www.tarihtekerrurdenibarettir.tr.gg www.kizlarnedenevdekalirlar.tr.gg www.yaallyanon.tr.gg www.cekgityuregimuzaklara.tr.gg

ANA SAYFA
ARAYIŞ
KIYAMET ALAMETLERİ
ŞEYTANIN EVLATLARI
DÜNYA BİR ÇARŞIDIR
CEHENNEM EHLİ VE AZABI
BU DüNYA, BU NESiL HER YÖNDEN, HER CİHETTEN KIYAMET ALAMETi
Bizim hayatımız yalan ulan! Bizim hayatımız yalan!
Söylenen başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize inanmadıklarını kesin bir bilgiyle insanlara söyler.
HÜKÜM ALLAH’INDIR EY LANETLENMİŞLER!
E-KİTAP
ziyaretçiler

Şeytanın evlatları, deccalın hizmetkârları!

 

Şeytanın Hileleri

 

Âlemlerin Rabbı olan ALLAH’A hamd olsun. Salât ve selam, (Aleyhisselatu Vesselam) Efendimiz emin peygamber Muhammed’e.

 

Sonra, onun pak âline. Ve ashabının tümüne olsun.

 

İbn-i Abbas Radıyallahu Anh Hz.’inden naklen anlatıyor.

 

“Bir gün Resulullah (Aleyhisselatu Vesselam) ile beraberdik. Ansarlardan birinin evinde toplanmıştık. Tam bir cemaat olmuştuk, sohbete dalmıştık. Bu arada dışarıdan bir ses geldi:”

 

Ev sahibi, içerdekiler. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.”

 

Bunun üzerine, herkes Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’in yüzüne bakmaya başladı, orada ve her zaman büyük oydu. İzin O’ndan çıkacaktı.

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz duruma vakıf oldu ve:

Bu seslenen kimdir bilir misiniz?” buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:

En iyi bilen ALLAH ve Resulüdür.

Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz:

O, lâin iblistir. Şeytandır. ALLAH’IN laneti üzerine olsun.” buyurunca; hemen Hz. Ömer;

Ya Resulullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.” dedi, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz buna izin vermedi ve şöyle buyurdu:

Dur ya Ömer, biliyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi bırak.” Sonra şöyle buyurdu:

“Kapıyı ona açın gelsin. O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz.”

 

Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi’den. Şöyle anlattı:

 

Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekil şu: bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinin altında 6-7 kadar kıl sallanıyordu. At kılı gibi.

Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.

 

Sonra, şöyle bir selam verdi:

Selam sana ya Muhammed; selam size ey cemaat-ı Müslimin.

Selam Allah’ındır ya lâin.” Sonra ona şöyle buyurdu:

Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?” Şeytan şöyle anlattı:

Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz sordu:

 

Şeytan anlattı:

 

İzzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki: ‘ALLAH-ü Taala sana bir emir veriyor: Muhammed’e gideceksin. Ama düşük ve zavallı bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra O; sana ne sorarsa doğrusunu diyeceksin.’ Sonra ALLAH-ü Taala buyurdu ki: ‘Söylediklerine yalan katarsan, doğruyu söylemezsen. Seni kül ederim; rüzgâr savurur. Düşmanların önünde, seni rüsva ederim.’ İşte. Böyle ya Muhammed, o emri üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki, düşmanlarımın eğlencesinden daha zor bir şey yoktur.”

 

Bundan sonra Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şöyle sordu:

 

“Madem sözlerinde doğru olacaksın o halde anlat: halk arasında en çok sevmediğin kimdir?”

 

Şeytan şu cevabı verdi:

Sensin ya Muhammed. ALLAH’IN yarattıkları arasında senden çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki?”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?

Şeytan anlattı:

“Muttaki bir genç ki, varlığını ALLAH yoluna vermiştir.”

Bundan sonra, soru cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz sordu; şeytan anlattı:

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Sonra kimi sevmezsin?”

Şeytan anlattı:

“Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Sonra?”

Şeytan anlattı:

“Temizlik işinde. Yıkadığı yerleri üç defa yıkamayı devam eden kimseyi.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Sonra?”

Şeytan anlattı:

“Sabırlı olan fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz. Halinden şikâyet etmez.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?”

Şeytan anlattı:

“Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, ALLAH onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hâsılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikâyet etmeyişinden anlarım.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Sonra kim?”

Şeytan anlattı:

“Şükreden zengin.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, ama zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?”

Şeytan anlattı:

Onu görürsem ki, aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki; o şükreden zengindir.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:

“Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?”

Şeytan anlattı:

“Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Neden böyle olursun; ya lâin?”

Şeytan anlattı:

“Çünkü bir kul, ALLAH için secde edince bir derece yükselir.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, oruç tuttukları zaman nasıl olursun?”

Şeytan anlattı:

“O zaman da bağlanırım, onlar iftar edinceye kadar.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, hac yaptıkları zaman nasıl olursun?”

Şeytan anlattı:

“O zamanda çıldırırım.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?”

Şeytan anlattı:

“O zaman da eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?”

Şeytan anlattı:

“Ha, işte. O zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline beni ikiye böler.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sebebini sordu:

“Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya ebamürre?”

Bunun üzerine iblis:

“Onu da anlatayım.” Dedikten sonra anlatmaya başladı:

“Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:

1--ALLAH-ü Taala, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler.

2—o, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.

3—ALLAH-ü Taala, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasına perde yapar.

4—ALLAH-ü Taala, belayı, sıkıntıları ve ahları onlardan defeder.”

 

Bundan sonra Aleyhisselatu Vesselam efendimiz ashabı hakkında bazı sorular sordu:

“Ebu Bekir için ne dersin?”

Şeytan anlattı:

“O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi. İslam’a girdikten sonra bana nasıl itaat eder?”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, Ömer bin Hattab için ne dersin?”

 

İblis buna şu cevabı verdi:

“ALLAH’A yemin ederim ki; her gördüğüm yerde O’ndan kaçtım.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, Osman bin Affan için ne dersin?”

Şeytan anlattı:

“O’ndan utanırım. Hem de çok. Nasıl ki, Rahman’ın melekleri de ondan utanırlar.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, Ali bin Ebu Talib için ne dersin?”

 

İblis onun için de şöyle dedi:

“Ah, O’nun elinden bir kurtulsam. O, kendi başına kalsa; bende kendi başıma kalsam. O, beni bıraksa, bende O’nu bıraksam. Ben O'nu bırakırım; ama O beni bırakmaz.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplarda kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:

“Ümmetime saadet ihsan eden; seni de, belli bir vakte kadar şekil kılan ALLAH’a hamd olsun.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin o cümlesini duyan lâin iblis şöyle dedi:

“Heyhat, heyhat. Ümmetin saadeti nerde? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın? Ben, onların mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaradan ve baas gününe kadar bana mühlet veren ALLAH’A yemin ederim ki; onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini. Ümmilerini ve okumuşlarını. Fecirlerini ve abidlerini(Çok ibadet edenlerini). Hâsılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat, ALLAH’ın halis kullarını; evet, bunları azdıramam.”

 

Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?”

Bu soruya iblis şu cevabı verdi:

“Bilmez misin? Ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever. O ALLAH için bir ihlâs sahibi değildir. Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz. Bilirim ki o: ihlâs sahibidir. Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki; ya Muhammed, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyük günahları arasındadır.”

 

İblis anlatmaya devam etti:

“Ya Muhammed, bilmez misin? Benim 70 bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra. O her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını da meşayine saldım. Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince. Onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahitlerin. Onlar, bunların yanına girer; halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne. Hep dolaşıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; başlarlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye. işte. Böylece, onlardan ihlâsı alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti, ihlâssız yaparlar gayrı. Ama bu hallerinin farkında olamazlar.”

 

İblis bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi:

“Bilmez misin? Ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam 70 yıl ihlâs ile ALLAH’A ibadet etti. Bu ibadetin sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmiş ki: her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifa buluyordu. Onun peşine takıldım; hiç bırakmadım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; ALLAH aziz kitabında, ona şöyle anlatır:

 

—şeytanın hali gibidir ki; o insana:

—kâfir ol.

Dedi. Vaktaki o kâfir oldu; bu defa ona şöyle dedi:

<ben, senden uzağım. Ben, âlemlerin Rabbı olan ALLAH’TAN korkarım.> (59/16)

 

İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerine durdu. Ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı:

 

Yalan:

“Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendedir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse, o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse, o benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem’e ve Havva’ya yalan yere ALLAH’A ant içtim.

-<muhakkak, ben size nasihat ediyorum.>(7/16) dedim. Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.”

 

Gıybet-koğuculuk:

“Gıybet ve koğuculuğa gelince. Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.”

 

Nikâh üzerine yemin etmek:

“Her kim, talak[boşanma] üzerine yemin ederse. Günahkâr olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun. Her kim talak[boşanma] ağzına alırsa, hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.”

 

Namaz:

“Ya Muhammed, namazı an be an tehir eden gelince. Onu da anlatayım. O, her zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm.

Derim ki:

‘Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.’ Böylece o: vaktinin dışında namazını kılar. Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. Şayet o kimse, beni mağlup ederse. Ona insan şeytanlardan birini yollarım. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O, bunda da beni mağlup ederse. Bu sefer onun hesabını namazda görmeye bakarım. O namazın içinde iken: ‘Sağa bak. Sola bak.’ derim. O da bakar. O ki böyle yaptı, yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona: ‘Sen, edebi yaramaz bir iş yaptın.’ derim ve onun huzurunu bozarım. Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda, sağa ve sola çokça bakarsa, ALLAH onun namazını kabul etmez. Bunda da mağlup olursam, yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim. Ve ona, çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi. Bu işi, ona yaptırmakta da başarı kazanamazsam; bu sefer cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada onun başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeye ve rükûdan kaldırırım. İmamdan evvel de, secde ve rükû yaptırırım. İşte… O böyle yaptığı için, kıyamet günü, ALLAH onun başını eşekbaşına çevirir. O kimse, bunda da beni yenerse, bu defa ona namazda parmaklarının çıtlatmasını emrederim. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam. Bunda da, oma mağlup olursam, bu sefer ona tekrar girerim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa. Onun içine küçük bir şeytan girer, dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte. Bundan sonra o kimse hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar.”

 

Şeytan bundan sonra konuşmaya devam etti:

“Sen, ümmetinin hangi saadetinden ferah duyarsın ki? Ben onlara, ne tuzaklar kurarım. Ne tuzaklar. Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrederim. Ve onlara derim ki: ‘Namaz size göre değil. O, ALLAH’IN afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.’

Sonrada hastalara giderim:

‘Namaz kılmayı bırak.’ derim. Çünkü ALLAH-ü Taala:

-<hastalara zorluk yok.> (24/61) buyurdu. İyi olduğun zaman çokça kılarsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hatta küfrede girebilir. Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse. ALLAH’IN huzurunda çıkarken, ALLAH-ü Taala’yı öfkeli bulur.”

 

Sonra şöyle dedi:

“Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun. Sonra. Eğer yalan varsa. Allah’tan dile; beni kül eylesin.”

 

İblis bundan sonra, konuşmalarına devam etti ve şöyle dedi:

“Ya Muhammed, sen ümmetin için ferah mı duyuyorsun? Hâlbuki ben onların altıda birini dininden çıkardım.”

 

Bundan sonra… Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz ona, yani iblise aşağıdaki şekilde kısa kısa sorular sordu. O da bunlara cevap verdi.

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Ya lâin, senin oturma arkadaşın kimdir?”

Şeytan anlattı:

“Faiz yiyen.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Dostun kim?”

Şeytan anlattı:

“Zina eden.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Yatak arkadaşın kim?”

Şeytan anlattı:

 “Sarhoş.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Misafirin kim?”

Şeytan anlattı:

“Hırsız.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Elçin kim?”

Şeytan anlattı:

“Sihirbazlar.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Gözünün nuru nedir?”

Şeytan anlattı:

“Karı boşamak.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Sevgilin kim?”

Şeytan anlattı:

“Cuma namazını bırakanlar.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:

“Ya lâin, senin kalbini ne kırar?”

Şeytan anlattı:

“ALLAH yolunda cihada koşan atların kişnemesi.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, senin cismini ne eritir?”

Şeytan anlattı:

“Tövbe edenlerin tövbesi.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?”

Şeytan anlattı:

“Gece ve gündüz, ALLAH’A yapılan istiğfar.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, yüzünü ne buruşturur?”

Şeytan anlattı:

“Gizli sadaka.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, gözlerini kör eden nedir?”

Şeytan anlattı:

“Gece namazı.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Peki, başını eğdiren nedir?”

Şeytan anlattı:

“Çokça kılınan cemaatle namaz.”

 

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis cevap verdi.

 

“Rabbinden neler talep ettin?”

Şeytan anlattı:

“10 şey talep ettim.”

Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz sordu:

“Nedir onlar, ya lâin?”

Şeytan anlattı:

“Şunlardır:

1-ALLAH’TAN diledim ki, beni âdemoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi ki bu:

-<onlara ortak ol. Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaat et. Hâlbuki şeytan onlara en çok gurur vaat eder.>(17/64) Ayet-i celilesi ile sabittir.

Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim, faiz ve haram karışan yemekten de yerim. Şeytandan ALLAH’A sığınılmayan malın da ortağıyım. Cinsi münasebet anında; ALLAH’A şeytandan sığınılmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim. Ve o birleşmeden hâsıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla binerim. Yol ve binek arkadaşı olurum. Bu da ayet-i kerime ile sabittir. ALLAH-ü Taala bana şu emri verdi: -<onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart.> (17/64)

 

2-ALLAH-ü Taala’dan diledim ki: bana bir ev vere. Bu dileğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi.

 

3-Diledim ki; bana bir mescit vere. Pazaryerlerini bana birer mescit yaptı.

 

4-Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı.

 

5-İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları (ahenkli bir şekilde okunan kasideleri, ilahileri) verdi.

 

6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere. Sarhoşları verdi.

 

7-Diledim ki; bana yardımcılar vere. Bunun içinde kaderiye mensuplarını (‘’kul fiilin yaratıcısıdır’’ diyenleri) verdi.

 

8-İstedim ki; bana kardeşler vere. Mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de isyan ve günah yoluna para harcayanları. Bunlar da şu ayet-i kerime ile sabittir:

—o kimseler ki; mallarını boş yere harcarlar. Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlardır.>(17/27)”

 

Bir ara Resulullah Aleyhisselatu Vesselam efendimiz şöyle buyurdu:

“Eğer söylediklerini, ALLAH’IN kitabındaki ayetlerle ispat etmeseydin, seni tasdik etmezdim.”

 

Bundan sonra iblis devam etti.

 

“9- Ya Muhammed, ALLAH’TAN diledim ki, Âdemoğullarını ben göreyim; ama onlar beni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi.

 

10- Diledim ki; âdemoğullarının kan mecralarını bana yol yapa. Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim, gezerim. Hem nasıl istersem. Bütün istediklerimi verdi. Hepsi bana verildi. Ve ben bu hallerime iftihar ederim. Sonra. Şunu da ekleyeyim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte. Böylece kıyamete kadar, Âdemoğullarının ekserisi benimle olurlar.”

 

Bundan sonra iblis şöyle anlattı:

“Benim bir oğlum vardır. Adı: Ateme’dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa; gider; onun kulağına bevleder(idrarını yapar). Eğer böyle olmasaydı; imkânı yok, insanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı. Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da Mütekazi’dir. Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela: bir kul, gizli bir taat(ibadet) işlerse. Ve bu yaptığını gizlemeye çalışırsa; Mütekazi onu dürter. En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya Muvaffak olur. Böylece: ALLAH-u Taala o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder. Biri kalır. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir. Sonra. benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da Kühayl’ dır. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitmezler. Böylece hiç sevap alamazlar.”

 

Bundan sonra iblis şöyle anlattı:

“Hangi kadın olursa olsun onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra. Her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur. Ve ona, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir.

Mesela: ‘Elini kolunu dışarı çıkart; göster. Der, o da, bu emri tutar. Elini, kolunu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının hayâ perdesini tırnakları ile yırtar.“

 

İblis, bundan sonra; Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’e kendi durumunu anlatmaya başladı:

“Ya Muhammed, bir kimseyi dalalete sürüklemek için elimde bir imkân yoktur. Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm. O kadar. Eğer dalalete sürüklemek elimde olsaydı, yeryüzünde ‘Eşhedü en la ilahe iLLALLAH ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah’ diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde, hidayet nevinden bir şey yoktur. Sen ancak ALLAH’ın Resulüsün ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzünde tek kâfir bırakmazdın. Sen, ALLAH’IN halkı üzerinde bir hücdetsin. Ben de, kendisi için ezelde şekavet yazılan kimselere bir sebebim. Said(Saadetli) olan kimse, ana karnında iken saiddir(Saadetlidir). Şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan ALLAH. Şekavet ehli kılan da ALLAH!”

 

Bundan sonra. Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz şu iki ayet-i kerimeyi okudu:

 

“Bismillahirrahmanirrahiym. Bunlar, sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek. Ancak Rabbin esirgedikleri hariç. Sadakallahül-Azıym.”

[Hud Suresi, 118,119. ayetler]

 

“Bismillahirrahmanirrahiym. ALLAH’IN emri behemehal yerini bulan bir kaderdir. Sadakallahül-Azıym.”

[Ahzab Suresi, 38. ayet]

 

Bundan sonra, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz, iblise şöyle buyurdu:

“Ya ebamürre, acaba senin bir tövbe etmen ve ALLAH’A dönmen mümkün değil mi? cennete girmene kefil olurum. Söz veririm.”

 

Bunun üzerine iblis şöyle dedi:

“Ya Resulullah, iş verilen hükme göre oldu. Kararı yazan kalem de kurudu. Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen ALLAH’tır. Ve o: bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.”

 

Ve iblis, cümlelerini şöyle tamamladı:

“İşte. Bu söylediklerim, sana son sözümdür. Ve bütün söylediklerimi doğru söyledim.”

 

Evvel, ahir, zahir, batın, âlemlerin Rabbı olan ALLAH’A hamd olsun. Efendimiz Muhammed nebiye ALLAH salât eylesin. Keza onun âline de. Ashabına da. Âmin! Bütün peygambere selam. Âlemlerin Rabbı olan ALLAH’a da-tekrar- hamd olsun.

[Muhyiddin-i Arabi/Seceret’ül Kevn]

 

 

Her insanın iki şeytanı vardır. Bu şeytanlar, en büyük şeytan iblise bağlıdır. İblisin emir komutasında, kişiyi şerre sevk eden bu şeytanlar, kişinin nefsi ve ahlakına göre şekillenmişlerdir. Bunlar kişinin damarlarında dolaşarak, kişiyi kendilerine bağlarlar. Şuuru bunların elinde olan kişi, faydalı, nurlu ve sevaplı amelleri kötülük, kötülüğü de faydalı, nurlu ve sevaplı amel olarak görmeye başlar. Bu şeytanlar şayet iman etmişlerse, kişiyi faydalı, nurlu ve sevaplı amellere sevk ederler. Şeytanın emir komutasından çıkanlar, iblisin bir yalancı, sahte, aciz olduğunu söylerler.

 

Hainler korkak olur. Bütün korkaklar hain ve yalancıdır. Şeytanın adımlarına uyan, şeytana dost olan, Muhammedi ahlaktan uzak bir hayatı yaşayanlara dikkat edin ki, korkaktırlar. Dikkat edin ki haindirler, gürültüyü, karışıklığı, gösterişi severler. Mertlik yoktur onlarda. Hiçbir şeyi insanın yüzüne konuşamazlar. Kalabalıklarda, tenhalarda dedikodu ve çekiştirme yollu konuşurlar. Şeytan ve dostlarının en büyük silahı, dedikodu ve çekiştirmedir. Ve onlar gerçekleri belirsiz ve kinayeli konuşurlar.

 

Şeytan insana nasıl musallat olup korku ve ümit verir?

 

Şeytan gaflet –uyku, duyu organlarının her şeyden kayıtsız kalması hali- anında veya nefsin bir günaha yönelmesi halinde insan bedenine girer. Girmesi, ısının vücuda yayılıp, kana karışmasından daha kolaydır. Şeytan, ateşten yaratıldığına göre hararetin kalbe yayılması çok basit ve bilinen şeydir. Kalbe yayıldıktan sonra, kalp de oluşturduğu yoğunlukla duyu organlarını harekete geçirir. Herhangi bir şeye karşı onu korkutmaya, kan basıncını hızlandırmaya başlar. Kişi,  kalbindeki bu korkunun farkına varıp, korkunun asılsız bir vesveseden ibaret olduğunu ve bu korkunun ALLAH’a karşı duyulan korkuyu bastırmaya çalıştığını anlayınca, hemen gafletten uyanırlar.

 

Gaflet anında musallat olan şeytan, şuur ehline yaklaşamaz. Ondandır ki, peygamber ve varislerinde gaflet hali oluşmaz. Onların uykusunun dahi ibadet olması bundandır. Çünkü onlar göz ve beyin olarak uyusalar da, kalpleri ALLAH’a açıktır. Gaflet, duyu organlarının eşya ve olaylardan kayıtsız kalma halidir. Bu hal, kişide olduğu sürece, kişi yürüyor, konuşuyor olsa da o kişi uykudadır. Kişi bazı zorunlu ihtiyaçlarını temin etse de, bu ihtiyaç denkleminde hareket etse de, gafildir. Gafiller, ihanet ve yalandan ve dolayısıyla korkudan uzak kalmazlar.

 

Şeytanın musallat olduğu kişiye bakılırsa şu haller görülecektir. Sürekli dalgınlık, unutkanlık ve yorgunluk hali. Kalpleri şeytanın tohumlarıyla o kadar çok çırpınmıştır ki, halleri gafletin resmi olmuştur. Bu insanlara ALLAH’ın ne ayet-i kerimesi tesir edebilir, ne başka bir şey. Bu insanlar namaz da kılıyor, oruç da tutuyor olabilirler. Fakat bu ibadetleriyle dahi gaflet içindedirler. Bunların beş duyu organı iptal olmuştur. Bunları gafletten uyandıracak şey, direkt gönül, Hak sözüdür. Bunlar Hak sözü duymaya başlayınca, başlangıçta kulaklarında bir uğuldama, sonrasında ise bir esneme oluşur. Kulaklarındaki uğuldama, şeytanın verdiği son ayartma, vesvese son tohumdur. İşte bu esnada gafil, saldırgan olur. Mekkeli müşriklerin tepkisi bundandır. İkinci halde ise, gafil, esner ve esneyişle şeytan dışarı çıkar. Bu aşamadan sonra gafil, gevşer ve rahatlar. Şeytanın baskısı kalp üzerinden kalkınca, kalp yumuşar ve Hak sözü içine alır.

 

Şeytan ümit ve korkuyu pekiştirir, sağlamlaştırır. Ümit korkunun zıddı bir hal değildir. Korkulan şeyden beklentiye girme halidir. Ümit, korkulan şeyin vaadine tam inanıp, o vaadin gerçekleşmesini bekleme durumudur. Bu bekleyiş onu tembelliğe, gevşekliğe ve durgunluğa sevk eder, ibadetten uzaklaştırır. Böylelikle kişi, korkudan uzaklaşarak gafletin pençesine düşer.

 

Zevk, şekil ve desen, giyimi belirleyen üç unsurdur. Burada renk zevki, desen zarafeti, şekil karakteri, kişiliği gösterir. Bu üç unsur bir araya geldiğinde, giyim ortaya çıkar. Dikkat edilirse bu üç unsur da nefs ile insanların kendi iç âlemleriyle ilgilidir. Yani kişiye göre değişebilen şeyler. Bunların taklidi olamaz. Şu şahıs şunu giyiyor ve ona yakışıyor diye aynısını diğer şahıs giyerse, ona yakışmayabilir. Aynı renk, desen ve şekilde giyinmek benzerliği doğurur. Ayniyetse [benzerlikse], insan fıtratına(yaratılışına) aykırıdır. İmtihanın hikmeti, ayrılığı gerektirmektedir. Zira zevk, nefs”e [istek duygusuna] hitap etmektedir. Mubah(haram edilmeyen şeyler) dâhilinde olduğu sürece, nefsi tatmin etmek gerekir. Zira nefsin de bir hakkı vardır ve ona zulüm edilmemelidir. Şayet nefs, mubah –serbest- çerçevesinde tatmin edilmezse isyan eder. Tatmin etmeme hali de ifrattır( aşırılıktır) ki, şeytan’ın işini kolaylaştırır. Zira o, insana ancak ifrat ve tefrit anlarında (aşırılık ve normalin altında)  yaklaşabilmektedir. Bugün Hıristiyanların tefrit ve ifrattaki hali de bunu göstermektedir. Emin olmadığı halde onların ruhbanlığı onları saptırmıştır. Çünkü ruhbanlık, nefs”e zulüm ve fıtrata aykırıdır. Rahip ve rahibelerin giyim kuşamı, cinsi lezzetten uzaklaşmaları. Hep ifrat ve tefritin sonucudur.

 

Renk zevke, zevk de nefs”e hitap eder. Nefsin aynı renkten zevk alması, nefsin ayrılıkçı olmasına aykırıdır. O sebeple, ne herkes siyah renge, ne gri renge, vs. giymeye zorlanamaz. Zaten asr-ı saadet’te de böyle bir şey yoktu. Yani herkesin aynı rengi tercihi. Bunlar sonradan çıkmadır –bidattir- ve bu bidatler zevki dondurmuştur. Her rengin ayrı zevki vardır. Bu ayrı renkler, nefs”e ait bir açıklamada bulunur. Misal: kırmızı renk şehvet ve gazabı, mavi ve tonları olan renkler hoşgörüyü, sarı renk hayal ve isteği, pembe renk hafifliği, ifade eder. Tüm renklerin bir nefsî açıklaması vardır. Burada kastımız; renkler üzerine derinlemesine açıklama değil, insanların tek renk giymeye zorlanamayacağıdır.

 

Giyim kuşamda ikinci unsur olan şekil, karaktere hitap eder. Karakter de akla bağlı bir cevherdir [esastır]. Şekil; giyim kuşamda tüm beşeri münasebetlere yansıyan bir şeydir. Akıl, fıtratı gereği daima düzen ve şekil meselelerini bilendir. Düzen ve şekil aklın, akıllı olmanın bir gereğidir. Mecnunların, meczupların (kendini bir şeye kaptırmış olanların), filozof ve dervişlerin –ki bunlar ya aklını yitirmiştir, ya aklı, akıllı yaşamayı kaile almıyorlardır- dağınık giyimleri sözümüze açıklık getiriyor. İnsanların akli seviyeleri, sosyal mevkileri aynı olmadığı için, aynı şekilde elbise giymek de doğru değildir. Tüm insanların pantolon gömlek giyip kasket taktıklarını hayal edersek, ortaya çıkan manzaranın hazmedilecek bir şey olmadığı görülür. Yine tüm insanların beyaz sarık takıp beyaz cübbe giydiğini hayal edelim. Ortaya çıkan manzara aynıdır.

 

Giyimde üçüncü unsur olan desen, zarafeti temsil edip ruha hitap eder. Kişinin hassasiyeti, inceliği giyimindeki desenlerde belli olur. Kaba saba giysiler kötü, pis ruhlu; narin, zarif giysiler, temiz ruhlu insanlarındır. Desenlerdeki geometrik, simetrik, kübik, tabii şekiller, hep ruhun arzu, şevk ve isteklerinin ifadesidir.

 

Giyimdeki -tesettürdeki- bu üç unsuru bir araya getirdiğimizde temizlik yoluna gireriz. Zaten örtünmeden maksadın necaseti setretmek, yani pisliği örtüp gizlemek ve bu sebeple temizliği gösterme olduğu bilinmektedir. Yani; necaset[pislik] örtünmeye, nezahet[temizlik] de açığa çıkarılmaya muhtaçtır. Aksine, örtünme değil, başka bir şey olur.

 

Ruh, zarafeti; akıl nezaketi; nefs, zafiyeti davet eder. Tesettürün maksadı da pisliği gizlemektir. Tüm bu sebepler birbirine o kadar bağlıdır ki, birini ihmal, diğerini durduruyor. Tesettür hayâya, hayâ imana delalet eder yani delil olur, yol gösterir. Aksi de, küfür ve en büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmeye delalet eder.

 

Zaman öyle hale şahit oluyor ki, belki şimdiye dek hiç bu kadar kötüsünü görmemiştir. Lut kavmini helak eden lutiliği[erkek erkeğe cinsel ilişki], bu ümmet de yapıyor, bir de lezbiyenliği ekliyor. Her yönden her yandan pislik yağıyor. Pislikten lezzet alma gibi bir gariplik meşru ve akla uygun görülüyor. Mümin, her zamanda olduğu gibi garip, mahzun.

 

İslam hukukunun sınırları belli. Erkeğin ve kadının mahrem ölçüleri de belli. Bize düşen, bu belirli çerçeve içinde giyinmek. Erkeğin giyimi, erkeği hafifletmeyecek, tiksindirtmeyecek şekilde olmalı. Vakarlı, edepli. Kadının giyim kuşamı da aynı şekilde. Şekli, rengi, deseni belirleyen, insanın kendisidir. Erkeğin giyim şeklini benzeteceği bir insan varsa, o da âlemlere rahmet olarak gönderilen Aleyhisselatu Vesselam Efendimiz’dir. Ne şu hoca, ne şu şeyh, ne bu adam, … Giyim kuşamımız, hayâmızı muhafaza etsin de nasıl olursa olsun.

 

Giyim ve kuşam, insanın cemiyet içerisinde rahatça yaşaması için zaruridir. Zira insan, cami’ bir varlık olmakla cemiyet kurmuştur. İnsana hediye edilen büyük bir lütuf olan akıl, beraberinde hayâyı  -imanı-  getirmiştir. Hayâ, insanı hayvandan ayıran tek unsurdur. Hayâ, tüm çirkinlikleri, pislikleri def’ eden bir nur ışıltısıdır.

 

Her şey zıddıyla mevcuttur. Hayâyı daha iyi idrak etmek için zıddı olan necasete başvurmak, yani anlamak lazım. Necaset, pislik olarak kabul edilip tanınmayınca, hayâ anlaşılmaz. Hayâ madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, bir mübarek hadisinde hayâ hakkında şöyle haber vermekte: ‘’iman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘la ilahe illallah’ sözü, en düşüğü yolda birine eziyet veren bir engeli kaldırmadır. Hayâ da imandandır’’  yani hayâ, bir sebep değil, sebeplerin sebebi olan ALLAH’a varmada, ALLAH’a ulaşmada bir gayedir. İman nurdur, zıttı ise zulümattır. Nurdan bir parça olan hayânın zıddı ise pislik, necasettir. Dikkat edilirse insanın en pis yeri, nefse en lezzetli gelen yerdir. Bu lezzet, ancak arzu şehvet anında oluşur. Şayet isteksiz, şehvetsiz bir şekilde o pis yerler görülse yahut hayal edilse, insanda bir tiksinti uyandırır. Yeri gelmişken şu hakikati de ifade etmemiz gerekiyor. Kişi, kendisinin yahut bir başkasının cinsiyet organını görmemeli. Zira organların pislik kanalı olması gözdeki nuru alıyor. Göz nurdur; cinsiyet organlarıyla zulümat. Bunlar birbirinin gece ile gündüz misali, zıddıdır. Birinin varlığı, diğerini yok eder. Gözden yüze hayâ yayılmıştır. Hayâ, insanın yüzündedir. Bu yüz, bütünüyle o pis yerlere yönelince, hayâ ve beraberinde olan iman gidiyor. Günümüzde hususiyle bu meselede haddi aşmalar olmuştur. Evliler buna çok dikkat etmelidirler.  Bakın, hayâ ve iffet madeni Aleyhisselatu Vesselam efendimiz, pak validemizi kastederek diyorlar ki: ‘’ne gördüm, ne gördü’’ gelen haber bu. Bu meselenin söylenmesinde dahi kullanılan belirsiz kelimelere dikkat edin. Zira ‘’söz insanın aynıdır’’ atasözü meşhurdur.

 

Hayâ ve örtünmeyi daha iyi anlamak için ilk insan Âdem Aleyhisselam’ın Cennet’teki kıssasına başvurmak lazım. Malum olduğu üzere Âdem ile Havva atamız, cennet’te sevinç ve neşe içinde yaşarlardı. İmtihanın hikmeti gereği, kendilerine bir meyve yasaklanmıştı. Batılı Hıristiyan kaynaklarına göre bu, ‘’bilgi ağacıdır’’ yani levh-i mahfuz’da yazılı olan bilgi, diğer adıyla, kader. Aksine, irfan ehlince bu ‘’fena ağacı’’dır. Mayası dünya ile aynı. Cennet’te her şey, dünyadakine zıt, karşı ve aykırıdır. Bu ağaç buğday ağacıdır. Buğday, bütün meyvelerin, sebzelerin özünü kendinde toplayan bitkidir. işte, şeytan’ın vesvese ve baştan çıkarmasıyla yenilen buğday, Havva validemizde bir ağırlık yapmıştı. Bu ağırlık pisliğin ağırlığıydı. Necaset, kendini hissettirince nur son bulmuş, son bulan nurla birlikte şaşma hissi doğmuştur. O an Havva validemiz ve Âdem babamız edep yerlerinin farkına varmışlardır. Edep yerleri, yani pis yerler. Orada bulunan cennet ağaçlarından birinin yaprağıyla edep yerlerini kapatmışlardır. Bu ağaç da, incir ağacıdır. ALLAH Kuran’da Bismillahirrahmanirrahiym: Ey âdemoğulları! Şeytan nasıl ki anne babalarınızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennet’ten çıkardıysa, sakın sizi de belaya uğratmasın. Sadakallahül-Azıym. [Araf Suresi, 27. ayet] buyurmuştur.

 

Hayâ, pislik ve çirkinliğin zıddıdır. Dünya ve cevheri olan ‘’fena’’, insan bünyesinde mevcuttur. İlahi hikmet gereği, nur ve zulümat insanda barınabilmektedir. Nurun yatağı kalp, zulümatın yatağı ise kalbin aşağısında bulunan mide ve mideye bağlı organlardır. Nefsin isteği, şeytanın baştan çıkarmasıyla dünya, yani mide, kalbe baskın gelebilmektedir.  Mide kalbe baskın gelirse, kalp zulümat yatağı olur. Bunun açık örneği, dünyevi herhangi bir istek kalbe yerleştiği zaman –ki dünyevi şeylerin tümü fenadır-  nur gider. Şayet atalarımız fena meyvesini yememiş olsalardı, zulümat insana hiç sirayet etmeyecek, insan necaseti tanımayacaktı. İlahi sırrın daha nice hikmeti vardır ki, bunu bizim kıt aklımız idrak edemez. Bu meselede edep haddini aşmamak lazım. Bilmemiz gereken, dünyada örtünmenin çok gerekli olduğudur. Zira insanda mevcut hayâ bunu gerektirmektedir. Necaset örtünmeye, örtünme hayâya işarettir. Ne Firdevs’te, ne cehennem’de örtü vardır. Zira orası tüm perdelerin açıldığı yerdir.

 

İnsanın yaradılışında var olan hayâ, temizliği, temizlik de örtünmeyi, gizlenmeyi şart kılmıştır. Örtü, bu yönüyle anlaşılınca bir mana ifade eder. Aksine, yine bir kışkırtma ve fitne sebebi olmaktan öteye geçmez. Bu örtünme, hem erkekte, hem kadında aynıdır. Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin getirdiği ölçüler, tüm kâinatı kapsar. Erkeğin ve kadının örtünme yerleri bellidir. Kim kime karşı sakınmalıdır, yoruma ihtiyaç kalmayacak şekilde açıktır. Erkeğin diz ve göbek dâhil göbek ve diz arası mahrem, kadının el yüz hariç tüm vücudu, şekil ve vücut hatları tanınmayacak, hissedilmeyecek şekilde mahremdir. Örtünmede esas, fitneye düşmemek ve düşürmemek. Nefs, cesede hâkim olunca, edep yerlerini açığa çıkarmak ister. Parmakla gösterilsin yahut kendisine iltifat edilsin diye.

 

İlahi her ölçüde bin bir hikmet fışkırmakta ve akıl bunu idrak, ceset hissedince aciz kalmakta. Bu acizlik, ALLAH’ın emirlerine itaat etmeye ve ibadete de yansıyor. ALLAH’ı şahit tutarak söylüyorum ki, hepimiz şaşkın şaşkın dolaşmakta, irademizle bir şey yapamamakta; aklı, hikmetin insanı aciz bırakan benzerini yapmaya kendini kaptırmış, cesedi felçli vaziyetteyiz.

 

Bu örtünme konusunda maksat anlaşılınca ALLAH’ın emirlerine itaat etme, yani kulluk doğacaktır. Şayet maksat anlaşılmazsa, sebebin karışık ve dolambaçlı yollarına takılıp kalınırsa, yapılan kulluk; azgınlığa, sapkınlığa, imansızlığa, yoldan sapan ve saptıranlara dönüşür. Sebep yumağı olan dünya hayatındaki bütün münasebetler bu tarz, gidiş üzerinedir.

 

Günümüzde bazen soytarıca, komik, bazen ürkütücü giyim kuşam halleri mevcut. Giyim kuşamda dikkat edilmesi gereken unsurlardan biri orta halliliktir. Yani ne kışkırtacak kadar şık, ne hor görülecek kadar dağınık olmamak lazım. Bu, hem kadın için hem erkek için geçerlidir. Zaten kadının zorunlu haller dışında sokağa çıkması, boy-pos göstermesi sakıncalıdır.

 

Tütün otunun kurutulup kâğıda sarılmasıyla elde edilen sigara, yakılarak, ağızdan nefes yoluyla çekilen bir içecektir. İçilen, sigaranın dumanıdır. Duman, önce ciğerlere, oradan kan yoluyla vücudun her tarafına, ayak parmaklarından kafatasına kadar sirayet eder. Kanın ulaşabildiği her yere duman ulaşır. Kalp ve beyne giden damarlar –atar ve toplardamarlar- ana damar olduğundan, bunların içinden geçen duman daha fazladır. Dolayısıyla etkisini en çok kalp ve beyine gösterir. Tıbben hafif tesirli uyuşturucu olduğu tespit edilen dumanın, kalp ve beyin hücrelerini uyuşturduğu kesindir. Bütün yiyecek ve içeceklerde olduğu gibi mide, nikotinin depolandığı yerdir. Depolanan nikotinin fazlalığı, bağırsaklar yoluyla dışarıya atılır.

 

Nikotinin yakıcılık özelliği hücrelerde oluşan yağı eritir. Hücreler, yağdan meydana geldiğinden ölürler. Sanıldığı gibi alışkanlık nikotinden kaynaklanmaz. Alışkanlık, sigaranın içiş şeklinden kaynaklanır. Bu şekil ve hevesten olup, değişebilir. Alışkanlıkların tümü hevestendir. Hevesler –nefs”ten kaynaklanan istekler- zamanla değişebilir.

 

İnsan kalbi, şuurun merkezi olması bakımından nur ve karanlığa[zulümata] açıktır. Nur ve karanlık[zulümat], kalbe damla damla geldiği için, aynı nispette de çıkar. Nur, aydınlığı temsil ederken, karanlık [zulümat] karanlığı temsil eder. Nura boğulmuş bir kalp, ALLAH’ın lütuf ve ikramına sahip olur. Karanlıkta [zulümatta] ise şeytanın kölesi, kulu olur. Nikotin zehri, nuru damla damla yakar. Geriye yalnızca karanlık [zulümat] kalır. insan, kalp ve bedeniyle şeytanın bir emir kulu olur.

 

Nurun sinmediği bir kalp, mutlaka zıddı olan karanlık [zulümat] ile doludur. Böyle bir kalp de şeytan ve yardımcıları taht kurar. Şeytanın gıdası, malum ve meşhur habere göre; hayvan pisliği, insan artığı, kemik, kül ve pis olan her şeydir. İnsan vücuduna giren temiz yiyeceklerden şeytan ve yardımcıları nefret eder. Onların sevdiği, pis ve zararlı şeylerdir. Nikotin, şeytanın en sevdiği gıdalardan birisidir. Bu gıda, midede olduğu sürece şeytan ve yardımcıları insan vücudundan dışarı çıkmaz.

 

Sigara dumanı ve zehri ile beslenen şeytan, midede ikamet ederek insanı yönlendirir. Tiryaki, sigaraya devam ettiği sürece bu şeytan -cin- vücutta kalır. Dünyevi ve Batınî birçok hastalıklara sebebiyet veren bu cin, ilim, iman ve amele musallat olur.

 

Sigara dumanı, içerdiği nikotin zehri ile beynin ilme yoğunlaşmasına mani olur. Sigara içenlerin ‘’efkâr dağıttım, efkâr dağıtalım.’’ dedikleri, gerçek bir açıklamadır. Efkâr fikir demektir. Fikir, asaletli olur gerçekte merdiveni temsil eder. Fikir olmayınca ilim olmaz. Fikir, akıl yürütme kuvveti olup, hak ile batılı birbirinden ayıran bir hâkimdir. Bu kuvvet olmayınca hak ile batıl birbirine karışır ve ‘’ En büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etme’’ oluşur.

 

İnsan vücudunda sürekli kalan şeytanın, kalpteki fikir ve ilhamı bozarak vesvese vermesi en büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmenin başlangıcıdır. Vesveseli bir kalp, başkasından korkmaya, başkasından ümit etmeye, başkasını büyük tanımaya başlar. Vesvese, imanı bozan şeytani tohumlardır. Paranoya, şizofren, fobi, halisünasyon ve ilizyon gibi psikolojik klişeli birçok hastalık, şeytani vesveselerin doğurduğu bozukluklardır. Şeytan efkârı dağıtan, ilhamı kaldıran, imanı bozup kuruntuları, yersiz korkuları bir numaraya oturtandır. Bu şeytan, midede sabitlenip kalp de kurulurken eûzu billâh’tan korkup kaçmaz. Çünkü eûzu billahi ayet-i kerimesi dıştan gelen şeytana karşı bir sığınaktır. Kalenin içinde, kumanda köşkünde oturan şeytan bununla dışarı çıkmaz. Bunun çıkışı ancak vücuttan şeytanı kovmaktır. Eğer bu devam ettirilmezse kendisi kaçar, devam ettirilen bir bedene sığınır. Bu şeytan kalp de, bedenin kumanda köşkünde olduğu sürece bedenin bütün organları bunu över; bunu büyük bilir. Çünkü onun vereceği sahte korkuları beden büyültür, tembelliğe, gevşekliğe ve lezzete de dil şükreder.

 

Sigara müptelası olan en büyük günah olan Allah'a (C.C.) ortak kabul etmekten uzak değildir. Bedeni, kalbi ve dili pistir. İman temizdir, pisliği kabul etmez. Pis olan bir kalp ile dua etse,  duasına cevap verilmez. Çünkü ALLAH temizdir. Temiz olan, pisin çağrısına cevap vermez.

 

İman ile gafletin kalbe damla damla girip damla damla çıktığı malumdur. Gaflet girdiği an, iman çıkar ve insan günaha girip mutlaka bir günah işler. Arkasından tövbe edip, gaflet gider ve iman nuru girer. Gaflet ateşten olduğu için, yani ateşin simsiyah dumanı şeklinde olduğu için giriş ve çıkışı süratlidir. İman ise nurdan olduğu, nurun ise serin olduğu malumdur. Serinliğinden dolayı imanın giriş çıkışı yavaştır.

 

Sigara dumanının damarlarda dolaştığı an, nefs bunun lezzetine kulak verdiği an, pislik haline girer. Bu andan itibaren nefs ile birlikte şeytanın baştan çıkarmaları, azdırmaları, vesveseleri başlar. Sigaranın etkisi bittiği an, iman tekrar kalbe girmeye başlar. Her sigara tanesinin bitiminde,  izmaritin atılıp ayaklar altına alındığı andan itibaren bütün tiryakilerde oluşan pişmanlık hali malumdur. İşte bu pişmanlık hali imandan olup nuru davet eder. Nur ile gafletin değişimi, her sigara tanesinin yakılmasıyla devam eder. Nefs nikotini arzularken şeytan, karnını doyurur. Karnı doyunca kalbe korku ve ümide ait birçok tohum eker. Her sigara tanesi şeytanı damarlarda yaşatmaya devam eder.

 

Sigaranın içinde 5000 civarı zehirli madde bulunmaktadır. Genelde sigaranın içinde bulunan nikotin maddesinin bağımlılık yaptığı bilinir. Aslında sigarada bağımlılık yapan bir madde bulunmamaktadır. Ne komik değil mi? o zaman neden kimse bırakamıyor?  Sigaranın içinde bulunan ‘’akineton’’ adlı madde sinir damarlarını yıpratarak, hissizlik uyandırır ve tahribata sebep olur. Sinirlendiği zaman sigara içmek isteyenler sigarayla sakinleştiğini zanneder. Ama daha fazla içer. Bunun sebebi içinde bulunan ‘’akineton’’ maddesinin sinir damarlarına uyarı göndererek gerilmesine ve yıpranmasına neden olmasıdır. Böylece daha da sinirli hale geliriz. akineton maddesinin etkisinden kurtulmak için tıbbı olarak birçok ilaç piyasaya sürülmüş günümüzde. Aslında bunların hiçbirine gerek yok. Sigaradan kurtulmak için sinir damarlarını yenilemek ve yumuşatmak için vitaminler kullanılabilir. Sigara müptelası olduğunu düşünenler b1+b6 vitamini   (+b12 vitamini de olursa daha faydalı olur) kullanarak bu beladan kurtulabilir. Öyle yüksek bir miktar ödemek zorunda da değilsiniz bu vitamin için. Bir paket sigara fiyatına 30 tabletlik b1+b6 vitamini bütün eczanelerde satılıyor. Yan etkisi olup olmadığını eczanelerden öğrenebilirsiniz. Yalnız sigarayı bıraktıran ilaç diye soracak olursanız, bilmedikleri için ya da bu konuda bir açıklama olmadığı için öyle bir etkisi olmadığı söyleyeceklerdir. Günde bir tablet/tok karnına. Sinir damarlarınızın yıpranmasına ve vücudunuzun direncine göre etki etme zamanı değişebilmektedir.

 

Ama zaten sağlam bir iradesi ve sağlam bir imanı olanlar için bu konuda tıbba ihtiyaç duymamamız gerekir hepimizin. Hepimizin.

 

İnsan bedeninde iki organ bulunmaktadır ki, biri dünyayı, diğeri Ahireti temsil etmektedir. Bunlardan biri bozulunca, diğerinde aşırı derecede bağlılık bulunur. Biri bozulunca diğeri etkilenir. Bu etki, basit olmayıp aksine büyüktür. Bu organlar kalp ve midedir. Mideye giden herhangi bir gıda parçası bedenin kumandanı olan kalbi etkiler. Asıl olan kalptir, diğer tüm organlar kalbe oranla, tafsildir, yani kalbi açıklayan ve beyan edendir.

 

Şarkı-türkü, asıl itibarıyla haramdır. İmam-ı Rabbani Faruk Serhendi ‘’şarkı söylemek haramdır. Şarkı-türküden zevk duymak haramdır. Müzik yapanı, şarkı, türkü söyleyeni beğenmek, sevmek küfürdür’’ diye buyurmuşlardır.

 

Alenen haram olan mesele, günümüzde o kadar basite alınmış ki; neredeyse helal seviyesine indirilmiştir. Şarkı, türkü gibi tüm müzikler, içeriği ne olursa olsun, yapısındaki ses gereği, haramdır! Bazı kıt akıllıların zannettiği gibi sözlerindeki çağrışımdan değil, kendiliğinden sesteki tınıdan dolayı haramdır. Şiirle kıyas yaparak şiirin içeriğini haram-mubah ölçüsünü dikkate alarak şarkı-türkü gibi ezgiyle söylenen sözleri de aynı ölçüye koyanlar olmuştur. Yanlış ki yanlış. Müzikte ezgidir asıl olan. Bu ezgidir ki, kulakta direkt olarak kalbe yayılıp bozuyor. Müzikte şiirden başka bir söyleniş vardır ki kalbi şiirden daha çok etki altına alıyor. Etkiden kastın, güçsüzlük olduğu bilinmelidir. Evet, müzik kalbi güçsüzleştirip, süratle istenilen yöne çekiyor. İçeriğindeki kadın, gurbet, ayrılık, ölüm, aşk, vuslat, hasret, ortaya çıkan ne olursa olsun, ezgisindeki ağırlıktan, etkiden dolayı hemen kalbi o yöne çekiyor.

 

Kulak, göz ve diğer tüm duyu organları dâhil, hepsinden daha etkilidir. Sebebi, kulağın beyin ve kalbe giden damarları daha faal ve yakın oluşudur. Bundan dolayı şahadet kelimesi göze ve diğer organlara hitap etmez, ama kulağa hitap eder.

 

Müzikten lezzet alan bir kalp, Kuran’dan lezzet alamaz. Müzik dinleyen bir kulağa Kuran tesir etmez. Müziğe âşık olan bir kalp, Kuran’ın müjdelerini ve uyarılarını anlayamaz.

 

Herhangi bir şarkıcının, herhangi bir kasetini satın alan insan, bilsin ki ALLAH’ın şu ayetine muhatap oluyor:

Bismillahirrahmanirrahiym. Bayağı insanlardan kimi de vardır ki, bilmeyerek ALLAH yolundan saptırmak ve onu alaya almak için laf eğlencesi satın alırlar. İşte bunlara alçaltıcı bir azap vardır. Sadakallahül-Azıym.

[Lokman suresi, 6. ayet]

 

Hiçbir tefsire gerek olmaksızın bu ayetin müziğe ait olduğu apaçık bellidir.  Keşif ve araştırma âlimlerinin ortak görüşleri doğrultusunda verdikleri haberdir. Ayrıca müziğin, bütün semavi dinlerce haram olduğu kesin bir gerçektir.

 

Ey müzikten lezzet almaya alışmış kulak ve müziğin ezgisine tutkun kalp, bilmelisin ki sam yeli nasıl yaprakları kurutur ve döker, müzik de aynı şekilde sizi öldürmektedir. Müzik, şehvet, isyan, keder ve gam duygularını körüklemekten başka bir işe yaramaz. Müzik, şeytana dostluktur.

 

Mideyi azdıran, bozan şey, kola ve gazlı içeceklerdir. Midenin, kumandanı olan kalbe bağlılığı malumdur. Gazlı içecekler de, içeriğinde olan etil alkol veya kafein gibi değil sonucundaki çirkinlikten ötürü caiz değildir. Midenin tıka basa doldurulması zaten israftır. Bu içeceklerin kullanılması da tıka basa olan midenin hazmını kolaylaştırması içindir. Ayrıca, içeceklerden çıkan gaz, ağızda geğirmelere sebep olmaktadır. Gıdanın bereketi zaten gazdadır. Bunun, aşağıdan yahut yukarıdan içecekler vasıtasıyla geğirerek veya yellenerek çıkması, hangi akla ve dine hoş gelir? Şu yahut bu marka içecek değil, işlevi tiksindirici olduğu için mekruhtur. Herkes tecrübeyle tasdik etmiştir bu hakikatleri. Geğirmeye sebep olması dahi onun tiksindirici olduğunu gösterir. Geğirme de bütün dinlerce yasaklanmış, özellikle İslam dininde ALLAH’tan af dilemeye sebep olmuştur.

 

Şimdi günümüzde kullanılan gazlı içeceklerden kola ve diyet içecekler hakkında bazı bilgileri paylaşalım:

 

Diyet kola

 

Kola kutularının üzerindeki "soğuk içiniz" yazısı lezzet için yazılmamış. Aşağıda diyet kola hakkında bir yazı var. Olay ABD’de geçiyor. Ancak bildiğiniz gibi Türkiye’de de birçok kişi diyet Pepsi ve diyet Coca Cola içiyor. Siz de içiyorsanız okuduktan sonra fikrinizi değiştireceğinizden eminim.

 

2001 yılı ekim ayında kız kardeşim çok hastalandı. Mide spazmları vardı, dolaşmakta zorlanıyordu, yürümek ise başlı başına bir sorundu. Sadece yataktan kalkması bile onu tüketiyordu, o kadar çok ağrısı vardı.

 

2002 yılı mart ayında biyopsiler alındı ve 24 değişik ilaç almaya başladı. Doktorlar kendisinde ne olduğunu bulamıyorlardı. O kadar çok ağrısı vardı ve o kadar hastaydı ki, ölmekte olduğunu biliyordu. Hazırlığa başladı. Evini, banka hesaplarını, yaşam sigortasını ve diğer şeylerini en büyük kızının adına kaydettirdi ve küçük çocuklarının en büyük kızı ile birlikte olmalarını sağladı. Son bir keyif yaşamak istiyordu, böylece 22 Mart günü (tekerlekli iskemlede olmak kaydıyla) Florida’ya gitmeyi planladı. 19 Mart günü testlerinin nasıl geçtiğini öğrenmek için kendisini aradım. Testlerde bir şey bulunamadığını, ama kendisinde MS(multiple skleroz)olduğunu düşündüklerini, söyledi. Çok şaşırdım, sonra bir arkadaşımın bana e-mail olarak gönderdiği bir yazıyı hatırladım ve ona sordum:

"diyet içecekler içiyor musun?" "evet" dedi, o anda da bir tanesini açıp içmek üzere olduğunu söyledi, açmamasını ve diyet meşrubat içmemesini söyledim, bahsettiğim yazıyı e-mail ile kendisine gönderdim. Telefon konuşmamızdan 32 saat sonra beni aradı, diyet meşrubat içmeyi bıraktığını ve yürüyebildiğini, merdiven çıkabildiğini ve adale spazmlarının kaybolduğunu söyledi. İyileşmemişti, ama kendisini kesinlikle çok daha iyi hissediyordu. Makaleyi doktorlarına göstereceğini ve eve dönünce beni arayacağını söyledi. Beni aradı, doktoru çok etkilenmişti ve diğer MS hastalarını arayarak suni tatlandırıcı (aspartam) kullanıp kullanmadıklarını soracağını söylemişti. Bir kabuğun içinde diyet meşrubat içindeki 'aspartam' maddesiyle zehirleniyordu ve yavaş yavaş ölüyordu.

22 Mart ta Florida’ya giderken tek bir hap almıştı -bu da zehirlenmeye karşı olan haptı- iyileşme yolundaydı ve yürüyebiliyordu!

Tekerlekli iskemle olmaksızın!

Bu makale hayatını kurtarmıştı.

Hayat kurtaran makale:

Etikette "şekersiz" yazıyorsa asla kullanmayı düşünmeyin bile! nutra sweet', 'equal' ve 'spoonful' markaları ile pazarlanan ‘’aspartam" hakkında dünya çevre konferansı'nda birkaç gün konuşma yaptım. EPA'ya yönelik bir yazıda 2001 yılında Birleşik Amerika’da multiple sclerosis ve sistemik lupus salgını olduğu, hangi zehrin bunun yaygın hale gelmesine neden olduğunun anlaşılamadığı belirtilmişti. Ben ayağa kalktım ve tam bu konuda bilgi vermek istediğimi söyledim. aspartamın neden bu kadar tehlikeli olduğunu açıklayayım:

bu suni tatlandırıcının ısısı 86ºf(30ºc. 1fahrenheit 1.8 cantigrad derece. 32ºf 0ºc) seviyesine ulaşınca, içindeki metil alkol, formaldehite, sonra da formik aside dönüşüyor, bu da metabolik asidosise yol açıyor. metanol zehirlemesi diğer koşulları açısından multiple sklerosise benziyor. Doktorlar insanlara yanlışlıkla multiple sclerosis teşhisi koyuyor. MS ölüme yol açmazken metanol zehirlemesi öldürücü oluyor!

(şişelerde, kutularda "soğuk içiniz" yazılıdır. Devamı şöyle olmalıydı: "soğuk içmezseniz zehirlenirsiniz.") sistemik lupus da neredeyse en az multiple sklerosis kadar yaygın hale geldi, özellikle diyet Coke (Coke, Coca Cola'nın tescil edilmiş ikinci adıdır) ve diyet pepsi içenler arasında! Kurban genellikle suçlunun aspartam olduğunu bilmiyor. Kullanmaya devam ediyor, lupus da artık yaşamı tehdit edecek düzeye ulaşıyor. Diyet içecekleri bıraktıktan sonra sistemik lupus hastalarının asistematik hale geldiklerini gördük. multiple sclerosis teşhisi konan hastalarda (aslında bunlar metanol zehirlenmesi hastaları idi) semptomları çoğu kayboldu. Görüş yeteneğinin geri kazanıldığı ve işitme duyusunun önemli ölçüde iyileştiğini gördük. bu Tinnitus vakalarında da geçerli idi. bir konuşmamda "aspartam kullanıyorsanız (nutrasweet, equal, spoonful vs.) ve fibromalji, spazmlar, ani ağrılar, bacaklarınızda uyuşma, kramp, vertigo, bulantı, bas ağrıları, tinnitus, eklem ağrısı, depresyon, endişe atakları, bozulan konuşma, bulanık görüş veya hafıza kaybı semptomlarından şikayetçiyseniz muhtemelen aspartam hastasısınızdır. Konuşma sırasında ayağa kalkan kişiler "bu semptomlardan bazıları bende de var. Bundan kurtulmak mümkün mü?" diye sordular. Evet! Diyet meşrubat içmezseniz ve gıda etiketlerinde yazılı aspartam kelimesine dikkat ederseniz, evet! Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bir yabancı Bay Espisto'ya (konuşmacılarımdan biri) ve bana geldi ve "neden bu kadar çok insanın MS derdi olduğunu bana söyleyebilir misiniz?" dedi. Bir hastaneye yaptığımız ziyaret esnasında bir hemşire ağır diyet Coke bağımlısı olan altı arkadaşının tümünde MS sorunu olduğunu söylemişti. Bu tesadüfün ötesinde bir durumdu! Diyet Coke ve diyet Pepsi vs.

 

Diyet kola bir diyet ürünü değildir! Kongre raporuna göre karbonhidrat birikimine neden oluyor ve sizi şişmanlatıyor. Formaldehit yağ hücrelerinde depolanıyor, özellikle kalça ve basenlerde birikiyor. Dr. Roberts, bir kez bu ürünleri bırakınca ekstra spor vs yapmaksızın deneme süresi içinde 19 kilo kaybeden hastası olduğunu belirtiyor. Aspartam özellikle şeker hastaları için tehlikeli. Hastalarında retinopati olduğunu düşünen hekimlerle konuştuk, aslında hastalarındaki semptomların nedeni aspartamdı. aspartam kan şekerinin kontrolden çıkmasına yol açıyor.  Bu nedenle şeker hastası proteinde bulunan diğer amino grup asitler olmadan aspartic asit ve fenilalanin maddelerinin nörotoksik hale gelmesi nedeniyle hafıza kaybından şikâyet ediyor. aspartic asit ve fenilalanin kan beyin bariyerini aşıyor ve beyin nötronlarını harap ediyor, şeker hastalarında (şeker hastası olmayan hastalarda da) çeşitli tipte beyin hasarı, nöbet hali, depresyon, manik depresyon, panik ataklar, öfke ve şiddete neden oluyor. (körfez savaşında savaşan kadın ve erkeklerin tükettikleri binlerce diyet coke ve diyet pepsi içinde bulunan aspartam iyi bilinen körfez savaşı sendromu'nun nedeni olabilir)

 

(bu birinci IraQ savaşı) Dr. Roberts doğum arızalarına yani gebe kalma ve ilk gebelik döneminde tüketilmesi halinde zekâ geriliğine neden olabildiği konusunda uyarıyor. Çocuklar özellikle nörolojik bozukluklar açısından büyük risk taşıyorlar ve nutrasweet (yapay tatlandırıcı) kullanmamaları gerekiyor. nutrasweet'e bağlı olarak çocuklarda görülen nöbet hali ve diğer bozukluklara ilişkin çeşitli hasta bildirebilirim. Maalesef anneleri çocuklarındaki bozukluğun aspartama bağlı olduğu konusunda ikna etmek her zaman kolay olmuyor. Ancak deneme-yanılma metodu ile diğer anneleri çocuklarının sağlığını ellerinde tuttukları konusunda uyarabiliyor. Şeker metabolizmasına (ki şeker hastaları için ideal) yardımcı olan ve suni tatlandırıcı olmayan tatlı bir bitki olan stevia FDA tarafından onaylanan bir diyet ürünüdür. MONSANTO'ya bağlı olduklarından FDA yıllarca bu tatlı gıdayı göz ardı etti.

 

Bu konuda mevcut literatür:

excitotoxins: the taste that kills [öldüren tat] Dr. Russell Blayblock  (health press) ve Defence Against Alzheimer's Disease [Alzheimer hastalığına karşı savunma] Dr. H. J. Roberts. Dr. Roberts aynı zamanda bir diyabet uzmanıdır. Bu iki hekim aspartamın öldürücü etkisini gösteren hastaların yer aldığı bir çalışmayı internette yayınlayacaklar. American College Of Physicians Konferansı'na göre "bu ölümcül zehrin neden olduğu nörolojik hastalıklar salgınından bahsediyoruz." sorun bu: Aspartamın 100 farklı üründe bulunduğuna dair kongre tezleri mevcut. İlk tezden sonra peş peşe iki tez sunuldu, ama bir faydası olmadı. Hiçbir şey yapılmadı. İlaç ve kimyasal madde lobilerinin cepleri çok dolu. Bu madde halen beş binden fazla üründe bulunuyor ve hastalar tükeniyor! aspartamın üreticisi olan Monsanto'nun bunun ne kadar öldürücü olduğunu bildiğinden eminim. Birçok kuruluşun yanı sıra Amerikan Diyabet Derneği, Amerikan Diyetetik Derneği, Amerikan Tıp Fakültesi Konferansı'na fon sağlıyorlar. Bu New York Times gazetesinde yayınlandı, ama bir faydası olmadı. Bu dernekler herhangi bir katkı maddesini tenkit edemiyorlar veya Monsanto ile bağlantılarını açıklayamıyorlar çünkü gıda sanayinden para alıyorlar ve ürünlerini desteklemek zorundalar.

 

Senatör Howard Hetzenbaum tüm bebek, hamileler ve çocukları aspartamın tehlikeleri hakkında uyaran bir yazı yazdı. Bu yazıda toplumda mevcut sorunlar (nöbet halı, beyin kimyasında meydana gelen değişiklikler, nörolojik ve davranış bozuklukları; semptomlar) hakkında yapılan bağımsız çalışmalar da yer alıyordu. Bu yazı güçlü ilaç ve kimya lobileri tarafından yok edildi, böylece herhangi bir şüphe taşımayan insanlar hastalık ve ölüm karşısında çaresiz kaldılar.

 

Coca Cola'nın son oyunu:

—Turkuaz/Damla Gerçeği-

Dün gece eve dönerken su almak üzere markete uğradım.

"Görevliye şöyle sordum: 1,5 litre su var mı? Ama Turkuaz/Damla dışında lütfen"

 

Turkuaz/Damla çıktığından beri bu şekilde su alıyordum artık. Para verip kötü su içmeye hiç niyetim yok. Marketteki adamın dediklerini aynen aktarıyorum:

 

’Ben o sudan satmıyorum. inan ki gelen müşteriden onda dokuzu senin söylediğin şeyi söylüyor" peki neden halen daha satıyorlar diye sordum. Turkuaz/Damla suyu, marketlere bedava veriliyor. Satarsan kâra geçiyorsun, satmazsan öylece duruyor. Ama ben satmıyorum, çünkü alan yok".

 

Uzun söze gerek yok; hiç kimse almazsa, hiç kimseye satamazlar.

Lütfen okuyun, okutun! Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Türkiye’de bazı şişeli içme suları doğal kaynak suyu değil. Doğal kaynak sularında devlete para ödemeniz gerekiyor, + bu tesislerin yatırım maliyeti çok yüksek. Dolayısıyla, mesela Coca Cola ne yaptı? Uludağ’dan kaynak suyu araştırmalarında maliyetleri yüksek bulduğu için Bursa/Kestel deki Coca Cola fabrikasında, derin kuyu pompalarıyla ovanın suyunu çekerek bunu da  tersosmos'dan geçirip filtre ederek hem Coca Cola meşrubatını hem de Turkuaz/Damla'yı şişelemeye başladı. Turkuaz/Damla’nın etiketinin üst ve altındaki kahverengi şeritlere dikkat edin. Sofra içeceği yazar. Devlet, Coca Cola'nın uyanıklığını kanuna uydurmak ve uyanıklığa yapılacak itirazları bertaraf etmek için böyle bir kural çıkardı. Binlerce dönümlük tarım arazisinin bulunduğu ve Coca Cola hariç hiç bir işletmeye derin kuyu pompası çakma izni verilmeyen Kestel ovasında, yeraltından çekilen su, filtre edilip daha sonra içine bazı mineraller katıldıktan sonra Türkiye’nin en ücra kasabalarında bile satılıyor ve içiliyor. Bazı yazlık kasaba ve köylerde neredeyse Turkuaz/Damla harici içme suyu bulamazsınız. Çünkü dağıtım ağı çok güçlü. Bayilere baskı bile olduğu yolunda duyumlar aldım. Turkuaz/Damla içmeye devam edecekseniz, unutmayın. Yapay bir su içiyorsunuz. Duyarlı bir vatandaş olarak konuya dikkatinizi çekerim. Her tarafı doğal kaynak sularıyla dolu memlekette, millete kuyu suyunu zorla ve de üstüne para alarak içiriyorlar.

[Yardımcı Doçent Doktor Cemalettin CAMCI, Fırat Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı]

 

Not: Bursa gibi sanayileşmenin ve tarımın yoğun olduğu bir bölgede Coca Cola’nın kuyu pompaları ile çektiği taban suyuna başta tarım ilaçları olmak üzere ne tür kimyevi ve kanserojen maddenin karıştığını ve tersosmos yöntemi ile bu maddelerin ne oranda arıtıldığını lütfen iyi düşünün.

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse onlardandır. Şüphesiz ki ALLAH zalimler güruhunu hidayete erdirmez. Sadakallahül-Azıym

[Maide Suresi, 51. ayet]

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Sen onların dinine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. Sadakallahül-Azıym.

[Bakara Suresi, 120. ayet]

 

Bismillahirrahmanirrahiym. ALLAH katında din İslam’dır. Sadakallahül-Azıym.

[Al-i İmran Suresi, 19. ayet]

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Ey iman edenler! Benim düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Sadakallahül-Azıym.

[Mümtehine Suresi, 1. ayet]

 

Coca Cola’nın değişik Yahudi bölgelerindeki reklâmı…

Coca Cola iç, İsrail’e destek ol!

 

Biliyor muydunuz?

 

Firma karının tamamının İsrail ordusuna aktarıldığını.

 

Dünyada en çok Coca Cola sevenlerin Müslümanlar olduğunu.

 

Belçika da Sağlık Bakanı Luc Van Den Bossche'nin Coca Cola 'nın şişe veya kutulardaki tüm ürünlerinin piyasadan çekilmesini emrettiğini. Ve bakanlığın, Coca Cola ürünlerini içen kişilerde ciddi zehirlenmeler görüldüğünü belirterek, Coca Cola' nın içinde kandaki alyuvarların erimesine neden olan ve kansızlığa yol açan 'hemolyse' maddesinin bulunduğunu açıkladığını.

 

Coca Cola ambleminin tersinden Arapça okunuşu! “La Mohammed la Mecca!” Muhammed yok! Mekke yok!

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır. Sadakallahül-Azıym.

[Nisa Suresi, 101. ayet]

 

Bismillahirrahmanirrahiym. Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler. Sadakallahül-Azıym.

[Bakara Suresi, 217. ayet]

 

Coca Cola’nın diğer kolalardan farkı olan bir tadı olduğu ve bu yüzden birçok kişi tarafından tercih edildiği gerçeğini biliyoruz.

 

COCA COLA SIRRINI AÇIKLADI!

 

Az sonra okuyacağınız bilgiler insanın kanını donduracak cinsten. Yıllardır nasıl uyutulduğumuza ve sağlığımızla nasıl açıktan açığa vicdansızca oynandığına şahit olacaksınız. Sıkı durun, yorumu tamamen size bırakıyorum.

 

Türkiye’de, hatta dünyada ilk kez 15 Eylül 2006 günü Coca Cola’ya karşı, içeriğini açıklaması için Antalya Tüketici Mahkemesi’nde dava açıldı.

 

Açılan davada, merkezi Atlanta’da olan ve 1886 yılında Eczacı Dr. John S. Pemberton tarafından faaliyete geçen, daha sonraları da Amerikan-Yahudi dostluğunun güzel bir örneği olan Coca Cola, 120 yıllık geçmişi ile “dünyanın hiçbir yerinde hiç kimseye açıklamam” dediği sırrını açıklayacak mıydı? 19 Mart 2007 tarihinde açılan davanın 3. duruşması yapıldı.

 

Sıkı durun şimdi. Bu, “dünyanın hiçbir yerinde hiç kimseye açıklamam” denilen gizli sır açıklandı ama Türkiye’deki ve dünyadaki çoğu basın-yayın organları çok fazla ciddiye almadı. “O büyük bir kuruluş, uğraşılmaz” anlayışı, davanın nedenlerinin mercek altına alınmasına engel oldu. Ayrıca düşünsenize o TV kanalları 20-30 saniyelik kısacık reklamlar için milyon dolarları ceplerine indirirken ve onca insan bu pastadan nemalanırken, neden bir belgesel veya bir haber programında size kolanın insana verdiği bu tiksinilecek zararları anlatsınlar ki?

 

Evet. Ne de olsa Coca Cola’nın büyük oranda reklam bütçesi var. Hadi uğraş bakalım uğraşabilirsen. Ama unutmayın ki o şirketleri bu noktaya getirenler gene biz tüketicileriz. Bir kerecik kola almakla ne olur ki demeyin, hayatınıza bir daha kolayı sokmayın ve bunu da çocuklarınıza anlatın bakalım o zaman da bu şirketler hala büyümeye devam edebilecekler mi?

 

İstedikleri her türden “değerler” ile oyun oynayacaklar. Ayıbı kendileri yapacak, fakat siz yalnızca tüketici olacaksınız. Sesinizi çıkartmayacaksınız. Soru sormayacaksınız. Kısacası aptal yerine konulacaksınız! Ne kadar vahim bir durum değil mi? Oysa bu sahtekârları göklere çıkarmak da, yerin dibine sokmak da aslında hep biz insanların elinde. Bunlar neden mi sahtekâr? Neden mi bu kadar ağır konuşuyoruz? Az sonra bunların neden sahtekâr olduğunu ve cicili bicili gözüken kolanın aslında ne olduğunu çok iyi anlayacaksınız!

 

Sıkı durun, gözlerinizi dört açın ve lütfen artık aptal yerine konulmayın! İşte Coca Cola’nın gizli sırrı:

Coca Cola özütü diye gizli tutulan formül aslında bir böcek çeşidinin [Cochineal] ezilmesi ile elde edilen sıvıdır.

 

Cochineal; Kanarya adalarında ve Meksika’da yaşayan bir böcektir. Doğal ortamında çoğaldığı gibi kültürel olarak da yetiştirilmektedir.

 

Kaktüs bitkisine kene gibi yapışarak hayatını sürdürür.

 

Bu böcekler ve larvaları, Meksikalı köylüler tarafından toplanır. Bu böceğin dişilerinden veya yumurtalarından çıkartılan bir boya pigmentine “Karmin” denir. Cochineal böceğinin kurutulmuş hali kuru üzüm gibidir, böcek kurusu! Köylüler tarafından kurutulur, ve dövülür. Köylüler; kendi ihtiyaçları için Aztekler’den kalma klasik yöntemlerle, böceğin özütünden dünyanın en güzel renklerinden biri olan, “Carmine”i üretirler.

Aztekler ve Latinler, böcekten elde edilen bu boyayı, ip boyamada kullandılar(!)

 

Ezilerek suyu çıkarılır. Öyle güzel bir renge ve farklı bir tada sahiptir ki, insanlar bu pisliği içtiklerinde içlerinde büyük bir rahatlama hissi bile duyarlar. Daha da kötüsü bu madde, fazla miktarda alındığı takdirde tıpkı uyuşturucu gibi yüksek oranda bağımlılık yapmakta ve insanı uzun vadede içten içe çürütmektedir. İçinizden hala inanmak gelmiyorsa çok kısa bir deneyle anında ikna olabilirsiniz. Hemen kasaptan birazcık kırmızı et alın ve üzerine kolayı dökün. Fazla değil, 5-10 saniye sonra etin nasıl kömürleştiğini hayretle izleyeceksiniz. İkna olmayanlardan ise isteğimiz şudur ki: Siz kola içmekte tabiî ki serbestiniz fakat en azından çocuklarınızın o körpe midelerinin buna dayanamayacağını iyi bilin ve hiç olmazsa onların kola içmesine engel olun!

 

Bütün kolaların özütü bu maddedir! Hangi marka Kola olduğu önemli mi?

 

Önce Hindistan Yüksek Mahkemesi, kolanın sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle yasaklanması yönünde bir adım attı. Arkasından Letonya’da ilköğretim okullarında Coca Cola ve Pepsi yasaklandı. İngiltere ve Ukrayna’da bazı okullarda yasaklandı.

 

Ülkemizde de özel olarak İstanbul Gösteri Sanatları Merkezi’nde de yasaklandı.

 

Şimdi bahsedeceğimiz konu da en az Cochineal böceği kadar iğrenç bir durum. 23 yıl kola fabrikasında çalışan birisinin naklettiği bu çok ciddi açıklamalar gerçekten insanın zihnini ve midesini alt üst ediyor.

“Malumunuz kola denilen içeceğin en temel hammaddesi meyan köküdür ve meyan kökü ile beslenen canlılar arasında farelerde bulunmaktadır. Büyük şirketler tonlarca üretim yaptıkları için meyan köklerini kepçelerle toplamaktadırlar. Tonlarca topladıkları için de fareleri ayıklamak gibi bir zahmete ise kesinlikle girmemektedirler. Bu yüzden de meyan kökleri, içindeki farelerle beraber preslenmekte,(ezilmekte) sadece kalan deri, ayak, bacak parçaları elekten geçirilerek ayıklanmaktadır. Meyan köklerinin suyunun yanında farenin kanı, mide özsuyu vs. gibi sıvılar da karışmakta, fare kanı da siyah renge yakın bir renkte olduğu için estetik açıdan bir sorun olmamaktadır. Kola üretimi yapan şirketler, koladaki bu pislikleri kimyasal yöntemlerle sağlığa zararsız hale getirmeye çalışırken bu sefer de kullandıkları çok çeşitli kimyasal maddelerle insanları uzun vadede resmen zehirlemektedirler.”

 

Bu olayı anlatan kişi, çalıştığı 23 yıl boyunca bir bardak bile kola içmemiş. Ayrıca kendisi içmediği gibi ailesi başta olmak üzere tüm sevdiklerine de bu pisliği içirmemiş. Sonraları ise insanları zehirleyen bu şirkete yıllarca hizmet ettiği için tıpkı uyuşturucu satıcılığı yapmış gibi pişman olmuş.

 

Cochineal böceğinin suyu yani Karmin, Musevilerden “Kosher Sertifikası” alamadığı için ticari olarak önemli bir engelle karşı karşıya bulunmaktadır. Müslümanlarda da Hanefi fıkıh âlimlerince haram olarak değerlendirilmektedir. Buna mukabil Coca Cola’nın satışlarının en iyi olduğu ülkeler, Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerdir. Diğer gelişmiş Ülkerlerde ise kola tüketimi buradakinin yarısı bile değildir. Ne kadar ilginç değil mi?

 

İnternette http://tr.wikipedia.org adresinden de “Cochineal” yazarak arattınız mı aynı bilgilere ulaşabiliyorsunuz.

 

Hala içmek isteyenler varsa, bu çok ciddi bilgileri kulak arkası yapabilirler. Ama hiç değilse söz dinleyecek yaştaki çocuklarımıza içirmeyelim! Kolasız günlere!

 

Bundan sonra; su iç, soda iç, ayran-limonata iç. Ya da, ne yapalım. Kola da iç, milyonlarca insan yanılmış olamaz. Milyonlarca böceğin yanılmadığı gibi.

 

Bu da demektir ki kendi paramızla kendi elimizle, böcek suyu ve fare kanı içiyoruz.

 

Ey Âdemoğlu, Ey Ahmedi Mahmudu Muhammedi Mustafa Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin ümmeti.

 

Ahir zamandayız.

 

İçtiğimiz her yudumda, yuttuğumuz her lokmada haram var. Kan var.  Şuan tüketmekte olduğumuz ürünler arasında tamamen israf içindeyiz. Dünya üzerindeki birçok insanın en önemlisi Müslüman kardeşlerimizin yiyecek bir lokma ekmeğe bile muhtaç oldukları ve tamamen sömürüldüğü bu zamanda; Aleyhisselatu Vesselam efendimizin buyurduğu üzere:‘’Müslüman Müslüman’ın din kardeşidir’’ hadisini bilmiyor muyuz ki; dünya üzerindeki Müslüman kardeşlerimizin hal ve eziyetlerini bildiğimiz halde hiç bir şey yapmadan bekliyoruz ve üstelik hala utanmadan ben müslümanım diyebiliyoruz. Bu nasıl Müslümanlıktır ki; din kardeşlerimize eziyet eden, onları sömüren, onların yurtlarını işgal eden, deccalın hizmetkârlarını bizler besliyoruz.

 

Bir saniye yaptığımız bir şey var unutmadan söyleyeyim.

 

Bu durumu kınıyoruz değil mi? sadece kınıyoruz!

 

Hepimiz şeytanın evlatları, hepimiz deccalın hizmetkârlarına boyun eğdiğimiz için, onlarla birlik olduğumuz için hepimiz deccalın hizmetkârlarıyız.

 

Sadece İstanbul’da günde 1 buçuk milyon adet ekmeğin çöpe gittiğini biliyor musunuz? Türkiye de günde 12 milyon ekmek çöpe gidiyor. Sadece Türkiye de günde 12 milyon ekmek çöpe gidiyorsa, dünya da bir günde kaç milyon ekmek çöpe gidiyor siz düşünün. Ama parasını herkes kendisi veriyor değil mi? vay bizim halimize! Rabbimizin bize verdiği nimetleri kendimizin edindiğini düşünüyoruz.

 

Bizim atalarımız 7 düvele nam salmış; İslam’ı, Aleyhisselatu Vesselam Efendimizin bizlere Rabbimizden tebliğ ettiği dinimizi 3 kıtaya yaymış, atalarımız İslam adına nice şehitler vermiş ama bizler gibi zındıklığa düşmemişler.

 

Vay bizim halimize! Vay bizim Müslümanlığımıza ki; kendi kardeşlerimizin kanlarının dökülmesine vesile olduğumuz için; bazılarımız bilmediği halde bazılarımızın da bilmesine rağmen deccalın hizmetkârlarına köpeklik ediyoruz.

 

Bugün dünya üzerinde dökülen bir damla Müslüman kanında hepimizin suçu ve vebali var.

Hepimiz her gün Müslüman kardeşlerimizin kanlarını içiyoruz. Hepimiz.

Dinine sahip çıkamadığı halde, hala daha “ben Müslümanım” diyebilen ve düşmanlarıyla birlik olup din kardeşlerinin ölümüne vesile olan ve utanmadan hala “ben müslümanım” diyenlere yazıklar olsun.

 

ALLAH[c.c.] tövbe edildiğinde bütün günahlarımızın affedilebileceğini yalnız kul hakkıyla huzuruna gelmememiz gerektiğini bildirmedi mi?

Vay bizim halimize ki; dünya üzerinde gelmiş geçmiş bütün ümmetlerin yapmış oldukları sapıklıkların hepsini ahir zamanda yaşamakta olan bizler, bu ümmet yapıyor. Biz ki gelmiş geçmiş kavimlerden, helak olmuş ümmetlerden daha büyük bir azapla cezalandırılacağız.

 

DUDAKLARIMIZ KAN KIRMIZI!

 

ALLAH CEZAMIZI VERECEK!


Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!
en masum zamanlarımızda sirayet ettin değil mi kanımıza şeytan.. çocukluğumuzda; en büyük düşmanın olan sevgimizden korkundan.. Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol