[1801- 1853] 182. Sadrazam], İbrahim Hayrullah [Adliye Nazırı [1913-1915] Ermeni Kırımı Malta Sürgünü, Şeyhülislam Pirizade M. Sahip ile F. Hayrunisa’nın torunu], Kazım Paşa [[1839- 1936] Müşir [Mareşal] Ordu Komutanı, Vali, Plevne Gazisi, Vali; Sadrazam Esat Paşa’nın kardeşi], Lütfi Kırdar [Sağlık Bakanı [1957-1960] Milletvekili, İstanbul Vali ve Belediye Başkanı [1938-1949]], Memduh Tağmaç [Orgeneral, 13. Genelkurmay Başkanı [1969-1972] daha önce Kara Kuvvetleri Komutanı], Muzaffer Göksenin [Orgeneral, Hava Kuvvetleri Komutanı [1950-1953], Büyükelçi], Mehmet Sırrı Üke [[1886-194449 Selanikli, Tümgeneral, Tümen Komutanı, Milletvekili], M. Sabri Toprak [Tarım Bakanı [1925-1927], Milletvekili, Osmanlı Mebusu, Ermeni Kırımı nedeniyle Malta Sürgünü], Mürsel Bakü [Tümgeneral, İzmir’e giren Süvari Komutanı, Malta Sürgünü, Milltevekili], Macar Mehmet Hamdi Paşa [[1828-1896] Müşir], Mahmut Ethem Paşa [[1830-1886] Müşir, Ayan Üyesi, Kaptanı Derya M. Ali Paşa’nın oğlu], Lofçalı Derviş İbrahim Paşa [[1817-1896] Müşir [1862], Serasker [1876] Dahiliye Nazırı,, Vali Rumeli Komutanı], M. Sabri Paşa [[?- 1879] Cihan Seraskeri, Müşir, Tophane Nazırı, Ticaret Nazırı, Vali], Manastırlı Salin Faik [Mutasarrıf, Divan Şairi], Mustafa Saffeti Ziya [Maliye Nazırı, Yazar, Protokol Genel Müdürü, Musa Saffeti Paşa’nın torunu.], Mehmet Emin Yurdakul [Türkçü Şair, Vali, Osmanlı Mebusu, Milletvekili, Bahriye Nezareti Müsteşarı], M. Emin Çınar [Tümgeneral, İstiklal Savaşı Kahramanı, Tümen Kurmay Başkanı], Mehmet Esat Bülkat Paşa [Ordu Komutanı, Bahriye Nazırı, Korgeneral, Vehip Paşa’nın [Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki komutanı] kardeşi], Mehmet Celalettin Paşa [Maarif Nazırı, Bahriye Nazırı], Nurettin Baransel [Orgeneral, 6. Genelkurmay Başkanı [1954-1955], Kara Kuvvetleri Komutanı], Necdet Uran [Oramiral, 5. Deniz Kuvvetleri Komutanı [1961-1968] Büyükelçi], Nazmi Topçuoğlu [Ticaret Bakanı, Milltevekili], Nazif Kayacık [Tümgeneral, Tümen Komutanı, İstiklal Savaşı Kahramanı], Nejat Şirel [Heykeltraş, Mustafa Kemal’in çoğu heykelini yapan kişi, Güzel sanatlar Akademisi Müdürü, Ressam Avni Lifij’in kayınbiraderi], Neşet Ömer İrdelp [İç Hastalıkları Profesörü, binbaşı, yazar, Istanbul Üni. Rektörü [1933], milletvekili [1934] Antropoloji Enstitüsü Kurucusu, Mustafa Kemal’in özel hekimi ], Necmettin Molla Karataş [[1875-1949] Asdliye Nazırı, Osmanlı Mebusu, vali, Şeyhülislam Turşucuzade A. Muhtar’ın oğlu, Ebulula Mardin’in kayınpederi], Nazım Nabizade [[1862-1893] Kur. Yüzbaşı, Harp Okulu Öğretmeni, şair-yazar], Osman Nuri Tufan [[1886-1944] Tümgeneral, Alay Komutanı], Orhan Seyfi Orhon [Beş Hececiler Şairi, gazeteci- yazar, milletvekili [1946-1950]], Ömer Fahrettin Türkkan [Korgeneral, I. Dünya Savaşı’nda Kork. Komutanı, Medine Müdafaii, Büyükelçi; General selim Türkkan ile General Orhan Türkkan’ın babasıdır.], Pirizade Mehmet Sakıp Molla [119. Şeyhülislam, Kazasker, Ayan, Mevlevi,, Tarihçi Hayrullah’ın damadı, Abdülhak Hamit’in eniştesi [eşi Feriköy’de gömülü], Adliye Nazırı İbrahim Hayrullah’ın babası], Rauf Orbay, Ragıp Gümüşpala [Orgeneral, 10 Genel Kurmay Başkanı Adalet Partisi ilk Genel Başkanı, milletvekili], Recep Paşa [[1842-1908] : Müşir [1884], Harbiye Nazırı [1908]], Rıza Tevfik Bölükbaşı [Filozof sanlı hekim, mebus, Maarif Nazırı [1918-1919] , döneminin bütün Mason Locaları’nın en büyük üstadı azamı], Sedat Celasun, Suphi Gürsoytrak, Sadık Aldoğan [Tümgeneral, Milletvekili, Temsilciler Meclisi Üyesi, Millet Partisi Kurucusu], Sabri Paşa [[?- 1879] Vezir, Zaptiye Müşiri, Rusumat Emini], Seyyit Bey [[? İzmir- 1924] Adalet Bakanı [1923-1924] Osmanlı Mebusu, Ayan Üyesi, Hukuk Profesörü], Selahattin Adil Pasanoğlu [İstiklal Harbi’nde Tümgeneral, Ordu Komutanı], Seyit Ali Paşa [[ ?- 1826] 171. Sadrazam , Sadrazam M. Reşit Paşa’nın eniştesi], Şükrü Kanatlı [Orgeneral, Kara Kuvvetleri Komutanı [1951-1954] Jandarma Genel Komutanı [1947-1949]], Şemsettin Sami Franşeri] GS Kurucusu Ali Sami Yen’in babası], Şakir Kesebir [İktisat Bakanı [1929-1930] [1937-1938] , Milletvekili, Çocukları Şişi Terakki mezunu. CHP Edirne Milltevekili Erdal Kesebir’in dedesi], Tahsin Demiray [Milletvekili, yazar, Türkiye Yayınevi kurucusu, Türkiye Köylü ve Adalet Partisi kurucusu.], Veli Rıza Paşa [[1842- 1908] Müşir, Harbiye Nazırı], Yusuf Ziya Paşa [Maliye Nazırı [1871, 1877 arası üç kez] Maarif Nazırı, Darüşşafaka Kurucusu [İstanbul Sevi’nin Darüşşafaka ile ilgili notları açıklayıcıdır]], Yakup Şevki Subaşı [Orgeneral, Ermeni Kırımı’ndan Malta Sürgünü], Zekai Okan [Orgeneral, Genelkurmay II. Başkanı, Büyükelçi], …

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun en yüksek derecesi neydi? Şeyh-ül İslam! Cumhurbaşkanı ve Padişah’tan bile büyüktürler!

 

Yakın tarihte Osmanlı döneminde Mason olan Şeyh-ül İslam'lara değinelim.

-Şeyhülislam Musa Kazım Efendi

-Şeyhülislam İzzettin Efendi

-Şeyhülislam Hayri Efendi

-Şeyhülislam Berlin Sefareti Baş İmamı Mustafa Hafız Şükrü

-Şeyhülislam Sefaret İmamı Haşim Veli

-Şeyhülislam Müderris Mahmut Esad Efendi

Bu kişiler gerçekte masondur!

 

Bu kişiler arasındaki yabancı misyon mensuplarına dikkat edin.

 

1984'de Rotary İnternational başkanı seçilen eski Türkiye Lion Klüpleri başkanı Münip Tarhan:

"Lionların birbirlerine kan bağından daha kuvvetli bağlarla bağlı olduğunu" söylüyor!

Daha açık bir ifadeyle Türkiye'deki Rotary ve Lions Klüpleri Türk yasalarına değil, Uluslararası Rotary ve Lions yasalarına bağlıdırlar!  Yabancı Lions ve Rotaryenlere daha yakındırlar! Yabancılar için çalışırlar! Türkiye'deki yardım faaliyetleri ise göstermelik olmaktan öteye geçmez! Yabancılar Türkler'e düşmandırlar, kızarlar. Ama Türk Lions ve Rotaryenlere, ne hikmetse büyük ilgi gösterirler! Mesela Tekin Akmansoy, Almanya'da "Türk" olarak karşılaştığı zorlukları, "Rotary rozetiyle aştığını" övünerek anlatmaktadır! Yani itibar görmek için türklüğünden fedakârlığa hazırdır! İşin en komik yanı nedir, biliyor musunuz? Konu menfaat olunca, sağcılık, solculuk, milliyetçilik, hatta şeriatçılık önemini kaybeder. Nice hızlı solcunun, çocuğunu Amerika'ya gönderen bursu görünce, cıvataları gevser! Bir bakarsınız, ağız değiştirmiş, Amerika'yı övüyor, serbest piyasayı savunuyor, hatta Mehmet Barlas gibi "Bağımsızlık ta neymiş? Artık herkes karşılıklı bağımlı!" diye konuşur olmuş! Amerikalılar boşuna doların üzerine "We Believe in God- biz [paranın] tanrı olduğuna inanırız" yazmamışlar!

 

İslamiyete açmış oldukları savaş dolayısıyla, Türkiye’yi uğrattıkları zarar dolayısıyla, dine, islama, Kuran’a; Aleyhisselatu Vesselam Efendimize savaş açtıkları için öldürmemiz gereken Masonları öldürmediğimiz gibi, onları dinliyor, okuyor, onları seçiyor ve onlar için çalışıyoruz. Müslümanlığı yok etmeye çalışanların daha rahat yaşayabilmeleri ve mason emellerini daha çabuk gerçekleştirebilmeleri için para kazandırıyoruz. Masonlar için çalışıyoruz. Para gelsin yeterki. İslam gitmiş. Din gitmiş. Kuran’a küfredilmiş. Peygamber Efendimize hakaretler edilmiş. ALLAH inkâr edilmiş. Bizim umurumuzda mı? Para gelsin bize. Biz hayatımızı, yaşayışımızı kuralım. Bize dokunmayan yılan bin yaşaşın nasıl olsa! İyi de dinimizi bozdukları için, rızkımızı elimizden alıp, bize kurtarıcı rolüyle kendilerine borçlandırdıkları için, bu yılanlar bize dokunmuş olmuyor mu? Birlik yok ama değil mi? Masum bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmüş gibi günahtır nasıl olsa. Zalimler masum olmuş, masumlar zalim olarak isimlenmiş!

“İçeri atarlar değil mi bizleri? Hapse tıkarlar. İşkence yaparlar.” Gafil halkta, gazeteler, televizyonlar ne derse ona inanırlar. Sadece Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanında ‘müslüman’ yazan kâfirler memleketi!

 

Gelelim Osmanlı’da ve Türkiye’de yönetimde bulunan masonlara!

 

Osmanlı Padişahı V.Murad, Şehzade Kemalettin Efendi, Şehzade Nurettin Efendi, 5.Murad''ın Başmabeyincisi Ahmet Seyid, Sadrazam Koca Mustafa Reşit Paşa, Sadrazam Ali Paşa, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Tunuslu Ethem Paşa, Sadrazam Hayrettin Paşa, Sadrazam Mithat Paşa, Sadrazam Ahmet Vefik Paşa, Sadrazam 1. Hakkı Paşa, Sadrazam Talat Paşa, Maliye, Eğitim ve Vakıf Bakanı M.Raşit Are, Bahriye Bakanı Cemal Paşa, Maliye bakanı Cavit Bey, Maliye Bakanı Tevfik Bey, Dış İşleri Bakanı Ahmet Nesimi Sayman,

Faydalı İşler Bakanı Ali Münif, Ulaştırma Bakanı Kirkor Agaton, Devlet Adamı ve Yazar Ethem Pertev Paşa, Devlet Adamı ve Musikişinas Prens M.Abdülhalim Paşa, Prens Aziz Hasan Paşa, Devlet Adamı ve Şair Süleyman Asaf, Şam Valisi ve Abdülhamid''in Damadı olan Damat Ahmet Nami Bey, Ankara Valisi Reşit Paşa, İttihat ve Terakki Fırkası Genel Yazıcısı Mithat Şükrü Bleda, Maliye Müsteşarı Faik Süleyman, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi, Büyük Millet Meclisi Reisi Kazım Özalp, Başbakan Hasan Saka, Başbakan S. Hayri Ürgüplü, Adalet Bakanı Mümtaz Ökmen, Başbakan Yardımcısı Akif İyidoğan, Dışişleri Bakanı Bekir Sami Daça, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Dışişleri Bakanı Selim Sarper, İçişleri Bakanı Mehmet Cemil Uybadın, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Adalet Bakanı Hasan Menemencioğlu, Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar, Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Milli Savunma Bakanı Münir Birsel, Milli Savunma Bakanı Hulusi Köymen, Tarım Bakanı Reşat Muhlis Erkmen, Çalışma Bakanı Mümtaz Tarhan, Ticaret Bakanı Zühtü Velibeşe, Ticaret Bakanı Ahmet Dallı, Milli Emniyet Bakanı Celal Tevfik Karasapan, Bolu Milletvekili Cevat Abbas Gürer,

 

Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit, Eski Başbakan Tansu Çiller, Dış İşleri Bakanı İsmail Cem İpekçi, [dedelerinden biri hahamdır, Cemil İpekçi’nin kardeşi], Bülent Ecevit zamanında Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olan Kemal Derviş, Türkiye Komünist Partisi’nin Kurucusu Mustafa Suphi, Erdal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü, Eski Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel, Türkiye İşçi Partisi Eski Genel Başkanı Behice Boran, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Merkez Bankası Eski Başkanı Gazi Erçel, Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, Cumhurbaşkanlığı Sekreteri Tacan İldem, Fatin Rüştü Zorlu [Adnan Menderes Hükümeti’nde Bakan], Cumhuriyet Tarihinin İlk Sosyalistlerinden Doktor Şefik Hüsnü, İlk Kadın Emniyet Müdürü Feriha Sanerk, Eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz, …

 

Süleyman Demirel. Beşiktaş Dikilitaş’ta yaptırılan ilköğretim okulu Lions Klübü tarafından yaptırılırken cumhurbaşkanı olduğu dönemde birçok mason okul açılışına katılmıştır. Süleyman Demirel Türkiye’yi parçalamak, islamiyeti bozmak için elinden geleni yapan masonlardandır! Kâfirlerden, daha beter bir halde olduğu halde, ne üzerine olduğunu bilmediği halde Türk milletinin cumhurbaşkanı seçtiği Süleyman Demirel masondur!

 

Bülent Ecevit! Karaoğlan! Masonların planlarının gerçekleştirilmesi için halkı oyalarlar, uyuturlar. Kundaktaki bebekler gibi pış pışlarlar. Kundaktaki bebekler gibiyiz millet! Kundaktaki bebekler gibiyiz! Ses çıkarmadığımız zaman bizden iyisi yok, bir iki sesi çıkan çıkarsa öldürülüyor. Bir şeyden haberdar olamayanlarda ağızlarındaki emziklerle yetiniyor.

 

Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediklerine bakalım!

“Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolünde! Tüm paşalar mason ya da masonların kontrolünde. İsrail'le stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık.”

Çevresindeki ilişkiler ağı ile sürekli gündemde olan ve 28 Şubat sürecinde, "İslam" imgesi üzerinden mazlumlaştırılarak, liderleştirilen Recep Tayyip Erdoğan'ın bu güne kadar Yahudi çevrelerle sergilediği yakın ilişki birçok spekülasyona sebep olmuştur. 28 Şubat sürecinin kahramanlarından Çevik Bir'in; ABD'nin en güçlü siyonist Yahudi lobilerinden JINSA'dan aldığı "cesaret" madalyası bir süre sonra Recep Tayyip Erdoğan'ın da boynuna takıldı. Türk Milleti'nin farklı cephelerde olduğunu zannettiği "İslamcı" tarikatlarla, "Yahudi" ve "Hristiyan" tarikatlarının arasındaki grift ilişkiler ağı gözönüne serildikçe, kamuoyu için kurulan sahnenin perde arkası da netleşmeye başlıyor. Soner Yalçın'ın en son "Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi-2" kitabı ile kapısını araladığı; Türkiye'deki tarikatlarla Musevilerin ilişkisi, bugünlerde piyasaya çıkmaya hazırlanan yeni bir kitapla farklı bir boyuta taşınıyor.  Ergun Poyraz'ın "Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet (Masonlarla Elele)" kitabı ;

“Kamuoyundaki birçok ismin yüzündeki maskeyi indiriyor ve Türkiye'deki tarikatlarla Masonlar arasındaki ilişkiler ağını çok daha somut ve güncel belgelerle” gözönüne seriyor.

Kitaptan aşağıda alıntıladığımız bölüm ise Tayyip Erdoğan'ın marjinal bir siyasi kimlikten, Türk siyasi hayatının tepesine tırmanışındaki arka plan dinamiğini aydınlatıcı cinsten:

 

“Mason biraderler bir değil, on değil, yüz değil, binlerce! Şeriatçı bir partinin lideri İsviçre'de mason olup, sözde mason düşmanlığı yaparken, Peygamber soyundan geldiğini iddia eden Amerikancı işadamı Fethullah Gülen’in referansı ile tanıştığı ve parasını kullandığı İspanya kralının ülkesinde Tekris oluyordu. Mukaddesatçı bisküvicinin oğlu ise Pinto'nun referansı ile mason olurken, çevresine, "müracaat ettim ama beni almadılar" diyordu. Kasımpaşalı’nın referansı ise Alaton'du. Masonların Yunanistan dâhil birçok Osmanlı toprağının Türkiye’nin elinden çıkmasına sebep olmuşlardır!

Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Recep Tayyip Erdoğan'a yakın çevreler; Recep Tayyip Erdoğan'ın Üzeyir Garih ve İshak Alaton'la yakınlığının bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini ve Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanı olmadan önce, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar'a İshak Alaton'un da üye olduğu locadan tekrisinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması gerektiğini belirttiler.

Kitabında;

 

Ülker Grubu ile masonların; Kemalist ve Milliyetçi geçinen bazı emekli paşaların Fetullahçı şirketler ve Koç Grubu ile bağlantılarına, son zamanlarda enerji politikaları veya terör uzmanı diye lanse edilen isimlerin hangi localara kayıtlı olduklarına, bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı'nın, Hablemitoğlu'nun Köstebek kitabının basılmasını önlemek için görevlendirdiği mülkiye başmüfettişinin Ankara'da hangi locaya üye olduğuna, Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretlerinde özellikle görüştüğü şeyh Muhammed Kabbani'nin kayınpederi Kıbrısta'ki şeyh Nazım Kıbrisi'nin İngiliz istihbaratına hizmet eden faaliyetlerine, Fethullah Gülen hakkında çıkarılan arama kararlarının göstermelik olduğuna ve kendisinin kontrgerillayla bağlantısına dair somut bilgilere, Kürtlere azınlık hakkı isteyen kitaplara imza atan Jack Kamhi'ye, Yönetiminde masonların ağırlıkta olduğu Türk Kalp Vakfı; Ülker'in "kolesterol düşüren ürünleri" ve Maliye Bakanı Unakıtan'ın kolesterol düşürücü ilaçların ödemelerini durdurması arasındaki ilintiye, Mütevelli heyetinde Mason ve şeriatçı isimlerin harmanlandığı ve amacını, "Türkiye'nin ve Türk Ulusu'nun ve Anadolu uygarlığının sanat ve kültür varlıklarını ve mimari mirasını korumak" olarak belirten TAÇ Vakfı'na kadar birçok önemli konuya dikkat çeken Ergün Poyraz'ın Recep Tayyip Erdoğan'ın masonluğuna dair iddiası aşağıdaki veriler ışığında daha bir anlam kazanıyor!

 

Mason Haberal'ın Konya'daki hastanesinin açılışını yapmak için bizzat gittiği Konya'da; Türkiye'nin en üst düzey masonlarından İhsan Doğramacı'nın referansını kullanan Recep Tayyip Erdoğan "Haberal'a sahip çıkacağım, o bize İhsan Doğramacının emaneti" şeklinde konuşmuştur. Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı öncesinde Üzeyir Garih-İshak Alaton ekseninde derinleşen ilişkileri yakın çevresi tarafından doğrulanmıştır. Ergün Poyraz'ın kitabında yer verdiği üzere; Star Gaztesin’de Faruk Mangırcı'nın 18 Ekim 2005 tarihinde köşesinde yazdığı Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda yaptığı konuşması şöyledir: “Tüm dünyadaki Yahudi lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolünde! Tüm paşalar mason ya da masonların kontrolünde. İsrail'le stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık.” Recep Tayyip Erdoğan "İslam" üzerinden oy toplayıp, iktidar olmuştur! "Türban" sorununu çözemediği halde ülkedeki kiliselerin, yabancı vakıfların ve yabancı sermayenin her türlü mülkiyet sorununu çözmüştür! Recep Tayyip Erdoğan; siyasi misyonu Siyonizm, öğretisi Kabala olan ve İslam'a savaş açan masonların üyesidir!

 

Türkiye içinde olmasalar bile bulup öldürmemiz gerekenleri Türkiye yönetici yapıyor!

 

Belçika Bilderberg ise kendine bağlı olan diğer Bilderberg'lere EMREDiYOR:

 

Fethullah Gülen'e halife derecesinde ve Türk seçimlerinde oy belirleyici güç yapmak için sonuna kadar güç verilecektir. Fethullah Gülen'in BİLDERBERG'li olduğuna ilişkin ipekli Breech'ini (Hakim, savcı, Avukat, öğretim üyesi, öğrenci mezuniyet kıyafeti, eski Haham cübbesi olan) kaftanını davasına olan sadakatini şeklen gösterecektir. Bu yüzden Fethullah Gülen, ABD yurttaşı olarak görevine devam edecektir. [Alparslan Türkeş’in Bilderberg üyelerine sorduğu soru üzerine verilen cevap!]

 

Allah Kuran'da Hristiyanlar için buyuruyor:

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını ve ruhbanlarını tanrı edindiler. Sadakallahül-Azıym.

[Tevbe Suresi, 31. ayet]

Bu ayet inince sahabeler soruyorlar:

'Yâ Resulullah, onlar hahamlarına ibadet etmiyorlardı?’

Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz buyuruyor:

'Onlar ruhbanlarına ibadet etmediler ama hahamların helal kıldığını helal kabul ettiler, haram kıldığını haram kabul ettiler.'

[Tirmizi, 3095]

 

Fethullah Gülen, “Bu kadar dershanemiz var, destekleriz yani. Hâkim de kiralayacaksınız, avukat da kiralayacaksınız.” Kısaca diyor ki, Hizmet'in büyümesi için, rüşvet vermek caizdir.

 

Allah [c.c.] buyuruyor:

Bismillahirrahmairrahiym. Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. Kalplerinde hastalık bulunanların: "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Sadakallahül-Azıym.

[Maide Suresi, 51,52. ayetler]

 

Ve Fethullah Gülen Papa'nın kollarında!

 

Fethullah Gülen’in evlerinde, dersanelerinde üç tür kitap okunur.

1-Bediüzzaman Said Nursi’nin tahrif edilmiş kitapları.

2-Fethullah Gülen’in kitapları.

3-Önden giden atlılar, aslan fedâkar abiler, kahraman öğretmen ablaların kitapları.

 

Kuran okunmaz! Fethullah Gülen’in evlerine, dersanelerine gidenler yıllarca bir hadis kitabı bile okumaz. Daha dehşetlisi Kuran Meal’i bile okumaz!

 

ALLAH’ı bilmezler, Aleyhisselatu Vesselam’ın hayatını bilmezler ama Fethullah Gülen’in çocukluğunu bilirler.

 

Fethullah Gülen taraftalarları ne diyor? “Sen Fethullah Gülen’in köpeği ol!” Fethullah Gülen okul açıp dindar genç yetiştiriyormuş? Evet! Okul açıyor ama kendine tapan putperest gençler yetiştiriyor. Böylece kendini eleştirilemez kılıyor. İslam’da hiç kimse başkasının köpeği olmaz. Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz insanları kendine köpek etmedi! Ama Fethullah Gülen taraftarları seve seve köpek olurlar, insanları da köpek olmaya davet ederler. Hz.Ömer defalarca Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e karşı kendi fikirlerini savunur, çok kez haklı çıkardı. Ama Fethullah'a karşı çıkılamaz.  Fethullah Gülen’in yaptıkları yanlış olamaz.

 

Dinlerarası diyaloğun bizim için anlamı “Bütün insanları İncil’e ve Kilise’ye yani Hıristiyanlığa ulaştırma” yoludur.

[Papa 6. Paul, 6 Ağustos 1964]

 

Kelime-İ Tevhid’in ikinci bölümü olan “Muhamed ALLAH’ın Resulüdür” hükmüne gerek yok!

[Fethullah Gülen]

 

“Pek muhterem Papa cenapları. Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonunuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zat-ı alinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız. İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerde ki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslamın asırlarca ölçülen yanlış agılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına basacaktır. Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine hoş görünüze sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu’daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz.”

[M. Fethullah Gülen’in Papa’ya Yazdığı mektuplar// 10 Şubat 1998, Zaman Gazetesi]

 

“Yine hoş görünüze sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz.” diyor Fethullah Gülen! Papa’nın görevi nedir? Hıristiyanlığı dünyaya yaymak! Fethullah Gülen Hıristiyanlığı yaymak için Papa’nın emrine girmek istiyor yani!

 

Bir vaiz “Bu meclis ne güzel yerdir” dedirtmek, insanları etrafına toplamak, insanları ağlatmak, yaka-paça üstlerini yırttırmak için vaaz ediyorsa, o vaiz gafildir!

[Gençliğe Öğütler//Vaaz Ve Nasihatte Edep/İmam Gazali]

 

Fethullah Gülen vaazlarında salya-sümük ağlamaktan başka bir şey yapmıyor!

 

AKP hükümeti, artık Kuran’ın hükümlerini bile, kendi işine gelen, gelmeyen biçimde ayırarak yasaklama yolu ile sansürlemektedir.

Bilindik üzere camilerin kapısında cemaatin okuması ve feyz alması için Kuran’dan ayetler yazılır. Bu geleneğe uygun olarak da İstanbul’da ‘’Eminönü Zeynep Sultan Camii’’ kapısında Maide Suresi’nin 51. ayeti yazılmış. Ayet; Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki o da onlardandır. Sadakallahül-Azıym.’ Anlamında. Geçtiğimiz iki yıl içinde bir gazeteci bu ayetin oraya yazılmasını köşesinde haberleştirmiş. Turist olarak gelenler bu ayetten rahatsız olabilirlermiş ve ayet oradan kaldırılmalıymış habere göre. Konuyla ilgili olaraktan bilgisine başvurulan Eminönü müftüsü ‘’Bu ayeti hemen oradan kaldıracağım’’ demiş ve “her ayet her yere yazılmaz’’ buyurmuş. Diyanet İşleri Başkan yardımcısı ise o camiinin imamı hakkında ikaz yapılması için İstanbul müftülüğüne talimat verdiğini açıklamış. Sözde diyalog gereği kaldırılmak istenen ayet; Müslüman birliğini korumak ve iç dayanışmayı kuvvetlendirmek üzere getirilmiştir. Yahudi ve Hıristiyanların Müslümanlara karşı yaptıkları tarih boyu açıkça ortadadır, dinlerini ve yaşam tarzlarını Müslümanlara karşı uzak tuttukları da bilinen bir gerçektir. Maide suresindeki ilgili ayet; Müslümanlara; “Hıristiyan ve Yahudi emrine girmemeyi, onların yöneticiliğine karşı çıkmayı” öğütlemektedir. Kısaca Hıristiyan ve Yahudi emperyalizmine direnişi tavsiye eden çok önemli bir uyarıdır. Yahudi ve Hıristiyanlar; her film ve dizilerinde mutlaka dini simgeleri (Kilise, haç, istavroz... v.s ) kullanarak propaganda yapmaktalar, bunun yanında en alakasız yerlerde bile müzeler inşa etmekte Haçlı ve Siyonist ruhu kendi gelecek nesillerine aşılamanın yanında bizim nesillerimizi de etkilemekteler. Bizde ise kendi kültürümüzü işlemek, milli değerlerimizi savunmak adeta suç oluyor. Bunu TRT’nin Banu Avar’ı sansürlemesiyle açıkça gördük. Medya’ya baktığımızda kültürümüzden uzak bir yayıncılık var artık. İslam kültürü ve şuuru yozlaşırken, yetişen nesiller zarar görmektedir. Yahudi ve Hıristiyanlar her yayın organlarında kendi motiflerini işlerken bizim medyamız onlara destek olmaktadır. Fethullah Gülen’den gelen emir ile diyalog çatısı altında iktidarın ve Avrupa sevdalısı medyanın bu Hıristiyan ve Yahudi severliğine karşı acaba onlar Müslümanlara nasıl bakıyorlar? Kuran’da, bu saldırganlara karşı direnişi ve uyanık durmayı öğütleyen ayeti neden kaldırıp sansürlüyorlar? Allah’ın bizlerin onun yolunda bir hayat sürmemiz için gönderdiği kitaptaki hükümlerin doğru veya yanlış olduğuna; Yahudi cesaret ödülü alan ve evinde 7 kollu şamdan bulunduran, 7 çizgili ampul amblemli iktidar zihniyetindekiler mi buna karar verecek? Kuran’daki örtünme ayeti için bir zamanlar ortalığı savaş alanına çevirenler, Maide Suresi’nin bu ayetini savunmak için neden seslerini çıkarmazlar? Çıkarmazlar; Çünkü gözler ve beyinler miyoplaşmış! Çünkü hocaları izin vermez! Çünkü Kuran’ı sansürlemek için emir verenler ile diyalogcuların çıkarı sözde “kubbem, miğferim, minareler, süngümüz,” diyenlerin çıkarlarıyla; siyaset meydanında buluşmaktadır. Ne acı ki siyasi gelecek uğruna Kuran’ı bile sansürleyip, işine geldiği gibi dini kullanan bir iktidar iş başındadır. Kuran’ı işine geldiği gibi yorumlamak; bazı ayetleri öne çıkarıp bazılarını sansürlemek ya da olduğundan farklı göstermek ve sözde Müslüman okulları açarak göz boyayıp Türk milletinin temelini lekelemek sözde milli görüş kılığına giren ve Müslüman sarığı sarıp hoca efendi kılığına giren gayrimüslim dostlarının işidir. Bunlar diyalog adına; papazların elini öpecek kadar işi ileri götürenlerdir.1998’de Yahudi örgütü ADL’nin referansı ile Papa ile görüşüp Papa’nın elini öpen Fethullah Gülen’i hatırlayın. İşte bu zihniyet, “La ilahe illallah” dedikten sonra “Muhammedün Resulullah” demeyi gereksiz sayıp, diyaloğa engel görmüşlerdir. Bu zihniyetin kurmayları iktidara geldiğinin ikinci yılı bazı kendini bilmezlerin ısrarı ile ezan sesi kısılsın diye meclisi ayağa kaldırdılar ve anayasa’nın bir maddesinde; ”cami imar edilebilir” cümlesini “ibadethane imar edilebilir” olarak değiştirip bir kelime oyunu ile misyonerlerin yolunu açarak sağa sola kilise açılmasını ve okullarda İncil dağıtılmasını sağladılar. Yine aynı efendi; “Allah, dünya gemisinin kaptanlığına Amerika’yı oturttu!” diyerek; Maide Suresi’nin 51. ayetine karşı çıkmıştır. Çünkü Fethullah Gülen bu sözleriyle; Amerika’yı Müslümanlara yönetici (veli - dost) olarak tavsiye etmiştir. Acaba 51. ayete karşı düşmanlığın sebebi anlaşıldı mı? Şimdi bu Fethullah Gülen yanlıları diyecektir ki; işte okullar açtı dünyaya bizi tanıttı v.s diyecekler. Biz onlara da değil direk efendileri Fethullah Gülen’e soralım:

 

“Senin 40 tane Amerikan ajanı ile ne işin var? Senin 40 tane papazla ne işin var? Sen madem Erzurum’dan çıkan bir hocasın salya sümük ağlamak yerine ülkene yardım et, dua et! Ülkene sanayi yap, okul yap tamam bunlar çok güzel! Senin Amerikan ajanıyla papazla ne işin var? Senin Amerika’da işin ne?”

 

AKP hükümetinin Kuran’ı sansürlemesi Maide Suresi’nin 51. ayeti ile kısıtlı kalmadı. Camilerde yapılan konuşmalarda Al-i İmran Suresi’nin 19. ayeti olan; “Bismillahirrahmanirahiym. Allah katında Hak din, İslam’dır. Sadakallahül-Azıym.” ayeti okunurken; AB’den gelen istek üzerine bu ayetin okunması da kaldırılarak sansürlendi. AKP; Fethullahçılar’ın elinde ya! İşte hükümet - Fethullah – Amerika - AB ilişkilerinin geldiği son nokta burası; Kuran bile sansürleniyor!

Şimdi İran’a bakalım.

Humeyni Devrim olmadan önce İran’ın başında kim vardı? Rusya’nın adamı ve Rusya’nın desteklediği Şah Pehlevi vardı! Peki, Humeyni’yi kim destekledi? İngilizler! Humeyni kimin adamı? İngilizlerin adamı! 

Osman, Muaviye, Yezid gibi adamlara iktidar bahş eden ALLAH’a nasıl itaat etmek mümkündür?

[Humeyni, Keşf-ul Asar, sayfa 107]

 

Şuan İran’ı kim yönetiyor? Ahmedi Nejat! Ahmedi Nejat kim? Ahmedi Nejat’ın ailesi Yahudilerden gelmektedir! Ahmedi Nejat’ın eski soyadı da, İbranice’de “halı dokumacısı” anlamına gelen “Sabourjian”dır! Herkes Müslüman görünüyor, 2 taraf var ortada ama gerçekte Müslüman olan taraf yok!

 

ABD'DEN ŞOK RAPOR

 

Monday, 22 June 2009 07:25

 

ABD eski Başkanı Reagan’ın danışmanı Fein: “Beyaz Saray araştırma yaptı, Ermenilerin 2 milyon Müslüman Osmanlı’yı katlettiği ortaya çıktı. Ermeniler, kendi arşivlerini açmıyor, çünkü bu gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyor.” dedi.

ABD Başkanı Ronald Reagan’ın hukuk danışmanlığını yapan Bruce Fein, sözde Ermeni soykırımı iddialarını değerlendirdi. Ermenilerin bu iddialarının son derece asılsız olduğunu belirten Fein, Reagan’ın başkan olduğu 1981'de bu konunun Beyaz Saray tarafından araştırıldığını ve iddiaların asılsız olduğunun belgelendiğini söyledi. İşte sözde Ermeni soykırımı konusunda Fein’in açıklamaları:

“Osmanlı İmparatorluğu’nun azınlıklara karşı “müthiş” sayılabilecek bir özen gösterdiği gerçeğini unutmamak gerekir. Azınlıklar, kendi dini özgürlüklerini ve hayatlarını son derece rahat bir şekilde sürdürdü. Ermeni terör çeteleri I. Dünya Savaşı sırasında Fransa ve Rusya ile birlikte Osmanlıları öldürdü. Bu rakamın 2 milyon civarında olduğu bir gerçek. Ermeni kayıplarının ise 500 bin civarında olduğu araştırmalarla kanıtlandı. Burada asıl önemli konu, Ermenilerin ihanetidir. Osmanlı da kendisini savundu. Özellikle ABD’de yaşayan Ermeniler, soykırım yalanı ile büyük getirim sağlıyor. ABD yönetimi de büyük paralar döndüğü için Ermenileri karşısına almak istemiyor. Ermeniler ısrarla kendi arşivlerini açmıyor. Çünkü yıllardır soykırım yalanı ile dönen getirimi kaybetmek istemiyorlar. Arşivler açıldığı anda gerçek ortaya çıkacak.”

 

AXA OYAK Sigorta Grubu Ermenilere Soykırım tazminatı ödemeyi vaat ediyor. Geçtiğimiz günlerde dünyanın dört bir yanında 'sözde ermeni soykırımı' ile ilgili onlarca panel-konferans düzenlendi. Bunların ana sponsorları kim biliyor musunuz? HSBC ve British Airways! Türkiye’de yaşayan insanlardan elde ettikleri para ile Türkiye’ye karsı sözde Ermeni soykırımını destekliyorlar!

[Doc. Dr. ILKAY ORHAN, Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Eczacılık Meslek Bilimleri Bölümü, Farmakognozi Anabilim Dalı 06330]

 

Amerika ve dünyada 122 Ermeni soykırımı anıtı diktirildi!

1 buçuk milyon Ermeni öldürüldü denildi ancak Ermenistan’ın 1915 nüfusu Ermeni ve Rus kayıtlarına göre 400.000 idi. Zaten Türkiye’nin Nüfusu 14 milyondu. Sözde Ermeni soykırımı iddialarının yeniden gündeme getirilmesi üzerine Türk Tarih Kurumu başkanı Profesör Doktor Yusuf Halaçoğlu, tüm dünyaya “Osmanlı arşivleri başta olmak üzere bu konudaki bütün belge ve bilgileri paylaşmaya hazırız” çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine birçok ülkenin büyükelçiliklerinden ve konsolosluklarından görevli diplomatlar arşivlere akın etti. Diplomatlar sadece Osmanlı değil; Amerikan, İngiliz, Fransız ve Ruslar’a ait belgeleri de inceledi. Türk Tarih Kurumu’nun elinde, Osmanlı arşivlerinin yanı sıra 100 bin sayfa yabancı ülkelere ait belge bulunuyor. Belgeleri gören diplomatların neredeyse tamamı, çok şaşırdı ve ne yapacağını bilemedi. Türkiye’ye karşı önyargıyla hareket ettiklerini kabul eden diplomatlardan bazıları Türk Tarih Kurumu’ndaki belgelerin kopyalarını alırken, bazıları da raporlar hazırlayarak ülkelerine gönderdi. Danimarka büyükelçiliğinden bir diplomat, İngiliz ve Fransızlara ait belgeleri görünce önyargılı olduğunu kabul etti. Diplomat, “Türkiye’den özür dilenmesi gerekir” dedi. Türkiye’nin Ermeni soykırımı iddiaları konusunda bazı adımlar atmaması halinde Avrupa Birliği sürecinde zarar göreceği uyarısı yapan İsveçli bir diplomat önüne konulan bir belgeyi okuyunca donakaldı. Belgede, sözde soykırım iddialarının ortaya atılmasından sonra Osmanlı Devleti’nin 1919’da dört tarafsız ülkeye resmi bir yazı göndererek, “iddiaları siz araştırın” diye teklifte bulunduğu yer alıyor. Teklifin yapıldığı ülkeler ise İspanya, Danimarka, Hollanda ve İsveç. Kendi ülkesinin bu çağrıya olumlu yanıt vermediğini öğrenen diplomat, mahçup bir halde Türk Tarih Kurumu’ndan ayrıldı. Bir Fransız diplomat da “Near East Relief” isimli Halep’teki bir yardım kuruluşunun belgelerini inceledi. Ermeni soykırımında öldürüldükleri iddia edilen 485 bin Ermeninin Suriye’ye göç ettiğine, Halep’te baş gösteren sağlık sorununa müdahele eden tek uluslar arası sağlık kuruluşu olan Near East Relief’in, bu Ermenileri tedavi ederek kayıtlarını tuttuğuna ilişkin belge, Fransız diplomatı şaşırttı. Diplomat, soykırımda öldüğü bildirilen bazı Ermenilerin isimlerini bu belgede görünce ne diyeceğini bilemedi. Türk Tarih Kurumu’na gelen bir İngiliz diplomata da dönemin İngiliz ordusuna ait bir kripto verildi. Kriptoda Anadolu’daki nüfus yer alıyor. Belgede 1914-1919 yılları arasında, Ankara’daki Ermeni nüfusunun 26 bin arttığı, Kayseri sancağında ise 2 bin azaldığı belirtilerek; Ermenilerin, daha güvenli bölgelere kendi isteği ile göç ettiği ifade ediliyor.

 

Amerika ve Dünyada 122 Ermeni soykırımı anıtı diktirildi!

Siyasi baskı yapabilmek için soykırım yapılmadığı halde, Ermeni Soykırımı anıtları diktirdiler!

 

Siyasi baskı! Siyaset! Yalanlarla dolu siyaset! Yalandan başka bir şey olmayan siyaset!

 

Dünyada alçak oğlu alçak kimseler insanların en mutlusu oluncaya kadar kıyamet kopmayacaktır.

[İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 37]

 

Yalancının doğrulanması, doğrunun yalanlanması kıyamet alametlerindendir.

[Kıyamet Alametleri, Sayfa 137]

 

Yalan imana aykırıdır.

[Ravi: Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 228]

 

Şu üç şey bir kimsede olursa halis münafıktır: Konuştuğunda yalan söyler, itimat edildiğinde, emanete hıyanet eder, vaat edince vaadinde durmaz.

[Ravi: Hz. Ebu Hureyre Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 263]

 

Emaneti korumayanın imanı ve sözünde durmayanın da dini yoktur.

[Ravi: Hz. Enes Radıyallahu Anh, Ramuz El E-Hadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 463]

 

Bir Müslüman hiçbir günah işlememiş olsa ama yapamayacağı bir şey için birine söz versin. “Ben bu işi yaparım” desin, yapamasın. “Ben sana şunu alacağım” desin, almasın ya da alamasın. “Ben falan saatte falan yere geleceğim” desin, o saatte oraya gelmesin, sözünde durmasın. Yapmayacağı şeyi vaat etsin, söylesin. İşte bunun günahı; hiçbir günah olmasa o Müslüman da; söz verip de sözünde durmamanın günahı, cehenneme gitmesine yeterlidir, diyor İslam âlimleri. Niye? Kuran çok şiddetli hitap ediyor bu noktada! “Bismillahirrahmanirrahiym. Niçin yapmayacağınız şeyi söylüyorsunuz? Sadakallahül-Azıym.” [Saff Suresi, 2. ayet] Bakın, Kuran’daki en şiddetli ayetlerden birisi budur! Niçin söz veriyorsunuz? Niçin söylüyorsunuz? Niçin söz veriyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi, niçin yaparım, alırım, ederim diyorsunuz? Ya da yapamayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? İşte, hiçbir günahı olmasa da verdiği sözde durmasa; o kişinin cehenneme gitmesine vallahi yetecektir! Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz; “Bir Müslümanın hiçbir günahı olmasa; hiçbir kusuru, vebali olmasa, sadece kaynağını araştırmadan işittiği bir haberi bir başkasına söylemesi, günah olarak onu cehenneme götürmeye yeterlidir” buyuruyor. “Her işittiği lafı, o lafı araştırmadan, kaynağını bulmadan; bu söz doğru mu, yanlış mı diye araştırmadan, her işitti sözü çevresine yayan Müslüman vallahi cehennemliktir” buyuruyor.

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam “Ganimet[yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında] tedavül eden bir meta haline gelirse büyük belaların insanların üzerine gelmesi vacip olur.

Buyurdu. [İmam Tirmizi, Fiten, sayfa 39]

 

Hazine zenginlerin ve mevkii sahiplerinin elinde! Halk ise, geçinebilmek için gece gündüz çalışmakta, zenginler ise devletin parasını hortumlayıp durmakta. Halk kendine çalıştığını zannediyor ama aslında mevkii ve makam sahiplerini biraz daha zengin edebilmek için çalışıyor. Kazandığı parayla kıt kanaat geçiniyor.


Bugün 5 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
en masum zamanlarımızda sirayet ettin değil mi kanımıza şeytan.. çocukluğumuzda; en büyük düşmanın olan sevgimizden korkundan.. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol